Öykü- Şebnem Oral- Asıl Sıkıntı
- İshakEdebiyat
- 31 May
- 5 dakikada okunur
Ayaklarımı uzattım, son günlerde içeriğiyle ses getiren, ergenleri konu alan bir dizi izliyorum. Yaşları henüz küçük olsa da iki kız annesiyim. Önemsiyorum böyle dizileri. Kapı çaldı. Saate baktım, henüz on buçuk. Hadi ya, gelmiş olamaz! Olur olur, annem bu. O neyi, hangi zamanda yapmak isterse öyle olur. Açtım kapıyı, bekliyorum, aşağıdan sesi geliyor, sanırım, merdivenleri silen Veli Efendi’ye yine çemkiriyor. İyi adam şu kapıcı, pek cevap vermez ona, anlıyor besbelli. Hiç güzel silmiyorsun buraları, hem bu Arap sabunu ne böyle, kokusu da kötü, değiştirsenize şunu, diyormuş. Ekmeği dağıtırken, arada bana da anlatıyor. Kaç kere, “Gerek yok o kadar erken gelmene, sen de sevdiğin diziyi izle öyle yola çık, iyi gelir,” diye anlatmaya çalıştım, yok, dinletemedim. Yine desem aynı lafları, akşamı zor ederiz, hiç durmadan konuşur. Ona ilenmeyi kızlar doğduktan sonra bıraktım. Loş merdiven ışığında bile, kapımıza varmadan takındığı yüz ifadesi. Hepimizin bildiği o tanıdık ifade. İnsan sürekli ekşimik suratla gezer mi? Annem gezer.
“Hoş geldin.”
Öpmek için başımı uzattım, aniden eğildi, ayakkabılarını paspasın yanına yerleştirdi. Kapıdan girişi bir hışım. Terliğini giydi, doğru mutfağa. Öpmeyi, sarılmayı geçtim nasılsın kızım bile yok. İyi ki geçen gün giderken terliğini yerine koymuşum, dolapta bulunca hemen söylenmeye başlamadı. Hırkasını çıkardı, katladı, portmantonun üzerine düzgünce koydu. Pamuklu bluzunun kollarını dirseğine kadar sıvadı. Bu hemen işe girişeceğinin en önemli işareti. Küçücük mutfağımızın ortasına gelince duruverdi. Gözlüğünün ardından dikkatle her yeri taradı ve günün özlü sözlerinden ilkini tezgâhın en boş yerine bıraktı.
“Pislik bağlamış ortalığı, hele lavabonun içi! Bir günde. Pes. Niye böylesin Zeynep? Evlatların var artık.”
Mutfak kapısında, onun arkasında, ‘hazır ol’da bekleyen asker gibi duruyordum. O hiç susmadan homurdanıyor, ben duruyordum. Kapları oradan oraya koymaya, bazılarının içini suyla doldurmaya başladı. Bir yandan da evveli gün gelirken getirdiği taze fasulyeyi dolaptan çıkardı. Alışığım bu hâllerine. Katlanmakta zorlandığımı düşünürken dalmışım. Kendi mutfağım, birdenbire çocukluğumun geçtiği iki katlı evimizin mutfağı oluverdi. Merdaneli çamaşır makinesi sanki orta yerdeydi. Annem haftalık çamaşırları yıkıyor, bir yandan da öğleden sonra gelecek her zamanki mahalle komşularımıza meşhur portakallı kurabiyesini, davul fırınında, elleri yana yana pişirmeye uğraşıyordu. Okul kapanınca evde arkadaşlarımdan uzak geçen o üç ay çok sıkılırdım. Kapının kenarından başımı uzatıp işini çabucak bitirmesini, deniz kenarına gitmeyi, yürüyüş yapmayı, dondurma yemeyi istediğimi söylerdim. Annemin işleri hiç bitmezdi. Temizlediği ocağa hızla bıraktığı çelik tencerenin çıkardığı tiz sesle kendi pis mutfağıma geri döndüm.
“N’olmuş varlarsa? Hem ben rahatsız olmuyorum. Sen de olma. Geç sen salona önce, otur şöyle, bir kahve yapayım içelim karşılıklı.”
“Ne kahvesi Zeynep? Bu pis mutfakta. Tezgâhta boş yer kalmamış. Temizleyeyim ortalığı önce. Beni bekliyorsun değil mi?”
Ya, sana ne be kadın. Çocukları büyütürken bakımlarına, oyunlarına her türlü yardımcı olurum, ne idüğü belirsiz bakıcılara bu kızları telef ettirmeyin diyen sen değil miydin? Kocamı ikna etmek için nasıl da dil dökmüştün, unutmadım. Şimdi ondan kötüsü yok ama! Kaç yıllık işimden de oldum. Gelmişsin sabah vakti yok lavabo, yok dağınıklık. Umurumda değil. Çocuklu ev burası, olacak o kadar. Hizmetçi ruhu mu var yoksa sende, ne? Küçük de kreşe başlasın saniye durmam evde. İşe de alırlarsa tabii. Altı yıl! Canım babam, haklıymış. Psikolog arkadaşım söylemişti, sinirlenince arka arkaya on kere nefes al diye. Bakalım bugün işe yarayacak mı?
“Yo dedim ya, mutfağın bu hâli beni rahatsız etmiyor vallahi. Ada erkenden uyanıyor. Bu saatlerde uykuya yatınca kendime zaman ayırmayı daha doğru buluyorum.”
“Ne o öyle derin nefesler falan? Benim annem de Sevim olsa, ben de ayırırım elbet. Bari yediğin tabakları çalkala da üst üste koy, kuruyunca çok zor oluyor. Kime diyorum?”
“Olur bir daha öyle yaparım.”
“Yaparmış! Bunu daha önce de söylemedim mi? Hayır bir de nerede yiyorsan orada bırakıyorsun. İki kız annesi, ne güzel örnek olacaksın evlatlarına. Kocan hiç mi kızmıyor?”
Hıh, konu buraya geldi sonunda. Son zamanlarda taktı adama. Hayır, annem olmasa kocamın beni boşamasını istiyor diyeceğim de… Biliyor aslında ufaklık uyuyunca dinlendiğimi. Daha kaç kere… Sinirleniyor bir de. Anlıyorum onu. Biraz. Öyle görmüş. İyi de hep suyuna gidince daha çok üstüme geliyor. Kocan kızmıyor mu? Bildiği tek laf. Onu ne karıştırıyorsun? Cinlerim tepeme çıkıyor. E, Sevim Hanım siz bu işleri beceremediyseniz kabahat benim mi?
“Hayır. Onunla iş bölümü yaptık. Bulaşık onun işi. Sorun yok.”
“Pes! Her lafa bir cevap. Ama tebrik ederim. Keşke yıllar önce ben de babana…”
“Anne, sen her zamankinden daha mı sinirlisin bugün?”
“Yoo, nereden çıkarıyorsun? Yalan mı söylediklerim?”
“Geldiğinden beri çatacak yer arıyorsun da.”
“Yer aramaya hacet mi var? Mutfağın durumu ortada, şuraya bak.”
Kesin ciddi bir şey var. Ayaklı bomba gibi dolaşıyor. Halledemediği bir derdi olunca böyle yapar hep. Söylemez, sormamı bekler. Önce şu mutfağı parlatmasını durdurmam lazım.
“Güzel annem, tamam, anladım. Hadi, çalkala ellerini, geç salona. Sabah kahveni içtin mi sen?”
“İçmedim.”
“Şimdi yapıyorum. Köpüklüsünden. Yanında bitter çikosuyla.”
Neyse ikna oldu. Babamla da görüşmedim kaç gündür. Arardı hep, çocukları sorardı. Var bunlarda bir şey. Sabahları bir kahve keyfi var, onu da içmeden çıkmış yola. Suçu da bana atar birazdan. Nasıl başarıyor kendini hiçbir şeyden sorumlu tutmamayı? Bunu sorayım arkadaşıma, psikolojide bir karşılığı var mı bunun? Ben böyle yapmayacağım çocuklarıma. Üzülüyorum hâline ama bana çok güzel ibret oluyorsun annem.
“Sen gel deyince… Hızla hazırlandım çıktım evden. Biliyor musun Zeynep, baban bir aydır çok öksürüyor, doktora git diyorum ama…Sana bir şey dedi mi?”
“Ne diyorsun duyamıyorum, yanına gelince anlat. Mırıldanıyorsun yine kendi kendine.”
“İşine gelmiyor tabii, merak etme ben ne yapar eder götürürüm babanı doktora. Tam oh diyecektik, gezecektik. Ay, selamete çıkar Allah’ım.”
“Bana mı söyleniyorsun? Sehpanın üzerine bıraktım bak kahveni. Öksürükten başka ne gördün de evhamlanıyorsun? Her zamanki babam işte.”
“Gizli gizli tansiyonunu ölçüyor. Ne anlayacaksa ondan. İnce de giyiniyor.”
“Ee, çocuk mu bu anne. Koskoca adam.”
Babamın öksürüğüne takmış. Arada yine kahveye gidiyormuş adam. Ne yapsın, bütün gün seninle, kim bilir ne dırdırlanıyorsundur? Melek gibi adamı evham kumkuması yaptı. Yediğine, giydiğine, gittiğine, her şeyine karışıyor. Babam isyan bayrağını açınca da hop bana dönüyor. Bunların araları mı limoni acaba? Birazdan çıkartırım baklayı ağzından.
“Biliyorum kahveden kapmıştı o pis verem mikrobunu. Gerçi şimdilerde pek gitmiyor, arada. Ne buluyor o ağzı bozuk adamlarda bilmem ki? Ciğerinde leke kaldı tabii. Çok dikkat edin demişti doktor. Hiç gitme diyorum şu kahveye. Kim dinliyor? İşimi bırakıp evde okey mi oynayayım onunla?”
Kahvedekileri hiç sevmez annem. Çok kabalarmış da babamı da bozuyorlarmış. İyi de sen de altın gününe gitmiyor musun? O sana bir şey diyor mu? Herkesin rahatlamak için bir yolu var; o da onlarla bir muhabbet tutturmuş. Hep dizginler elinde olacak. Bak bak, evde onunla okey mi oynayayım, diyor. Bazen şaşırtıyor beni. Oyna, ne olacak sanki? Sende bahaneyle dinlenmiş olursun. Aman aman neyse, yine başlayacak eskilerden anlatmaya. İyisi mi hiç üstüne gitmemek.
“Sen ve okey. Düşünemedim şu an. İyi olmaz mı yine de? Dinlenmiş olursun.”
“Nasıl dinleneceğim? Sabah kahvaltıda boşanalım, dedi.”
“Kim? Nasıl? Kırk yıl sonra!”
“Baban. Dedi vallahi. Kaçırmışsın köpüğünü yine ama, iyi geldi.”
Şebnem Oral
Comments