Bizim Murat ve ekibi son partilerinde fena enselendiklerinden dört yıllık Silivri tatiline hak kazanmışlardı. “Her işte bir hayır var,” diye boşuna söz etmemiş atalarımız. “Her hapishane bizim mektebimizdir,” diyen Murat bir kez daha haklı çıkmıştı. Benzer suçlardan yatanların yakın koğuşlarda konuşlandığı Silivri’nin komşu bloğunda, kendileri gibi büyük düşünen bir İngiliz grubu ile tanıştılar. Doğu ve Güneydoğu kırsalından atalarının tamamlayamadığı ya da medeniyetlerinin yok oluşlarıyla terk ettikleri sahipsiz tarihi eserleri ya da camilerdeki, kiliselerdeki ender eserleri hiç eden grupla iletişim kurmak başlangıçta zor olsa da dili söktükçe kısa sürede işlerine yarar bir sürü hırsızlık teknikleri ve bilimsel bilginin sahibi oldular. Hatta en önemlisi mesleklerinde prestij üzerine prestij katacak yabancı dil bilen bir çete olacaklardı. Dört yılda geleceklerine yatırımdan kaçmayan Murat ve İngiliz ekibi birbirlerine dil hocalığında yarışa girdiler. Türkçe ve İngilizceden oluşan hırsızlık ve kenar mahalle jargonunun ağır bastığı argo dâhil gelişimlerini eksiksiz tamamladılar. Murat detaylı konuşmalardan anladı ki kendi ülkesinde nasıl Topkapı Sarayı’ndan, Dolmabahçe Sarayı’ndan, kadim Osmanlı camilerinden, çok iyi koruma önlemlerine rağmen tablolar, değerli duvar çinileri, tarihsel objeler çalınıyorsa benzer biçimde Londra Museum’larından da karşı bir atakla, etkin ve akıllı bir projeyle bir şeyler çalınabilirdi.
Dört yıllık İngilizce tabanlı hırsızlık lisans eğitimlerini noktaladıklarında, Murat gelecek on yıl için kafasındaki projeyi tamamlamıştı. Projenin teorisini oluştururken İngilizce aslından okuduğu Arsen Lupen külliyatından Hacıhüsrev’de, Dolapdere’de meslek büyüklerinin hiç konuşmadıkları yeni teknikleri de hafızasına almanın zevkini yaşıyordu.
İlk işleri, kapağı İngiltere’ye atmaktı. Tüm seçenekler denenecek, zorluklarla yılgınlığa varan geri tepmelerle karşılaşsalar bile her zamanki gibi pilavdan dönenin kaşığı kırılsın şiarıyla mücadeleye devam edeceklerdi.
İlk iş ülkede sahte pasaport hazırlamada üstüne ekip tanınmayan, içlerinde emniyete sızmış polislerin de olduğu çeteyle bağlantı kuruldu. Çetenin hazırladığı pasaportların, hakikilerinden daha gerçek olmasına dört kafadar adeta parmak ısırdı. Vize alınması, Londra Havaalanı’nda polis kontrolünden geçişleri, Türkiye’de bir alış veriş merkezine girmekten daha kolay oldu.
Ülkelerinde iken kolları dövmeli, üzerlerinde eşofman tarzı bol, canlı renklerde giysiler ve ayakkabılarla, genelde alabros saç kesimli, gözler fıldır fıldır çevreye dikkat kesilmiş, hallerinden yakışıklı, iyi giyimli genç dört iş adamına dönüşmüş gruptan şüphe edilecek hiç bir belirti yoktu. İşleri yaver gitti ve İngiltere’de hücre dostlarının işbirlikçileri ile irtibata geçme hamlesine ilerlediler. Londra hırsız kaynıyordu. Hatta gruptan Ali, yabancı meslektaşlarının oyununa gelmiş, içinde pekte para olmayan sahte şık el çantasını kaptırmıştı.
Murat ve ekibi yaptıkları uzun uzun görüşmelerle sabırlı, göze batmadan, tereyağından kıl çekercesine bu basit projelerini hayata geçirecekler ve yılların öcünü ülkeleri adına İngiliz’lerden geri alacaklardı. Birinci yıl zorlu uğraşlar, kaçak göçek yollar, iltica taleplerinin kabulü ile kapağı zor da olsa Londra’ya atabildiler. Hepsinin hayatlarını ikame ettirmekten ileri düzeyde İngilizcelerinin olması yetkilileri şaşırttığından vatandaşlığa geçmekte zorlanmadılar. Londra herkes için yaşanması cehennem bir şehir olsa da onların mesleği için her bir noktası sulak cennetti. Günlük basit cepçilik, otel lobicilik, yankesicilikle hayatlarını gül gibi sürdürüyorlardı.
Evvelallah sülün Osman soyundan geliyorlardı, aç işsiz kalmaları mümkün değildi. Bu yirmi dört saat yaşayan, dünya kenti onlara geniş bir çalışma alanı, adeta bekâretini sunuyordu.
Ama asıl voleyi Murat’ın Silivri’de projelendirdiği konuyla vuracaklardı. Öncelikle ana konu başlığı müze objesi yürütmek olan projelerini sağ salim gerçekleştirmek için Murat tek tek neredeyse her gün oybirliği ile belirledikleri Museum’ları ziyaret ediyor, heykel resimleri yapar gibi harekâtlarında işlerine yarayacak krokiler çiziyor, titiz notlar alıyordu. Her birinin sıkılığı yanında kendilerine özgü açıklarını da gözlemliyor, not ediyor, tartışıyordu. Gelir gider risk alma üçgeninde hesaplar yaptıktan sonra oy çokluğuyla karargâhlarını British Museum’da kurma kararı aldılar. Giriş çıkış yolları, yirmi dört saat gözlem yapan kameraların bulundukları yerleri ve kör noktalarını, müzede varsa Türk ve Ortadoğu pavyonundan neleri zulalayacağını, replikası yapılabilecek ürünler varsa çeşitli açılardan detaylı resimlerini çekip kusursuz bir eser ortaya çıkarmayı, hırsızlık lisans okullarının stajyeri gibi tezini oluşturuyordu. Neredeyse bir yıllık çalışmasının ürünü eskiz resimleri ve notlarından bir kitap bastırsa Nobel’e aday olması işten bile değildi.
Ekibinin görev dağılımını her müzenin fiziki koşullarına uygun yapıyordu. Hasan herhangi bir olumsuzluk yaşanması durumunda müze çevresinde kaçış yollarını, saklanma yerlerini dantel dantel çizdiği krokisi üzerinde ince ince titizlikle belli ediyordu. Hüseyin ise olay gerçekleştikten sonra diğer üçünden bağımsız ele geçirdikleri değerlerin yurt dışına çıkarılıp güvenli bir biçimde yurtlarına taşınma stratejilerini araştırıyor, minik raporlar yazıyor, gruba sunuyor, her toplantıda yeni önerilerle daha elverişli bir plana dönüştürüyorlardı. Ali’nin görevi ise şehir gazetelerinden bu konularla ile ilgili haberleri izlemek ve grubu bilgilendirmekti.
Hayatta riskler fırsatları yarattığı gibi yoğun güvenlik kuralları da korunacak nesnelerde açıkların oluşmasına neden olmaktaydı. Murat ve ekibi üç beş beyin fırtınasında en güvenli mekanizmaların bile açıklarını masaya yatırmakta büyük hüner sahibiydiler.
Bu yoğunluğun içinde hücre arkadaşlarının verdiği bir kaç telefon araması yaptılar. Genel şehir museumları hakkında fiziki koşullar dışında, kaleyi içten fethetmeye yarayacak, bir gedik oluşturmaya yarayacak bir çalışan bulma sorgulamaları kısa sürede sonuçlandı. Şansları peşlerinde hayırlısı ile takip mi ediyordu ne ?. Onlar isterken bir göz Allah veriyordu iki göz. Hücre dostlarından çok kıymetli bir mesaj aldılar. Eylemi gerçekleştirecekleri British Museum’da iki yıldır çalışmakta olan bir uyuyan hücreleri olduğu haberi geldi. Hemen irtibata geçildi. Her zaman toplantılarını yaptıkları St Paul Klisesi’nde John adlı işbirlikçiyle randevulaştılar ve tanıştılar, onun ortak çalışma isteğini öğrendiklerinde, “Plan yapmayın zaten sizin için Allah planınızı yapar,” gibi bir sözü hatırlayarak gülümsediler.
O ay içinde Murat ve ekibi John’un önerisiyle, yapacakları iş için gizlenecekleri depo kapısından hedef pavyonlara gidiş, hayali yer değiştirme, tekrar depoya dönüş tatbikatı ne kadar sürmektedir egzersizi yaptılar. Ortalama elli, elli beş dakikayı geçmediğini saptadılar. John “Size bir saat süre veririm bu arada ışıkları kesen bir arıza yaratırım, sizlerden biri bu eylemi yapar, gece yarısı olduğundan kimse sorgulamaz. İşimize bakarız,” dedi.
Sık sık dörtlü çetesiyle yaptığı toplantılarda kendi gözlemleri hakkında brifing verirken toplantılarına davet ettikleri John içerden kıymetli casusluk bilgileri veriyordu. “Arkadaşlar müzede tam bir kaos hâkim, evvelallah işiniz düşündüğünüzden de kolay olacak,” derken varsa Murat’ın gözünden kaçmış ama tecrübeli hırsızlar grubunun gözlerinden kaçmamış noktaları da tezinin eksik kısımlarına eklemesine yardım ediyordu. Sözlerinin devamında John “Arkadaşlar üç dört yıllık çalıştığım kurumda, derinlemesine izlemelerim sırasında son bir iki yıldır ne bir stok kontrol ne bir detaylı sayım yapılmadığından sizin yürüttüğünüz objelerin eksikliğinin hissedilmesi ancak olsa olsa bir bilimsel araştırmacının envanterden bir örnek istemesi sonucu olur. Onun da sizin arakladığınız ürünlere gelme olasılığı çok düşük olur zaten,” dedi. Çok titiz bir işti. Sabır ve dikkat en önemli şiarlarıydı. Altı yedi yıl beklemişlerdi ama sahip olacakları meyve buna değecek maddi ve manevi değerdeydi.
British Museum, Londra’nın göbeğinde her gün binlerce yerli ve yabancı turistin uğrak yeriydi. Müze insanlık tarihi, sanat ve kültür temalarıyla, sekiz milyon eserden oluşan kalıcı koleksiyonu ile dünyanın en büyük ve en kapsamlı koleksiyonlarından biriydi. Müze, insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar kültürlerin öyküsünü en iyi anlatma çabasında olmaya devam etmekteydi. Murat her gün uğrak yeri yaptığı, mabedim dediği bu mekâna uğramadan edemiyordu. Her ziyaretinde ayakları onu Mısır, Iran ve Türk pavyonlarına götürüyor, gözyaşlarının sıra sıra akmasına neden oluyordu. Gözü kapalı her detayı aklına yazıyor, girdisini çıktısını işleyişini orada çalışanlardan daha iyi öğrenmeye çalışıyordu.
Günlerce yapılan gözlemler, hayali tatbikatlar, ürünlerin replika temin süreçlerinden sonra beklenen gün geldi. Her şey tamamlanıp kendilerini hazır hissettiklerinde minik masum bir deneme yapmaya karar verdiler.
John gece nöbetinde, Hasan, Hüseyin ve Ali müze çevresinde sabaha kadar erketede. Pahada değerli, yükte hafif Lidya işi bir kolyenin aynısını projelendirip Londra’nın en iyi kuyumcusuna yaptırdılar. Murat çantasında bu kolye, bir akşam tüm güvenlik açıklarından yararlanarak John’un müzeyi zifiri karanlığa bürüme yardımıyla sığındığı bodrum katından elini kolunu sallayarak gizlendiği depodan kararlaştırdıkları saatte, kafasında madenci ışığıyla hedef noktaya, Ortadoğu pavyonuna vardı. Aylardır hayali yaptığı işi, pratikte yaparken evde musluk tamirinde olduğu kadar sakindi. Operasyonun tamamlanması, objelerin yer değişimleri kırk beş dakikasını bile almadı. Çilingir ustalığını konuşturarak açtığı şahane Lidya kolyesini replikasıyla değiştirip eline aldığında Yavuz Sultan Selim Han’ın Dandanakan Muharebesi’nde sahip olduğu hislerle depodaki sığınağına döndü. Uluslararası çalışmanın da böyle bir rahatlığı varmış diye düşünmeden edemedi.
Bodruma döndüğünde henüz gün yüzüne çıkmamış, yıllardır da ellenmedikleri her hallerinden belli birkaç minik kutuyu açtığında nefessiz kalacak gibiydi. Mermerden yapılmış üç adet tarihi Helenistik oyuncak heykel, ellerinde buz gibi bir etkiyle tüm heyecanını sönümlüyordu. Bu değerleri tanımlanamayacak şaheserleri de kolyenin yanına ekledi. Artık hareketsiz sabahı bekleyebilir ve ziyaretçilerle kimsenin ruhu bile duymadan olay yerini terk edebilirdi. Bu denli tıkırında giden işleri Türkiye’de dahi olmamıştı.
Bundan sonraki ziyaretlerinde dikkat çekmemek adına her gün farklı giysiler, farklı aksesuarlarla gitmeye karar verdiler. İki üç ay pusuya yattılar ne bir ses ne de bir seda geldi kulaklarına. Murat’ın gözü nadide İznik çinileriyle, birkaç İpek seccadedeydi, eğer işleri yaver giderse İran’dan, Horasan’dan getirilmiş iki adet minik boyutta Kuran da listesinin başlarındaydı.
Tam da bugünlerde şanslarına tüm İngiltere’yi ayağa kaldıran haberi grubun medya iletişim sorumlusu Ali, arkadaşlarına gazeteden okuyordu. Haber aynen şu başlıktaydı.
Ebay’da Skandal. “British Museum’da kayıtlı Roma döneminden kalma oniks taşına işlenmiş kadın ve Priapos kabartmalı bir mücevher 40 sterline satılık.” İlanı 3 yıldır yazmaktaydı. Ancak tesadüfen bir arkeoloğun gözünden kaçmadı.
Fiyatın çok düşük olması dikkat çektiğinden incelendi. İncelemede ilgili objelerin müze kataloğundan bilen biri tarafından bilinçli çıkarılarak dikkat çekmemeyi hedefledikleri saptandı. Uzmanların detaylı araştırmaları ile objelerin müzeden çalındığı anlaşıldı. İngiliz polisi alıcı gibi davranarak ürünleri ve hırsızları sağ salim yakaladı.
Ali haberi okumayı bitirdiğinde, Murat keyifle gerindi ve arkadaşlarına “Bu ülkede işimiz bitti, şimdi görev senin Hüseyin, hedefimiz bu ürünleri sorunsuz Marsilya’ya taşımak, oradan da arkadaşların yardımıyla gizlice gemiye yükleyerek İstanbul’da meraklılarına lüpletmekten başka yapacak işimiz yok,” dedi.
Ümit Ahmet Duman
Comments