Aydınlıkta Saklanıyorum Murat Uğurlu’nun 2022 Şubat ayında Everest yayınlarından çıkan öykü kitabı. Yazarın Buralar Bıraktığın Gibi isimli 2013 yılında İletişim Yayınlarından çıkan bir öykü kitabı daha var. Benim yazarı tanımam Aydınlıkta Saklanıyorum aracılığıyla oldu. Amacım öykülerden birkaçı üzerinde durarak, kitapla ilgili düşüncelerimi paylaşmak.
Bütünden parçaya insanoğlu… En az diğeri kadar büyük bir şaka işte. sf. 30
Yazarın yönetmenliğini üstlendiği kısa filmler pek çok festivalde gösterilmiş hatta bir de ödül almış. Bunu öncelikle belirtmek istememin sebebi öykülerdeki sinematografinin kalitesinin kaynağını işaret etmek. Kitabın ilk paragrafından bir sahneyle başlamak istiyorum.
Kar geceden serpiştirmeye başladı. Jilet gibi hava var dışarıda. Tekerler çukura girip çıktıkça arkadan boş kazanların tıngırtısı geliyor. Kalorifer son ayarda çalışıyor ama nafile. sf.13
Son dönem öykülerin -elbette tamamı değil çoğu- ya güncele yaslanmaya çalışırken didaktikleştiğini ya da fazlasıyla spesifikleştiğini düşünüyorum. Bu açıdan bakınca Aydınlıkta Saklanıyorum’daki öyküler beni hem konu hem kurgu açısından sevindirdi. Yazarın iç sıkıntılarını, hayata ve bireye dair sorgulamalarını her öykünün kıyısında bir şekilde hissettim. Bu bana yazarın zihin yapısına dair fikir verecek ölçüyü aşmıyor, tadında bir tanışıklık sağlıyor. Elbette bu kadarla kalsaydı, bir kalemin varoluş sıkıntılarından öteye gitmeyen öyküler üzerine uzun uzun düşünmeye değmezdi. Murat Uğurlu farklı anlatıcı, estetik aktarım, değişen üslup, kafa yorulmuş kurgular, diyaloglardaki sahiciliklerle gerçekliği pekiştirilmiş öyküler üretmiş.
“Saatler orijinal mi?” diye sordum tezgâha yaklaşıp.
“Hepsi orijinal asker abi.”
Alıntının devamını getirmeden önce şunu belirtmek istiyorum. Anlatıcının zihni yerinde duramayan haylaz bir çocuğunkinden farksız. Oradan oraya zıplarken ortaya çıkan bilinç akışının eli kitap boyunca yakamda. Okurken hem yazarın bu haline gülümsüyor hem de derinlerde bir yerde onun için kederleniyorum. Dünyevi gerçekliğin içinde bambaşka bir gerçekliği olanlardan, farklı, diğer ve değerli. Diyalogdan sonrasına bakalım.
Doğrusu ne pamuğun hasadından ne saatin orijinalinden anlarım ben. Altın dişli bir cüceye güvenecek kadar da aptalım. Bir vakitler fakültede Heidegger üzerine suyunun suyu bir tez karalamış olmak, şimdi kadranı parçalanmış bir saatle zamanı ölçmeye yahut pişik olup etrafta penguen gibi dolaşmama engel değil. Hem ne diye olsun ki zaten? Cüce ile Heidegger’in, pamuklu donla varoluşun ne alakası var? sf.18
Alıntı ilk öykü Kutsal İnek’ten. Konuyu özetlemeden değinmek gerekirse E kasabası, poligon bölüğü, sidik kokulu otogar gibi erkek yoğunluklu mekanlardan bir askerlik hikayesi bu. Askerlik budur, sıkıştırılmış testosteron ve cinnet konservesi. sf.16
Felsefe doktoru anlatıcının, yazarın az önce bahsettiğim farklılığına paralelliğini gösterir bir alıntı daha paylaşmak istiyorum.
“Şey… Arkadaşın hastalığı nedir komutanım?”
“Sana ne çavuş, doktor musun?”
“Felsefe doktoruyum komutanım.”
“İyi! İnek sikiciliğin felsefesini yolda bol bol konuşursunuz!”
“Emredersiniz.” sf. 22
Kutsal İnek tahmin edileceği üzere güldürürken düşündüren, diyaloglar, karakterler ve mekâna dair sağlam detaylarla, diğerlerine nispeten uzun sayılabilecek bir öykü. Hikâye bittikten sonra, yani olay finale bağlandıktan sonra bu defa anlatıcıyla baş başa kaldığın bir final daha var. Orada anlatıcıyla biraz daha yakınlaşıyor, kurmacadan çıkmadan karakterle yeni bir final yaratıyorsun. Yazarın bu final anlayışını ilkin öyküde fazlalık olarak değerlendirsem de kitabın tamamını bitirince anlamlı buldum.
Her şeyin bir sebebi var. Tövbe edelim, tövbe edelim. sf.32 diyerek bir başka favori öyküme geçiyorum.
Ulus’ta Münasebetsiz Bir Hayalet çocuk anlatıcının olduğu bir öykü. Çocuk anlatıcı bence anlatıcı türleri içerisinde en zoru. Bunu kotarabilen yazarlara saygım sonsuz. On iki yaşındaki anlatıcının üslubu ilk sayfalarda biraz inandırıcılıktan uzak dursa da ortalardan itibaren ikna edici bir hale geliyor.
On iki yaşındayım ve öfkem yerli yerinde, tek sorun zaman geçmek bilmiyor, can sıkıntısından dedektifçilik oynuyorum ben de, borudan iğneli külahlar üflüyorum, rüyalarımda Bentderesi’nin en güzel kızıyla fingirdiyorum. sf.65
Sahneler, karakterler, konu açısından yine ince ince işlenmiş, yetmişli yılların filmlerini aratmayan, üslubuyla da diğer öykülerden farklı bir hikâye. Keyifli aktarımı bir yana çocuk anlatıcı Cenk, bence çok iyi işlenmiş bir karakter. Belki de yazarın ta kendisi. Trajikomik bir mevzu ve sağlam bir kurgu. Fikir vermesi açısından bir alıntı daha ekliyorum.
Hepsi poz tabii. Treni Polatlı’da durdurmak sıkar biraz. Hadi durdurdun diyelim, yarın sabah ne diyeceksin emniyet müdürüne? Efendim bizim baldızın sigarasını cebren ve hileyle yakmak suretiyle ırzına geçmişler, anlayacağınız namus meselesi falan mı? Ortalık zaten karışık. Geçen kış askerler hükümete muhtıra verdi, sokaklarda tanklar manklar yürüdü, kim takar Mamak karakol komutanının baldızını? sf.70
Bu öyküde de Kutsal İnek’te olduğu gibi hikâye çözüme ulaştıktan sonra anlatıcı çocuğun iç dünyasına daha yakından tanık olmaya davet ediliyoruz. Öyle okudum geçtim değil, anlatıcıyla empati kurmamızı sağlayan bir alan açılıyor.
Son olarak değinmek istediğim öykü aynı zamanda kitabın da son öyküsü. Bahçedeki Dostlar İçin Tam Yirmi Üç Tur. Her şeyin kendisiyle ilgili olduğunu düşünen anlatıcımız tam bir güvenilmez anlatıcı.
Tersinin mümkün olduğuna nasıl inanabiliyorsunuz ya? Yani şeylerin, olayların, kişilerin benimle ilgili olmadığına… sf 109
Güvenilmez anlatıcının okuru ikna etmesi önemli bence. Birinci tekille aktarılan bu öyküde anlatıcı hikâyeyi evinde, az sonra vapura yetiştireceği bir arkadaşına anlatıyor. İkna yeteneği yüksek. Arkadaşın kim olduğunu bilmiyoruz. Zaten bu pek önemli de değil. Yeri gelmişken belirteyim, esasen yazar çoğu öyküde çok da önemli olmayan bilgileri boşluk olarak bırakmış. Her detayı vermek zorunda hisseden yazarlardan değil. Devam edecek olursak biz de okur olarak bu sıra dışı olaya kulak misafiri oluyoruz. Üslup yine hikâyeyle uyumlu.
Hülasa genç dostum… Tam kırk senedir sabah namazından önce mübarek kirpilerin etrafında meşalesiyle yirmi üç defa dönen oduncu Seyit Ahmet, meğer evvelsi gece hakkın rahmetine kavuşmuş. Ahalinin güneş tutulması sandığı da ihtiyar Seyit Ahmet’in vazifesini aksatmasından ileri gelmekteymiş. sf114
Finale geldiğimizde yine hikâye çözüme ulaşıyor, fakat anlatıcı karşısındaki kişiyi dolayısıyla okuru, anlattığı sıra dışı hikâyeye ikna etmek için bir mektup çıkarıyor. Biz de okur olarak hikâyenin kahramanı Süha Bey’in mektubunu okuyor ve doğrudan onunla muhatap oluyoruz.
Bahsettiğim öyküler özellikle anlatıcı ve aktarımlarıyla kitaptaki en sevdiğim öyküler oldu. Bunların dışında görece kısa altı öykü daha var ve onlar da farklı kurgularla güçlü öyküler. En zayıf bulduğum öykü Yeraltındaki Komşu. Sanırım yazar açısından bu kadarıyla ve illa ki yazılması gereken bir öyküydü, en azından ben öyle olduğunu düşündüm.
Genel olarak yazarı tanıdığıma çok memnun oldum. Aydınlıkta Saklanıyorum’un öykü severleri mutlu edecek bir kitap olduğunu düşünüyorum. Dilerim öykü meraklıları ıskalamaz.
Dile kolay, tam kırk sene! kör karanlıkta döndüm durdum, döndüm durdum. Müsaadenizle artık aydınlıkta saklanıyorum. sf.117
Çilem Dilber
Comentarios