top of page

Öykü- Ümit Can- Söndürün Beni

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

Celal Galip bir sabah çapaklanmış yorgun gözlerini açtığında, kendini ilçe belediyesinin önünde yakmak üzere olan yoksul bir çiftçi olarak buldu.

Çevresini zabıtalar, güvenlik görevlileri, polisler ve oradan geçerken neler döndüğünü anlamak için durup seyreden meraklı bir kalabalık sarmıştı.

Belediye başkanı, makamında Müteahhit Osman Bey ile oturmuş ilçede üç yıl içinde faaliyete geçmesi planlanan blok apartman projesi, kendisine verilecek 4 daire ve imara açılacak arazi hakkında konuşuyordu. Celal Galip’in görüşme talebini bu yüzden reddetmişti başkan. Daha müsait bir zamanda gelmiş olsa, hadi neyse der içeri buyur edip maruzatını dinlerdi. Ama bu kadar mühim işin arasında kapıya dayanması, üstelik ağza alınmayacak küfürler eşliğinde bağırıp çağırarak görüşme talep etmesi… hadsize haddini bildirmek icap ettiğinden işte buna müsaade edemezdi.

Zabıtaları aşağıya göndermiş, “Şunu vazgeçirin, canımı sıkmasın.” diye tembihlemişti başkan.

Celal Galip elinde boş bir benzin bidonuyla kendisini neden bir çiftçi olarak gördüğüne anlam verememişti ilk önce. Şaşkınlıkla karşılaması gereken bu durum, bir müddet düşündükten sonra çok olağan gelmişti ona.

Üzerine döktüğü benzin gözlerini yakıyor, boş bidonu tutan elinin tersiyle gözlerini siliyordu arada. Öbür elinde çakmak vardı. Düşürmekten ve vazgeçmekten korktuğu için ve biraz sonra her şeyin biteceğini bilmenin de verdiği ince bir kederle avucunda sıkıyordu çakmağı. Her şey sona erecek, çocukluğunun mahallesine gürbüz bir oğlan olarak geri dönecekti sanki. Sokak aralarında akşama kadar top oynayacak, taş duvarlar üzerinde Kara Murat olup Kazıklı Voyvoda Vlad’ı kılıçtan geçirecek ve televizyonun karşısında Kapıcı Cafer’in kız isteme telaşını izlerken uyuyakalacaktı. Artık akşamları hesap defterinin üzerine eğilip televizyonun ve dört çocuğun gürültüsü arasında kafa patlatmayacaktı. Sabahları evden kahvaltısız ayrılmayacak, akşamları karısının memnuniyetsiz ve bıkkın bakışlarına maruz kalmayacaktı.

***

Belediyede temizlikçi olarak çalışan Süleyman üstünde Saray Pastanesi yazan tepeleme dolu bir poşetle zabıtalara yaklaştı.

“Abi, zeytinli poğaça kalmamıştı. Sana da peynirli aldım.” dedi Zabıta Necmi’ye.

“Tamam, içeri gir. Geliriz birazdan.”

Süleyman içeri seğirtti.

“Sabah sabah başımıza iş açtı koduğumun çocuğu!” dedi bir ses.

Sesinden bunu söyleyenin Rıza olduğunu anladı Celal Galip. Rıza iki sene önce belediye seçimlerinden hemen sonra zabıta kadrosuna alınmıştı. Belediye başkanının uzak bir akrabasıydı. Diğer bütün akrabalar gibi o da partisi için çalışmış, canını dişine takıp ilçenin en uzak köylerine dek gitmişti oy toplamak için. Broşür dağıtmadığı ev, omzuna dokunmadığı vatandaş, elini öpmediği ihtiyar kalmamıştı. Zaten seçimden sonra işe alınmasaydı başkanı makamında vuracaktı. Büyük yemin etmişti.

***

Tanıdık esnaflardan biri çekinerek Celal Galip’e yaklaştı. Benzin kokusunu alabiliyordu.

 “Galip Abi,” dedi, “sen neden intihar ediyorsun?”

“Bilmiyorum Selim.” dedi Celal Galip. Orada bekleyen, ama sıkıldıkları için artık kendi aralarında konuşmaya dalan kalabalığa baktı. “Katlanamıyorum artık.”

“Tamam abi.”

“Nasıl yani… Bu kadar mı?”

“Evet abi. Bence haklısın.” Başıyla belediye binasını işaret edip “Hırsız hepsi. Alayına kibriti çakacaksın bunların!” dedi tıslayarak.

Celal Galip bunları söyleyen Selim’in gözlerinin içine boş boş baktı bir süre. Yamuk bir patatesi andıran kel kafasının üzerinde kapkara iki çukura dönen gözlerine dolu dolu tükürmek istedi.

“Selim gözünü seveyim siktir git!”

“Oldu mu şimdi? Hiç yakışıyor mu sana bu laflar? Ayrıca…” Durdu, ne söyleyeceğini tartarak düşündü biraz, sonra Celal Galip’in kulağına yaklaşıp sessizce “…sen siktir git Galip Abi.” dedi.

Selim bekleşen kalabalığa hadi eyvallah diyerek uzaklaştı. Sonra döndü ve kalabalığa doğru telefonunu göstererek, “Video çeken olursa bana da atsın,” diye seslendi.

***

Başkan, belediyenin önünü ve Hükümet Konağı meydanını gören odasındaki geniş pencereden olan biteni seyrediyordu.

Celal Galip, belediye başkanını pencere önünde görünce çakmağı çaktı hiç düşünmeden.

Onunla göz göze gelince içine geniş bir karanlık sinsi bir yılan gibi yayılmış ve bu karanlığı muhtar çakmağıyla aydınlatmak ve korkutup kaçırmak istemişti sanki.

O gün en küçük çocuğunu berbere götürüp saçlarını kestireceğini, devamlı evine girip çıkan köylüsü Lütfü’nün ona 4 bin lira borcu kaldığını ve o parayla da ev kredisinin bu ayki taksidini ödemesinin mümkün olduğunu hatırladı bir an.

Bedenini alevler kaplarken Lütfü’den alamadığı 4 bin lirasına üzüldü.

***

Bütün bakışlar ona dönmüş, bütün bakışların içinde alevden bir adam belirmişti. Pürdikkat kesilmişti herkes. Bazıları telefonlarına sarılmış videoya alıyordu olan biteni. Yanan bir insan görmek, bu küçük ilçede öyle her gün karşılaştıkları bir hadise değildi çünkü. İlk defa çığlık çığlığa etrafa koşturup duran bir alev görmüşlerdi. İlk defa bir alev ayaklanmış ve büyülü bir sesle onlara haykırmıştı:

“Söndürün beni orospu çocukları!”

***

Kollarını iki yana açıp alevlerin kendisini kucaklamasına izin vererek ormandaki bir ağaç gibi yerinden kımıldamadan onuruyla yanmayı ummuştu. Asil bir ölüm olacaktı böylece. Ama istediği gibi olmamış, güzelim ilçenin huzurunu kaçıran alevden arsız bir çığlığa dönüşmüştü sadece.

***

Belediye Başkanı aşağıda donmuş bir vaziyette bekleyen kalabalığı Müteahhit Osman’a göstererek “Görüyor musun şunları? Bak hele, iyi bak. Görüyor musun, parmağını kımıldatan yok. Haysiyetsiz hepsi. İş yaptıramıyoruz kimseye. Herkes bir başkasından bekliyor.”

Müteahhit Osman elinde kahvesi, başını sallayarak “Tutanak tutun, olaya şahit olan herkese imzalatın,” dedi. “Biliyorsunuz, tutanak memurun zırhıdır.”

“Zaten tutanak tutmak dışında bir şey bilmiyorlar ki!” dedi Belediye Başkanı.

***

“Yangın tüpünü getirin!” diye bağırdı zabıtalardan biri.

Yangın söndürme tüpünü hazırda tutmadıklarını ilk o zaman fark ettiler, kalabalık halinde… Tüm gözler, tüm kulaklar, tüm ağızlar tek bir kafada birleşmiş ve kalabalık, gövdesi olmayan devasa bir kafaya dönüşmüştü.

İlk o an kabul ettiler hatalarını. Hep birlikte. Devasa bir kafanın içinde ağız birliği edip aynı pişmanlığı haykırdılar:

“Neden yaktı kendini bu orospu çocuğu?!”

Ama büyü çabuk bozuldu. Büyüyü bozan, herkesi güvenli uykusundan uyandıran o cümle arkasında koyu bir pas bırakarak tüm kulaklarda çınladı madeni bir ses halinde:

“Sivil savunma amiri kimse o gelsin söndürsün. Sorumluluk onda!”

Aynı şeyleri düşünmenin, aynı şeyleri konuşmanın ve aynı şeyleri hissetmenin verdiği güvenden hızla uzaklaştılar.

Devasa kafanın tepesinde onlarca ağız, onlarca göz ve onlarca kulak kıpırdamaya, çatırdamaya ve hızla dağılmaya başladı.

Herkes yine birbirinin yüzüne, bir başkasının gözlerindeki alevden adama baktı.

Aynı ses tekrar yankılandı: “Sivil savunma amiri gelsin!”

Sivil savunma amirinin kim olduğunu ve ne işe yaradığını kimse bilmezdi. Kâğıt üstünde bir isimdi sadece.

“Belediyede sivil savunma amiri kim?” diye fısıltı halinde bir ses duyuldu bu kez.

Yanık et kokusu etrafa yayılmış, herkes burnunu kapatmıştı.

Polislerden biri en makul öneriyi pat diye havaya sıktı: “Ulan biriniz gidip sivil savunma dosyasına baksın. Orada koduğumun amiri de yangın söndürme ekibi de kim, tek tek yazıyor.”

“Ben vazifem olmayan işe karışmam!” diye bağırdı arka taraflardan biri.

“Ben de!”

“Ben de!”

“Herkes kendi işini yapsın!”

“Aynen!”

“Evet, doğru söylüyor.”

“Herkes kendi işini yapsa hiç sorun çıkmayacak.”

***

Kimsenin hareketlenmediğini görünce Necmi binaya doğru yürüdü çaresiz. O sırada Süleyman çıktı binadan.

“Necmi Abi senin poğaçayı Metin Abi yedi. Sana yenisini almaya… Oha adam yanıyor!”

Necmi durdu: “Can pastanesine fırla, zeytinli al!”

“Biraz durup izlesem…”

“Fırla dedim sana!”

Süleyman canı sıkılmış bir halde koşarak ara sokaklarda, Necmi de yürüyerek belediye binasının koridorlarında kayboldu.

***

Esnaftan Perdeci Kazım, her tarafı alevlerle kaplanmış Celal Galip’i canlı yayına geçerek videoya alıyordu telefonuyla: “Evet değerli dostlar, Galip Usta tüm uyarılarımıza rağmen, tüm yalvarıp yakarmalarımıza rağmen kendini yaktı… Hoş geldin emmoğlu! Recep abi sen de hoş geldin. Ooo kimleri görüyorum! Rıdvan Reis tatildeyken bile bizi yalnız bırakmamış, yayınımıza katılmış, safa getirmişsin Rıdvan Reis! Çam çırası gibi yanıyor mübarek. Ama şimdi… fazla yaklaşamıyorum. Cayır cayır yanıyor yemin ederim. Yav daha fazla yaklaşamıyorum Rıdvan Reis. Burada olsaydınız yanık et kokusunu duyardınız. Pideleri gibi yanık kokuyor. Benzetmemi mazur görün, ama pideleri de hep yakardı bu Galip Usta. Sivil savunma amiri gelip söndürecek. Hepimiz onu bekliyoruz. Durum bu. Daha fazla yaklaşamıyorum kendisine. Çok sıcak çünkü. Ama açık seçik görülüyor videoda zaten. Bakınız kafasında saç kalmamış…”

***

Necmi elinde yangın söndürme tüpüyle çıkageldi.

“Yangın söndürmede sen varsın Rıza.”

Tüpü uzattı.

“Söndür şunu!”

“Ben mi varım?”

“Evet, seni yazmışlar.”

“Kim yazmış lan beni oraya?!” Kalabalığa bakıp tükürür gibi lafı orta yere attı: “Sokarım böyle işe!”

(…)

Rıza yangın tüpünü küfür korosu eşliğinde aldı eline. Hortumu artık hareketsiz duran Celal Galip’e çevirdi. Sivil savunma dosyasında kendisini söndürme ekibinin başı olarak yazan memurun ve bunu onaylayan belediye başkanının yedi ceddine içinden sayarak köpüğü sıktı.

“Sık abi, sık!”

“Sıkıyorum gelmiyor.”

“İyi sık.”

Tüpü kaldırıp üstündeki bakım çizelgesine baktı Rıza.

“Lan bu boş!” Necmi’ye tüpün üstündeki bakım çizelgesinde yer alan tarihleri göstererek, “Bak, tarihi geçmiş! Boş tüp getirmişsin dallama!” dedi.

Rıza tüpü uzak bir köşeye fırlatıp attı öfkeyle. Gözü yerdeki muhtar çakmağına ilişti, eğilip yerden aldı ve cebine sokuşturdu.

***

O gün Pideci Celal Galip bir çiftçi olarak öldü, ama hiç kimse pidecinin bir çiftçi olarak öldüğünü bilemedi.

***

Aklının bir köşesinde rahmetlinin kendini ilçe halkına rezil rüsva ettiğine dair güçlü bir inanç taşıdığını etrafa belli etmemeye çalışan Selim aynı günün akşamı kahvede çayını yudumlarken “Rahmetli hayatına doyamadan terk-i diyar etti” başlığıyla Perdeci Kazım’dan aldığı videoyu sosyal medya hesabında paylaştı ve videonun altında baş sağlığı ve sabır dileyen eş dosta üşenmeden tek tek “dostlar sağ olsun” yazdı.

***

Ertesi gün ilçenin tek yerel gazetesi olan İlkeli Gazetesi, Galip Usta’nın pide lokantasının önünde çekilmiş bir fotoğrafının altına ilçenin çok sevilen pidecisinin ailevi ve psikolojik sorunlardan dolayı intihar ettiğini, bu elim olayın ilçe halkını büyük bir yasa boğduğunu manşet haber olarak geçti. Haberin en alt bölümünde ise Belediye Başkanının bu olaydan ötürü duyduğu derin üzüntü ve acılı aileye sabır ve baş sağlığı dilekleri yer alıyordu. Ayrıca olayla ilgili tahkikatın sürdüğünü ve ilçe halkının geride kalan acılı aileyi merhumun bir emaneti olarak kabul edip bağrına bastığını da ilave etmişlerdi.

***

Birkaç hafta sonra Doyum Pide tabelası sessiz sedasız indirilerek merhumun pideci lokantası tabldot yemek çıkaran bir esnaf lokantasına dönüştürüldü.

***

Bir yıl sonra Galip Usta’nın karısı köylüsü Lütfü’yle mutlu bir evlilik yaptı.


Ümit Can

Comments


bottom of page