top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Özge Güven- Kızımın Numaralı Gözlüğü

Kaldığımız motelde tek oda tutmuştuk. İçeride, üç tek kişilik yatak. İkisi yan yana, birisi kapının oraya istiflenmiş demir karyolalar. Üzerlerinde pamukla yarım yamalak doldurulmuş yüksek yastıklar, çiçek desenleri solmuş pikeler, iplikleri sökülmüş kenarlarından. Daracık tuvalet, paslı bir duş ahizesi, duş teknesi yok. Karım bavuldan havlularla mayoları çıkarıyor. Plaj çantasını hazırlıyor. Kızım yatağın üzerinde bağdaş kurup oturmuş, çizgi roman okuyor. Bir haftadır gözlük kullanıyor.

Akdeniz sıcağı, hava nemli. Sigara dumanı sinmiş naylon perdeyi yana çekip pencereyi araladım. Delik deşik sinek telinden dışarı baktım. Arabalar, korna sesleri, çocuk bağırışları, esnaf gülüşmeleri. Beş yıldızlı otellerde geçirdiğimiz tatillerden sonra, bu içine düştüğümüz durum gerçek miydi? Onca başarı, itibar, para pul. İflas, haciz, uyduruk bir motelde tek göz odaya talim olmak. Arka cebimden sigara paketimi çıkardım.

“Çocuğun yanında içme şunu,” diye seslendi Berna.

Güneş gözümü almıştı. İç sıkıntısı. Ufacık odanın içine hapsolmuştum. Bıkkınlıkla etrafıma bakındım. Yanıma geldi.

“Her şey düzelecek, merak etme. Bırak, şu tatilin tadını çıkaralım,” diye fısıldadı. “Gökçe için yap bunu.”

Kızıma baktım. Tuvalette mayosunu giyiyordu. Yatağın üstünde numaralı gözlükleri.

“Hadi, çabuk hazırlanın da çıkalım artık. Ben dışarda bekliyorum sizi,” diyerek kapının önüne çıktım. Üst üste içtiğim beş sigaradan sonra, karımla kızım üzerlerinde beyaz plaj elbiseleriyle kapıda belirmişlerdi.

“Sen üstünü değiştirmeyecek misin?” diye sordu Berna.

“Gerek yok, plajda değişirim.”

Caddeye çıktık. Plastik toplarla şişme deniz yatakları satan marketlerin, kapısı aralık eczanelerin önünden geçtik. Terden sırılsıklam olmuştum. Önden tek başıma hızlı hızlı yürüyordum. Onlar geride kalmışlardı.

Plajın girişindeki toprak yola yöneldim. Park etmiş saçma sapan arabaların arasından geçerek girişe vardım. Duvara asılı paslı levhanın üzerinde, ‘Şezlong 10 TL’ yazıyordu. Yanında esmer tenli, göbekli bir adam. Ayak tırnakları upuzun, mavi naylon terliklerinden dışarı fırlamış. Neşeyle gülümsedi. Karşılık vermedim.

“Çocuk için de ücret alıyor musunuz?” diye sordum.

“Küçük hanım da şezlong kullanacaksa, evet alıyoruz,” dedi.

Cüzdanımı çıkardım. Otuz lirayı eline tutuşturup hışımla içeri yöneldim. Kuyruğa rağmen, Berna’yla Gökçe’ye, başımla gelin işareti yaptım. Sırada bekleyen şalvarlı kadınları, bel çantalı orta sınıf tatilcileri yara yara, aralarından sıyrılıp kumsala daldık.

“Abi sırayı görmüyon mu?” diye bağırdılar arkamızdan. Duymazdan geldim.

“Ayıp oldu insanlara,” dedi karım. Yüzünde, beni tenkit eden bir ifade vardı. Tam ağzımı açacakken, “Bence de ayıp oldu baba,” diye araya girdi kızım.

Gözüme ilişen ilk boş şemsiyeye yöneldim. Şezlongçu, bizi gördüğü gibi elinde minderlerle yanımızda bitiverdi. Leş gibi minderleri şezlongların üzerine fırlattı.

“Böyle mi verilir minder kardeşim?” diye haykırdım. Adam boş gözlerle suratıma baktı, arkasını döndü gitti.

Karımla kızımın yüzü düşmüştü. Gene herkesi mutsuz etmeyi başarmıştım. Ben ne işe yarıyordum sahi şu hayatta?

Berna, çantanın içinden havluları çıkarıp tereddütle minderin üzerine bıraktı. Açıp sermek konusunda o da kararsız kalmıştı. Kızımsa, kendi şezlonguna çoktan sermişti havlusunu. Şezlongunun arkasını dikleştirmiş, elleri başının arkasında denizi seyrediyordu. Karım yüzüme baktı. Gülümsemeye çalıştı. Karşılık vermek istesem de yapamadım. Mayomu alıp arkadaki kafeteryanın bitişiğindeki kabine yöneldim. Kabinin önünde de sıra vardı. Birkaç derin nefes aldım. Küçükken izlediğim “Ah Belinda” filmi geldi aklıma. Canım daha da sıkılmıştı. Başımı iki yana savurup düşünceleri uzaklaştırdım. Önümdeki aile sıradan ayrılınca kabine girdim. İçerideki çöp kovası ağzına kadar doluydu. Okkalı bir küfür savurdum. Allah’ım eski günlerimize dönebilecek miydik? Kıyafetlerimi tahtadaki çiviye astım. Kabin daracıktı. Yerde kadın pedleri. Geçen yaz çıktığımız tekne tatilindeki tuvaleti anımsadım. Mayomu değiştirirken kolum sağa sola çarpıyordu. Uçak tuvaleti. Dış hatlar. Deniz mahsulleri.

Kapıya güm güm vuruluyordu. “Çabuk olsana kardeşim!”

Şort mayomun iplerini bağlamadan dışarı attım kendimi.

Berna omuzlarına güneş kremi sürüyordu. Ne kadar zarif ve güzeldi. Gökçe halen denize girmemiş, şezlongda uzanıyordu.

“Neyin var, hasta mısın yoksa kızım?” diye sordum.

Kızım sorumdan rahatsız olmuştu.

“Hayır baba. Niye öyle sordun ki?”

“Ne bileyim? Neden denize girmiyorsun? Yoksa beğenmedin mi burayı?”

İçimden, ‘iğreniyorum buradan,’ demesini umdum. ‘Sen ne biçim babasın! Neden bizi böyle bir yere getirdin ki?’ diye haykırmasını bekledim.

“Seni bekliyordum,” dedi sevecen bakışlarla. Gözlüklerini çıkarıp kabına koydu. Ayağa kalktı.

“Hadi girelim,” dedi kocaman gülümseyerek.

Elini uzattı. Tuttum. İskeleye yürüdük. Suyun içi kalabalıktı. Denizde yüzecek yer kalmamış gibiydi.

Birkaç kulaç atıp kıyıya yüzerek çıktık. Havlusuna sarındı. Karım gözlerini kapamış, sırtüstü uzanıyordu. Gökçe, yüzünü kurulayıp gözlüklerini taktı. Onun gözlük kullanmasına halen alışamamıştım.

“Neden gözlük takıyorsun?”

Ne saçmalıyorsun der gibi baktı yüzüme. “Takmayınca bulanık görüyorum,” dedi.

“Ben de bulanık görüyorum aslında.

“Gerçekten mi?”

Gözleri kocaman açılmıştı. Arkadaki kafeteryayı işaret etti.

“Üstündeki tabelayı okuyabiliyor musun?”

Gösterdiği yere baktım. “Yok. Okuyamıyorum.”

“Peki ya şu çocuğun tişörtünün üstünde yazanı?”

Başımı iki yana salladım. “Okuyamıyorum.”

“Baba, bence senin de göz doktoruna gitmen gerekiyor,” dedi başını bilmiş bilmiş sallayarak.

“Gözlük takarsam her şey netleşir, öyle değil mi?”

“Tabii ki. Biliyor musun, geçen haftaya kadar annemle sizin yüzlerinizi, yemek masasında otururken bile net seçemiyordum.”

“Peki, neden daha önce söylemedin?”

“Bilmem, herkes aynı şekilde görüyor zannediyordum. Okulda en ön sırada otururken de sorun yoktu, sonra yerim değişince…”

“Artık bulanık görmek istemedin?”

Omuzlarını silkeledi. Çantadan çizgi romanını çıkarıp arkasına yaslandı.

Denize baktım. İlerisi uçsuz bucaksızdı. Gelecek yıl bu zamanlar her şey eski haline dönecek miydi? Ben de önümü görebilecek miydim?

Havluyu şezlonga serip uzandım. Gözlerimi kapadım. Uyumuşum. Rüyamda Müjde Ar’ı gördüm.

“Her şey hayalmiş,” diyordu.

Mutluydu.

Filmin sonuydu.


Özge Güven

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page