Dokuz numaralı perondan kalkan otobüs uzaklaşıp gözden kaybolana dek arkasından el salladı. Eli havada asılı, bakışları donuk, öylece kaldı bir süre. Sonra eldivenlerini çıkarıp çantasına koydu. Yüzünde incecik bir gülümseme belirdi onları tutarken. Hikâyeyi başlatan, kar tanesi desenli tığ işi bu vizon rengi eldivenlerdi.
Otobüs yolculukları yaptığı günler gerilerde kalmış. Kalabalık terminallerin havalarına sinen hüznü, ayrılıkların buruk tadını çoktan unutmuş. Zihninde canlanan sahnelerde kavuşmaların sevincinden daha fazla, gözyaşları içinde birbirine sarılanlar, ağlamamak için kendini tutanlar, gidenlerin peşinden sallanan eller var. Veda törenlerinden oldu olası nefret eder.
Üç aydır her hafta sonu buraya gelmesi gerekiyor. Yaza kadar böyle sürecek. Geçici görevle çalışmak için gittiği şehirden tatil günlerinde dönen kız kardeşini karşılayıp uğurluyor. Cuma gece yarısına yakın saatlerden pazar öğle sonlarına kadar birlikte olmak için katlanılıyor yolculuklar. Birbirlerinden bu kadar uzun süre hiç ayrılmadılar, bir haftadan fazlasına dayanamazlar. Aralarındaki bağ çok sıkı. Küslüklerine, kavgalarına, kıskançlıklarına kimse şahit değil.
Gele gide, hayatı burada geçen görevliler kadar tanımıştı etrafı. Bir yere oturup zamanın geçmesini bekleyemez. Hangi otobüsler nereden kalkar, büfeler, tuvaletler, emanetçiler nerededir hepsini öğrenmiş. Miskin kara kedinin hep hangi koltuğun altında uyuduğunu bile biliyor. Simsarlara, hamallara, seyyar satıcılara gözleri aşina. Çocuksu sesiyle, “Üşümesin eller,” diye peronların arasında dolaşan ihtiyar da önce onlardan biriydi. Diğerleri gibi ekmek parası peşinde herhangi biri.
İki hafta önce kardeşini beklerken fark etmişti ihtiyarı. Otobüs gecikmişti. Sıkıntıdan üst üste sigara içmiş, zemindeki karolara basmamaya çalışarak neredeyse tüm terminali bir ucundan diğerine adımlamıştı. Telefonuyla oyalanmaya çalışmış, hepsinden usanınca çevresindeki diğer yolcu yakınlarını göz ucuyla izlemeye başlamıştı. Bazılarının aralarındaki konuşmaları da işitiyordu. Karı koca olduklarını tahmin ettiği orta yaşlardaki çiftin dünyasına ister istemez girivermişti. İki dakikada bir saati kontrol eden adamla on yaşlarındaki kız çocuğunun elinden tutan kadın heyecanlı heyecanlı konuşuyorlar, sabırsızlıkları her hâllerinden belli oluyordu. İşte o sırada ihtiyar adam sokulmuştu yanlarına. Eldiven satıyordu. Elinde iki çift örme eldiven vardı. Omzundan sarkan heybede de diğerleri. Sanki karı kocanın bir yakınıymış gibi katılmıştı sohbetlerine. Oysa sözlerden hiç öyle olmadığı anlaşılıyordu. Niyeti eldiven satmak gibi de değildi. Hatta elinde tuttuklarını bile heybeye koymuş, beklenen otobüsün heyecanı onu da sarmıştı. Yorgun yüzündeki derin çizgiler, yuvalarına kaçmış fersiz gözler, muhtemelen birilerinin eskitip verdiği üstündeki bedeninden büyük, yere kadar uzanan palto, uzamış sakalı ve sırtındaki belirgin kambur, yetmişlerinde yoksul biri olduğunu ortaya koyuyordu. Bir ara adam ihtiyara sigara uzatmıştı. Uzun yıllardır ahbaplarmış gibi sürüp gitmişti sohbet.
Kendine başkalarını gözlemeyi hiç yakıştıramıyor. Meraklı biri değil aslında. Bu hoş olmayan davranışına bir kılıf uydurması gerek. O durumda biraz rahatlatır içini. Çocukluk hevesi ressam olmaktı. Olamasa da tuvaller, boyalar ve fırçalar hep vardır dünyasında. Yalnız kaldığı zamanlarda hayâllerini renklerle süsler. Onları çizebilirdi. Bu iyi bir fikirdi işte. Duyduklarıyla kurduğu senaryonun resmini yapmaya başlamıştı zihninde. Bayram havasında bir ev. Oğullarına kavuşmuş anne ile babanın gururlu ve mutlu yüzleri. Subay olmuş oğulları için börekler, baklavalarla donatılmış yer sofrası. Küçük kız abisinin boynuna kollarını dolamış. Resim safran sarısı, kükürt sarısı, nar kırmızısı, turuncu ve turkuaz renklerle capcanlı.
Aile oğullarına kavuşmuştu. Annesine sarılmıştı delikanlı önce. Sonra kardeşini havaya kaldırmış, babasının elini öpmüştü. İhtiyar da ailenin bir üyesi gibi yanlarında en az onlar kadar sevinçle bekliyordu. O da uzatmıştı elini gence, öptürünce de sımsıkı sarılmıştı. Baba bavulları almış, neşeyle güle konuşa ayrılmışlardı. Adam ihtiyara veda ederken bir sigara çıkartmış, dudaklarına yerleştirmiş, paketi ihtiyara verip yürüyüp gitmişti. İhtiyar satıcı arkalarından el sallamıştı bir süre. Sonra kalabalıkta kaybolmuştu.
Can sıkıntısıyla bir sigara daha içip, biraz da telefon mesajlarını okuyarak zaman geçirmişti. Bekleme salonuna dönmüş, ısınmış, tekrar çıkmış, dışarıda ihtiyar satıcıyla yine karşılaşmıştı. Gözlerinin kalabalık içinde hemen ona takılması şaşırtıcıydı. Belki de değildi. Belki de onu görmeyi istemişti, bilmiyordu. Yanında otuzlarında, şık giyimli birisi vardı bu kez. Onları işitebilmek için alıkoyamadığı bir istek çoğalmıştı içinde. Elinde yine iki çift eldiven vardı ihtiyarın. Zaman öldürmek için sağa sola gidip dönenler gibi yavaş yavaş yaklaştı. Nişanlısını bekleyen adamın ihtiyara anlattıklarını rahatça duyabileceği yerde durdu. Tanımadığı insanlardan çekinir, kısacık sürede yakınlık kurup sohbet etmeye başlayanları da yadırgar daima. Adam evlilik hazırlıklarından, ailesinden ve işinden söz ediyordu. Anlattığı hiçbir şey aslında merak uyandırıcı değildi ama ihtiyar satıcının oğluna öğüt verir gibi ara ara söyledikleri ilgisini çekmişti. Aynı sabırsızlıkla otobüsün yolunu gözleyişi de elbette. Bir an karar verip yaklaşmıştı satıcıya. Kullanmayı hiç sevmese de bir çift eldiven almak gelmişti içinden. İhtiyar satıcının tanıdığı çoğu insandan daha kibar biri olduğunu birkaç dakikalık alışverişte anlamıştı. Yakından görünce tahmininden daha yaşlı olduğunu da… Heybesinden çıkardığı diğer renk renk ve desen desen eldivenlerden seçim yapmakta zorlanmamıştı. Hemen ellerine geçirmişti aldıklarını. Ne kadar ödeyeceğini sorduğunda sanki utana sıkıla bir tavırla çıkmıştı ağzından ihtiyarın cevabı. Parayı verip teşekkür etmişti. O an yanlarındaki, nişanlısını bekleyen adan terminale giren otobüsle heyecanlanmıştı ama onun beklediği de değildi gelen.
On beş dakika daha geçtikten sonra nihayet kız kardeşine kavuşmuştu. Uzayan yolculuktan bunalmış derin bir nefes çekmişti kız indiğinde. Gece ayaza çekmişti. İki kardeş kol kola girip birbirlerine sokulmuş hızlıca otoparka yürürken, ihtiyar satıcı başka bir peronda uzun boylu biriyle sohbet ediyordu.
Göz açıp kapayıncaya kadar yine pazar günü olmuştu. Bir sonraki hafta kız kardeşi gelemeyecek, çalıştığı kente o gidecekti. Öyle anlaştılar. Aralarındaki dokuz yaş fark, bir sürü tembih sıralamasına haklılık katıyor. Diğer taraftan gelecek hafta sonu yapacaklarını da planlarlarken kardeşi kalabalığın içerisinde birilerini işaret etmişti. Nerden tanıdıklarını anımsaya çalışmışlardı. İki sene kadar oturdukları apartmandan bir çiftti onlar. Selamlaşırlardı ara sıra. Şaşırtıcı olan ihtiyar satıcıyı da yanlarında görmekti. Kardeşinle çene çalmaya devam ederken merakla izlemeyi sürdürmüştü onları. Neler konuştuklarını duymayı arzulamıştı, bu ilgisine yine kendisi de hayret ederek. Çok geçmeden eski tanıdıkların bekledikleri otobüs gelmişti. Karı koca kalkış anonsu yapıldıktan, tüm yolcular koltuklarına yerleştikten sonra binmişlerdi otobüse. Binerken adam ihtiyarın elini sıkmış, omzuna dokunmuştu. Şoförün hemen arkasındaki yerlerine oturduklarında dışarıda onları izleyen ihtiyar el sallıyordu. Araç hareket edip uzaklaşana kadar da indirmemişti elini. Az sonra kendilerinin beklediği zaman da dolmuş ayrılık anı gelmişti. Sarıldılar, öpüştüler. Otobüs bir kez daha yola koyulmuştu üç aydır olduğu gibi. Sigara içip çıkacaktı ki birden terminallerin alışılması zor gürültüsü içerisinde, “Üşümesin eller,” sözleri diğer tüm seslerin arasında sıyrılıp kulağına ulaşmıştı. İhtiyar satıcı yine elinde iki çift eldiven ağır ağır dolanıyordu kalabalığın arasında. Eve döndüğünde ne yapacağına o an karar vermişti. Her şey bekleyebilirdi nasıl olsa. İhtiyar satıcının resmini çizecekti önce. Soğuyan ve kararan havaya rağmen yarım saat daha kalmıştı onu izlemek için. Hayâlinde başı sonu farklı birçok hikâye kurdu onunla ilgili. Her biri gerçek olabilirdi ya da hiçbiri. Terminalden çıkarken ihtiyar iki delikanlının yanı başındaydı, az sonra onları da uğurlayacaktı muhtemelen. Kafasında belirmişti artık resim. Buz mavisi, dumanlı gri, bakır renkli fonda sıcacık yürek ve ilkbahar yeşilliğinde sallanan bir eli boyamış bitirmişti.
Cuma akşam saatlerine kadar; yaşlı birini gördüğünde, eldivenlerini taktığında ya da caddede, televizyon ekranında karşısına bir otobüs çıktığında ihtiyar satıcı aklına gelmişti. Her hatırlayışında, terminale gittiğinde onu bulmak ve kimsesinin olmadığını, ardından kendisini yolcu etmek isteyip istemeyeceğini sormak da vardı kafasında. Bunu yapacaktı. Karar vermişti. Belki onu hayâlinde kurduğu hikâyelerden hangisine yerleştirebileceğini çözecek kadar sohbet de edebilirdi. Bunu da yapabilirdi sanki.
Her zamanki hüzünlü yüzüyle karşıladı terminal onu. Küçük valizi elinde, peronları tek tek taradı. “Üşümesin eller,” diyen sesi aradı kulakları. Salona girdi, gözlerini gezdirdi. Gençler, yaşlılar, erkekler, kadınlar, çocuklar, ağlayanlar, sarılanlar, uyuklayanlar… hepsi ayrılmaz parçaları olarak oradaydılar. Kara kedi aynı koltuğun altında kıvrılmıştı. Harekete hazır seferlerin anonsları metalik sesle tırmalıyordu kulakları. Yeniden dışarı çıktı. Başından sonuna yürüdü bir kez daha. Kendi otobüsünün kalkmasına on dakika kalmıştı artık. İşte aramaktan tam vazgeçmiş o an gördü ihtiyarı. Yanındaki otobüsün ortalarında oturmuş, camdan dışarı gülümseyerek bakıyordu. Bakışları yakaladı birbirlerini. Otobüs ağır ağır hareketlendi. İhtiyar satıcı gülümsüyordu. Arkasından kaybolana dek baktı. El salladılar birbirlerine.
Özcan Kalbinur
Comments