Kuralları olan bir grubuz. Şu âna değin hiçbir icraatımızı kendi çevremizde yapmadık. Ne yapacaksak bizden uzak mahallelerde gerçekleştiririz. Kimseye zarar vermek niyetinde değiliz. Doğanın, Tanrı'nın hakça bölüştürmediğini, biz hakkımız kadarını alarak fakire fukaraya dağıtma görevine talip olduk.
Bize eğitimsiz cahiller diyenleri de buradan kınıyoruz. Her bir konuda her hafta sonu eksiksiz katılımla özel çayırımızda uzmanlarımızdan özel uygulamalarla dersler alarak yeteneklerimizi her geçen gün artırmaya devam etmekteyiz. Bizlerin de çeşitli sınıfları var. Hiçbirimiz birbirimizin icraat alanına el atmayız. Olay yeri incelemede araştırma yapanlar, bizim kadar uzmanlaştıklarından bu işi içimizden kimlerin gerçekleştirdiğini adları gibi kesin bilirler. Yanılma payları şimdiye kadar olmadı. Onlara da saygı duymak gerek, bizler sahnede onlarsa eleştiri de ellerinden geleni yapmakta ustalar gerçekten.
Saysam onlarca grubumuz var, bizim bölgede en geçerlilerini şöyle bir sıralarsam ne tür bir meslekten bahsettiğim şıp diye anlayacaksınız tabii. Cepçi, camici, gece işçisi, goygoycu, jiletçi, otel faresi, otobüsçü, tırtıkçı, tırnakçı, tokatçı, sacayağı vb böyle uzar gider bizim mesleğin lakapları. Sanırım anlamışsınızdır anlı şanlı bizim onurumuz mesleğimizi, adı üstünde hırsızlık. Canınızı sıksak da birazıcık korkutsak da bu mozaikte bizim de yerimiz olmalı. Biz olmasak da soyuluyorsunuz biz olsak da. Biz hiç olmazsa daha büyük soyanların farkındalığını artırmaya yardımcı oluyoruz sizlere. Şükredin bize.
İnsanlık var oldukça var olmuşuz, olmazsa olmuşuz. Bazen kentlerin rengi diye tanımlanırız entel ağabeylerce. Şu beylik sözümüzü de söyleyip sizi de eğlendirecek hikayemize geçelim.
“Meslek saydığımız işi, ev sahibi evde yokken ifa ettiğimizde, eyleme maruz kalan kişiler ve yakınları için yaradana şükrederiz.”
Sigortalı olsak emekliliğe hak eder miyiz acaba?
Canımızın sıkıldığı her eğitimde yeni bir şeyler öğrendiğimiz, karşı cepheye sızmalarımızın her geçen gün zorlaştığının sıkıntısını yaşadığımız, bu mevcut zorlukları nasıl aşacağımızı enine boyuna tartıştığımız bir gecenin sonunda tam bir iki tek atıp keyiflenmişken bizim Murat her zamanki ani çıkışları ile, “Bu akşam bu kadar kafa ütüledik, mesaimizin karşılığını çıkarmalıyız. Hatta fazla mesaili olsun, olsun ki karşı mahallenin zengin evlerine bir göz atalım, ışıkları yanmayan evlerin zillerini çalalım, evde kimsesi olmayanları bir yoklayalım, ortada bir iki sakal bıraktılarsa tırtıklayıp çıkalım. ay da kapalı bu akşam, bizim için güzel bir geceye göz kırpıyor,” dedi. Murat, Ali, Hasan atletik vücutlu üç aslanla ben, ortalığın sessizliğe bürünmesini bekledik. Dörtlü çete her zaman iyi çalışır, içimizden ikisi erketeye yatar, biri sokağın bir girişinde diğeri diğer ucunda. Bu zengin mahallede hafta sonlarını şehir dışında geçirmek hemen hemen bir gelenekti. Çaktırmadan erketecileri yerlerine yerleştirdikten sonra içeri girecek ikimiz keşif gezisine başladık. Neredeyse yarıya yakınında ışıklar sönüktü. İki üç kapı ziline dokunduk, bazıları sormadan açıldı. Bazıları, “Kim o?” nidasıyla bizden cevap bekledi. Birinde şaka olsun diye, “Hırsıııııız!” diye yanıtlamamıza rağmen kapı açıldı. Yerlere yıkıldık gülmekten. Saçak aralarından, kaldırımın duvara yanaşık tarafından, neredeyse vitrinleri silercesine sessizce diğer hedeflerimize yöneldik. Oldukça şık, yeni kentsel dönüşümden teslim edildiği belirgin dörtlü bir blok grubunun sapada kalmış ikinci katında henüz balkonuna demir yaptırmamış bir evi gözümüze kestirdik. Erketecilerden aldığımız olur işaretiyle alt kat çıkıntıları ve biraz da kol gücümüzü kullanarak, birbirimizi sırt sırta destekleyerek balkondaki yerimizi aldık. Validebağ korusunu baştan sona gören hatta azıcık Marmara denizinin o eşsiz güzelliğini sisler arasından seçebildiğimiz balkonda birkaç dakika soluklandık. Erketeciler bizim yukarıdan otomatiğe basmamızla sıradan bir misafirliğe gelmiş iki kibar arkadaş gibi zorlanmadan, nereden akıllarına geldiyse köşedeki çiçekçiden dikkat çekmemek amaçlı bir buketle kapıda belirdiler ve eve giriş yaptılar. Eğitimlerde hep tekrarlanır: Çok kolay gerçekleşen eylemlerde mutlaka bir terslik bekleyin, teoremini aklımıza getirsek de sağa sola baktık. Oldukça temiz, yeni yerleşilmiş, her şeyin yerli yerinde olduğu ve gece yarısını da bir hayli geçtiğinden ev sahiplerinin de en azından bu akşam gelmeyeceklerinin kesinleşmesiyle tedirgin olunacak, olumsuzluk düşünülecek hiçbir gösterge yoktu.
Yatak odası prensip olarak ilk uğrak noktamızdı. Zavallı kurbanlarımızın her şeyi ortaya sermelerinden hırsızlık riskini akıllarından bile geçirmediklerini anlıyoruz. Evde kasa falan aramaya gerek yoktu, neredeyse gelip almamız için sadece paketleme hizmetini yapmadan tüm mal varlıklarını komodinlerin üzerine sermiş gibiydiler. Bizim Murat bu eylemlerde hep muziplikleri ile ün salmıştı. Bu akşam da yatak odasındaki bu zahmetsiz defineyi evdeki bir el çantasına zahmetsizce aktardıktan sonra, salondaki modernliği ile göz alan şık cam aksesuarlarını sergileyen dolapların ortasındaki kapalı sütunun üst dolabını açtı. Açması ile sokak lambası ışığının cömertçe salonu aydınlatan ışık huzmeleri, şişelerden ışıl ışıl yansıyan ışınlarına bizi kilitledi. İkinci emareden de anladığımız kadarıyla genç olduklarına kesin karar verdiğimiz ev sahiplerimizin içki zevklerine bayıldık. En nadide, göreni kendine bağlayan ambalajı ile kapağı henüz açılmamış yabancı viskiler, şeffaf, mavi, pembe ve koyu kırmızı yanan ateş suları bizleri beklemekteydi. Sessiz ama konuşmaya gerek kalmadan gözlerimizin onayı ile kendimizi salonun köşesindeki masada bulduk.
Sakilikte üstüne kimseyi tanımadığımız Murat, muzipliğe kaldığı yerden devam ediyordu. Kristal bardaklara dolan içki seslerinin salonu dolduruşuyla, mutfakta ehil arkadaş Ali’nin buzdolabından ve mutfak dolabından getirdiği kuruyemiş, peynir ve diğer nevalelerle masayı değme bar bankosundan, değme meyhane masasından daha alımlı hale getirmesi yarım saatini almamıştı. Olduğumuz andan, çevremizden izole, özlemini çektiğimiz ev ortamı rahatlığında, yeni kapanmış merkezi ısıtma sisteminin gevşetmesiyle muhabbetin belini kırıyorduk. Meyhanedeki çakırkeyfimizi yarıda bıraktığımız noktaya, birinci şişenin son damlasına erişmesiyle ulaştık. Muhabbet hararetini, yiyecekler iştihamızı, içki cesaretimizi artırdıkça şerefe lafları daha bir tekrarlanır olmuştu. “İrlanda viskisinin üstüne yoktur birader,” derken ikinciyi açan Murat’ın elleri dert görmesin vallahi Michigan usulü kömürden süzülmüş, isli bir tada gömülmüş, damıtılmış viski zirveyi zorluyordu. Su gibi kayıyordu meret. Mahallede ölmüş ölmemiş bahsi geçmeyen kimseler kalmamıştı muhabbetimizi süslemeyen. Murat markasını okuyamadığı ama özel filelere sarılı viski şişesine el attığında bunun da efsane olacağını gözleriyle onaylıyordu. Hakikaten de nereli olduğunu okuyamadığım, yavaş yavaş silikleşmeye başlayan etiketi okumaya gerek olmadan, ev sahibinin içki zevkine kadehlerimizi kaldırıp bir iki yudum da onu da gömdük. Ali bir anımsatma da bulundu. “Beyler dolapta Dünya biraları var, onlarla güzel bir cila yakışır bize,” dedi. “Ne tür biralar bu dünya biraları?” dedik. “Brüksel, İngiliz, Avustralya, Münih biraları var, sütten çok bira var. Tam hazine odasına girmiş gibiyiz,” dedi. Sırasıyla hepsinden deneyerek dışarıda gün ağarmasını fark etmeden kafaların keyfe varmasıyla salondaki koltuklarda bir beş on dakika dinlenmeden bir zarar gelmez düşüncesiyle tatlı tatlı duygularla serildik kadife kaplı koltuklara, başımızın altında pelüş yastıklarla. Kokusu bile içimizi mayıştıran bu evde, her birimiz hangi duygulara yelken açtık, hangi rüyalarda, hangi özel mekânlarda misafir edildik bilmem ama derin uykumuzdan bir kadın bağırışı ve onu teskin etmeye çalışan bir beyefendinin sesiyle uyandık. Kaçacak karşı koyacak halimiz olmadığından kötü bir niyetimiz olmadığını sadece evimizi şaşırdığımızı, özür dilediğimizi belirttik ama iki kat aşağıdaki görevlinin seslere koşup bizi ev sahibi ile birlikte polise teslim etmeleri çok uzun sürmedi. Karakolda içki zevkini takdir ettiğimiz bu ince ruhlu ev sahibimizin incelik göstererek bizden şikayetçi olmamasına da ayrıca şapka çıkararak çok çok teşekkürler ettik. Ev sahibi cezalandırılmamızı istemese de kamu davası nedeniyle bir hafta kadar Bayrampaşa da misafir edildik. Sicilimize bir sürü ciddi olayın yanına bir de bu komik olay işlendi. Diğer üç arkadaşa sorduğumda, o akşam tattıklarımız, içtiklerimiz, yediklerimiz bir haftalık misafirliğin çok üzerinde olduğunda hemfikirdik.
Demek ki neymiş? Çalışırken ve araba kullanırken alkol almak tehlikelidir. Her zaman böyle minik kazalarla ve olumlu sonuçlanmayabilirmiş.
Ümit Ahmet Duman
Comentários