top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Şule Sarı- Taç Utangaçlığı

“Seviyorum alınyazımı!

Yuvarlanan ve yosun tutmayan taşın alınyazısını!”

İossif Grişaşvili


Göğün yüzü yine görünmüyordu, dal cümbüşünden. Kıvrımlar, zikzaklar, nehir boşlukları, sepet örgü mübarek. Dallar hem yakın hem uzak birbirine. Boğmaz, yalnız da bırakmaz. Arif yine tüm sevecenliğiyle Mustafa’ya ormanın bu ihtişamlı görüntüsünü anlatıyor, anlattıkça âdeta ormanla bir oluyordu.

“Misal, bu ladin hasta oldu, böcekler sardı gövdesini, kati surette diğerine hastalık geçmez. Yaprağı yaprağına değmez. Niye, yanında yöresindekini hasta etmeyim diye. İnsan öyle mi ya Mustafa? İlla zehrini akıtacak, kendini kurtaracak.”

“Aaaarif Aaaağabey, Hammmdi Aaaağabey biiiizi bekliiiiyor, söyleeeenip duruuuuyor. Ayrıııca ben deeeee buraaalıyım, banaaa anlaaatıyorsuuun da.”

“Kime anlatayım be Mustafa’m, laf yüreği yufkaya anlatılır, kime anlatayım? Bir gün şu ağacın altında hık diye gitsem gam yemem. Hatta vasiyetimdir, olduğu gibi gömüverin beni. Burdan ala cennet mi var. Misal şu köstebeğin yaptığı işe bak. Değme mimardan iyi çalışır, taze toprağı kümbet gibi yığar şuracığa. Hanıma götürdüm geçen çiçeklerin dibine koysun diye yaranamadım yine. Kıçını döner yatar anca, koklatmaz. Neyse, ne diyordum?”

“Aaaaarif Aaaaağabey, evdeeeeekiler her haffffta soooonu ormaaaana gelmeeeemize iğdiiiinip duruuuuyorlar, bir deeee işi uzaaaatırsak ağızlaaarına sakıııız oluuuuruz.”

“Söyletme beni, bırak o yaralı parmağa işemezleri. Evde kalsak suç, evden gitsek suç. Hatun donyağı dolması, kız anasının izinde, oğlan desen işi gücü serserilik.”

Arif dertleri Mustafa’nın sırtına yığadursun, Hamdi ha gayret suyun yolunu ferahlatmaya uğraşıyordu. Kuruyan su kaynaklarını canlandırmayı görev bellemişlerdi.

“Hamdiiii Aaaağabey, kısa bir süüüüre önce domuuuuz sürüüüsü geçmiş buuuuradan. Bakmışlar kiiii su kuruuuumuş, böğürleeeerini sürmüşler şuuuu ağaca.”,

“Bırak şu musibet hayvanı, hele gel Mustafa, kaynağın yolunu açmalı, arazi eğimli, burada gölet oluşturmak kolay olmayacak.

“Domuuuuzun adııı çıkmış Hamdiiii Aaaağabey, suyuuuu kuruttuuuuğumuz için hayvanlar suuuusuzluktan kırıııılıyor. Davraaaanırsak bir an önceeee akıtacağız suyuuu da oyaaaalanıp duruuuuyoruz.”

“Geldim babacanlar, geldim. Şu kalp çarpıntısı yüzünden hasret kaldım ormana bir aydır. Özlem giderdik yahu!

Hamdi ver ha ver ince demir çubuğu oluğa bir ileri bir geri gönderiyor, saç, yaprak, yiyecek artıkları ile kuş boku topağına dönmüş tıkanıklığı açmaya uğraşıyordu. Gırj, gırj, gırj… Arif kazmayı çeşmenin dibindeki lığıra indirdikçe terinin hakkını veriyordu. Taak, taakk, taakk… Mustafa da tırmıkla ustaların çıkardığı cürufu istifliyordu. Tııırt, tııırt, tııırt… Bütün alet edavat dile gelmiş, ışıldıyordu.

***

Bu orman seferleri herkesin dilindeydi. “Başka işleri yok, Taksit Mustafa’yı da almışlar yanlarına gömü mü arıyorlar ne?” Kulaklar haybeye çınlatılıyor, kaset boşa dönüyordu.

Ormanın, börtü böceğin halini hatırını sormak bu üç kafadara malum olmuştu. Evet evet, üçü de aynı rüyayı görmüşlerdi. Bir gün kasabanın ortasındaki çınar ağacının altında gölgeleniyorlardı.

“Bugün sabahı zor ettim, kan ter içinde uyandım uykudan, bir daha da uyuyamadım. Düşümde yorgan dikerken sırtıma bir kurt çullandı, elimi kolumu bir dişliyor, bir uzaklaşıyordu. Dur ki elimden tutacak, bir yere götürecek beni. Sonra rüyama nenem giriverdi. ‘Düşmeyesin, bir kez düşen, düşer durur hep’ dedi savuştu gitti.

“Hayrolsun inşallah, acayip şey, ben de gördüm benzer bir düş, fabrikada makineleri yağlarken elimi makineye kaptırdım. Birden makine bir beyaz kurda dönüştü. Gömleğin ucunu kaptı önce, sonra elimi gördüm yerde, sürüyüp götürdü, bir iki didikledi, kapının eşiğine bıraktı. Kapının önünde ulumaya başladı.”

“Ağaaaalar bu iş gaaaarip, ben deeee uğraşıııyorum kaç gündür, en son çalıştıııığım inşaaaaatın duvarını sııııvarken defalarca düşüüüüyorum duvardan, yanııııma bir kurt yanaaaaşıyor, tekrar çıkmaaaama izin vermiyor, yapıııışıyor paçaaaama. Tam bacağıma davraaaanacak, uyaaaanıyorum.”

Korkulu düş görmektense uyanık kalmak evladır, derler ama onlar uykularını kurda teslim etmişlerdi bile. Avcılardan aman mı diliyor, aç mı susuz mu, orasını biliciler bilir, demediler. Hayvan ormana çağırıyor belli ki deyip hayra yordular. O gün bugündür aklı birlediler. Orman onlara suyolu oldu

***

Nefeslenmek için bir mola verdiler. Hamdi azığından biraz yiyip boylu boyunca yere uzandı, teriyle toprağı doyurdu. Derin bir nefes çekti sigarasından. Evdeki cebelleşme geldi aklına. Kızının dünyayı tutan, incecik sesi… Ağrıdan tortop olmuş, gün boyu pencereden dışarıyı izleyen küçücük yüzü… Bir ihmalin bedelini ödüyordu. Kenger toplayacaktım, dedi sayıklar gibi, toparlandı kalktı. Onun aklından geçenleri bilmiş gibi Arif mırıl mırıl…

“Ağaç devrildiği yerde yeşerir Hamdi, sen kurda kuşa, türlü nebata can bağışlıyorsun o da senin ayağına yol olur elbet.

“Keşke Arif, keşke…

Keşkeleri desteleyip bir kenara koydular. Kazmalar, kürekler konuşmaya başladı. Mustafa su gibi akıtamadığı konuşmasına inat, toprağı büyük bir hızla deşeliyordu. Derine daha derine işlerken bir anda taş kesildi. Kopuk bir eldi gözüne çarpan. Sıçrayarak geri çekildi. Ağaca yasladı sırtını; sakinledi, ikirciklendi, karıncaların şahitliğinde eli geri gömdü. Toprağa sırrını bağışladı. Sır çözmeye dermanı yoktu.

Diğerleri kaynağı zorluyorlardı. Suyun önce homurtusu geldi sonra kendisi. Oluktan su yürüyünce otla çöple karıp çamurla sıvadıkları göleti doldurdular. Mustafa koca adamların üstüne bir iki su atıp ânı çocukluğa çevirdi. Üstleri başları ıpıslak içlerinde bir iş görmenin saadeti, uzaklaşa yakınlaşa eserlerine bakakaldılar.

Subaşında bağdaş kurup birer kadeh parlattılar. Yere uzanıp ağaçların perdelediği göğe doğru gözlerini diktiler. Mesafenin derinliği ile duygunun sıcaklığı arasında gide gele uzaktan bir kurdun ulumasını işittiler.

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page