Kale, iyisinden. Düşmanı caydırır. Estetik hazlar gütmüyorsanız ya da deneysel mimariye inanmıyorsanız bir kale inşa etmenizin sebebi budur. Bahsini edeceğimiz kabile de bu niyetle bir kale inşa etti. Günümüzden üç bin yıl önce. Şimdi koca bir devletler. Ama kalelerinin burçları hala bulutlara değiyor.
Üç bin yıl önce Milinari Kabilesi’nin şefi artan savaşlar ve katliamlardan sonra bir şey akıl etti. Rahat uyuyabilecekleri ve kendilerini güvende hissedecekleri bir sığınak. Tam uyuyacak veya sefaya dalacakken ıslıklı okların sesiyle irkilmek korkunç bir şey olmalı. Şef, kabilenin geri kalanına aklına gelen bu fikirden bahsetti. Kabilenin erkekleri önceki gece kutlanan düğün sebebiyle akşamdan kalma sayılırdı. Şeflerinin projesi, anlattığı kadarıyla maliyetliydi. “Artık daha az şarap içeceğiz ama güvende olacağız,” demişti şefleri. Göz kırparak eklemişti. “Sabahlara kadar süren eğlence âleminiz gece yarısı son bulacak artık.”
Yok, içine sinmedi kabilenin. Güvende olmak kimin umurundaydı? Canlarını düşman almazsa deprem, sel ya da dişlerini bilemiş aç bir kaplan alacaktı. O vakit çıkan hararetli tartışmadan sonra kabilenin ressamı Altronso -sanatını anlayamayanlar ona genelde deli derdi- bir fikir attı ortaya. “Buradan göğe dek resim yapayım,” dedi. “Sizi taşların maliyetinden kurtarayım. Düşmanlarımız da resmi görüp aldansınlar. İçeriye girmeye cesaret edemesinler.” Şef şaraba bulanmış gür sakallarını okşadı. “Kaç adama ihtiyacın var,” dedi, “ve ne kadar boyaya?”
“Beş kadın boya, beş erkek de hamallık için,” dedi Altronso. Öksürerek ilave etti, “Yüce şefimiz bu gariban dehaya kızını da bağışlarsa resmim bu neşeyle daha da güzelleşecek eminim.”
Şef kararını açıklamak için kabileden üç gün süre istedi. Kızını akıncılarından sevdiği bir oğlana verme niyetindeydi. Boylu poslu bir delikanlıydı bu. İsmi şimdi hatırında değil. Kaytan bıyıkları geldi gözünün önüne. Yakışıklıydı hergele. Sonra nedense görüntü bulanıklaştı, tekrar netleştiğinde Altronso geldi yerine. İncecik dudakları, kel kafası ve çökük gözleriyle kabile ayininde rastlasanız hortlak sanacağınız bir adamdı. Yüzü ekşidi Şefin. Ama sonra şarabı, kadınları ve bitmek bilmeyen avların maliyetini düşündü. Kararını vermişti.
Üç gün sonra kabile köy meydanında toplandı. Altronso aldığı haberle ince dudaklarını ıslattı. Ahali sevindi. Şefin güzeller güzeli kızı çok üzüldü. Kadınlar boya işini, erkekler de üzerine kale resmi yapılacak ceylan derilerini günler süren avla hazır ettiler. Altronso maiyetiyle başladı kale resmi yapmaya. Günler ve aylar geçti. Tüm kabile kule niyetine koca çınarlara gerdi ceylan derilerini. Sonra karşısına geçip gururla gülümsediler. Birkaç yıl kabilenin erkekleri eğlenceyle meşgul oldular. Kadınlar için pek bir şey değişmedi. Sonra düşman kabilenin şefi sapanla kuş avlarken, “Ulan bunun daha büyüğü, kale yıkanı da yapılır,” diye geçirdi içinden. O da uzun uğraşlarla mancınık yaptırmaya başladı kabilesine. Milinari Kabilesi Şefi’nin casusları bu haberi getirdi kabileye. İnsanlar karalar bağladılar. “Yandık!” diye feryat ettiler. Altronso oradaydı yine. “Şefim,” dedi, “ben bizim kalenin burçlarına acayip korkunç mahluklar, ejderler ve devler çizeyim. Değil mancınık kullanmak için önüne gelmek, bu topraklara bir daha uğrayamaz olurlar. Şef önce sevindi sonra korkarak sordu. “Karşılığında ne istiyorsun?” Altronso şefin kalan tek kızını gösterdi eliyle. Şef çaresiz bu teklifi de kabul etti. Kalenin burçlarındaki ejderleri ve devleri gören düşman kabileler fetih rüyalarına kapılmadılar. Çarpılmak ya da yanmak işlerine gelmezdi. Bu sebeple Milinari Kabilesi uzun yıllar barış ve refah içinde yaşadı. Ama Altronso'nun iştahı dinmek bilmiyordu. Şefin karısına ne zamandır göz koymuştu. Düşünüp taşındı. Madem düşman telef olmuş, gücünü yitirmişti, öyleyse düşman yaratmalıydı.
Kapıdaki bekçilere bir gece rüşvet verip kaleden ayrıldı. Bir büyük ağaç gördü. Bunu kesti, türlü ottan bir büyük çadır yaptı. Kestiği ağacı içine yerleştirdi. Her gece sabaha kadar çalıştı bu ağacın üstünde. Bir ay kadar sonra pek heybetli bir deve benzemişti ağaç. Altına iki tane tekerlek koydu. Bunu binbir güçlükle kalenin burçlarından gözükecek bir yere itip sabahın olmasını bekledi.
Gün ağardığında kabile gene karalar bağlamıştı. Ufukta gözüken dev onları yurtlarından edecekti. Bu sebeple acilen toplandılar. Çözüm bulamayınca yine Altronso'yu çağırdılar.
Dert yandılar. Medet dilediler. Altronso, “Ben bu devlerin neyden korktuğunu bilirim,” dedi. “Sizi bu iblisten kurtarırım. Lakin bir şartım var.”
Kabilenin şefi huylanmıştı. Başka kızı yoktu. Ne isteyecekti bu deyyus?
Lafı uzatmadı Altronso. Kabilenin şefinden karısını istedi. “Yoksa hep birlikte ölürüz,” dedi. Şefin önce öfkeden gözü karardı sonra kafasını çevirip ufukta gözüken devi şöyle bir süzdü. Pek dehşetliydi. “Buna da tamam ulan,” dedi. “Sen bizi bu devden kurtar. Karım da senin olacak.”
Altronso tüm kabileye gece olunca yatmasını ve sabah olana dek gözlerini açmamasını buyurdu. Çaresiz kabul ettiler bu teklifi.
Gece çöktü. Kabile uykuya daldı. Altronso gene çıktı kaleden. Vardı yaptığı harika devin yanına. Baltasıyla başladı kesmeye. Bir hırıltı işitti ardında. Oralı olmadı. Bu kez bir sıcak nefes başından aşağıya vuruyordu. Kafasını çevirdi. İki kocaman, kıllı ayak gördü. Daha yukarıya bakamadı. Yine kocaman bir elin içinde parça pinçik oldu.
Ahmet Tarık Tekoğul
Comments