Ahmet Büke’ye...
Son soruyu da çözüp sayfayı çeviriyorum. Uzunca bir paragraf. Okumaya koyuluyorum. Karışık cümleler. Anlamlı bir bütün oluşturmam bekleniyor. Cümleleri okuyorum. Tekrar okuyorum. Telefona bir mesaj geliyor. Hay aksi! Bir tane daha. Dikkatimi toplayamıyorum. Cümleler daha çok dağılıyor. Bir mesaj daha geliyor. Hay ben senin! Sanki cümleler yan yana dizili misketler de mahallenin sevilmeyen marifetli çocuğuna sıra gelmiş gibi. Mesaj geliyor, çocuk başparmağının tersiyle fırlatıyor misketi. Bam! Tam isabet. Sırıtıyor çocuk. Sırma gibi saçları alnını örtüyor, geri atıyor. Dişleri inci gibi sıralanmış. Sinirleniyorum. Sıkıyorum esmer ellerimi. Vuruyorum çocuğun suratına. “Mızıkçılık yapmasana len,” diye kovuyorlar beni. Sövüyorum. Öğrendiğim bütün küfürleri art arda sıralıyorum. Bir daha almıyorlar beni oyuna. Hay ben cümlesini de paragrafını da!
Alıyorum telefonu elime. Mesajlardan birisi Kredi Yurtlar Kurumundan gelmiş. Mezun olduğunuz için bursunuzu kestik diyorlar. Ohh! Mis gibi haber. Cepte beş kuruş para yok. N’apacaksın şimdi Ömer?
Yakında yurttan da atarlar. Öğrenci değilim artık. Sınava kadar sabretseler bari. Sınavdan sonra iş bakarım, yok yok o zamana kadar yetecek param yok. Yarı zamanlı bir iş bulmalı, en azından şimdilik. Facebook’ta bir grup vardı. Ankara’da yarı zamanlı işler falan filan. Belki, bir ihtimal. Bulaşıkçı, komi, garson, maskot, anketör, dergi satış elemanı...
Adreslere bakıyorum. Yolu, yol ücretlerini düşünüyorum. İçlerinden birisi bir ihtimal olur gibi. Numarayı tuşlayıp arayacak oluyorum. Hattınızda yeterli bakiye olmadığı için...
Hay ben senin! Arama yapamıyorum. Telefonu kenara fırlatıyorum. Saate bakıyorum. Başıma ağrı saplanıyor. Yatağa geçip uzanıyorum. Yastığımın altından Ahmet Büke’nin “Ekmek ve Zeytin” kitabını çıkarıyorum. Kaldığım sayfadan devam ediyorum. Bir sayfa dahi okuyamadan gözlerim ağırlaşıyor.
Uyandığımda güneşi batmaya yeltenirken yakalıyorum. Saatime bakıyorum. Yedi buçuk. Dört saattir uyuduğuma kızıyorum. Açlıktan karnım gurulduyor. Yemek saati çoktan geçmiş. Allah’tan yiyecek bir şeyler var odada. Atıştırmalı sonra ders başına geçmeli.
Mini bar dolabı açıyorum. Peynir, reçel, domates. Biraz da zeytin. Şimdi marketten bir ekmek alıp bir de çay salladım mı mis gibi akşam yemeği.
Cüzdanı açıyorum. Bomboş. Raftaki birkaç bozukluğa uzanıyorum. Elli kuruş, bir tane daha, bir tane yirmi beş kuruş. Bir yirmi beş, bir yetmiş beş, bir seksen beş, bir doksan beş. Bitti. Para bu kadar. Ekmek ne kadar? Bir lira yirmi beş kuruş. Olsun. En azından bu akşamı çıkartır. Belki pantolonun cebinde birkaç lira daha çıkar. Birinden borç almalı.
Ablamı arasam. Telefon arama yapmıyor. Mesaj hakkım da yok. Çok güzel çok.
Şortun üzerine bir eşofman çekiyorum, odayı kilitleyip çıkıyorum. Market yüz adım ötede. Kampüs bomboş. Herkes yaz tatiline gitmiş. Ben gibi geride kalan birkaç öğrencinin de sesi soluğu çıkmıyor. Kasiyer kız ayakta uyuyor, markete girince irkiliyor. Gülesim geliyor ama gülmüyorum. Ekmeği alıyorum. Canım çikolata çekiyor. Alıyorum. Sallama çay da az kaldı, almalı. Harçlık avanstan düşeriz nasıl olsa. Kasaya geliyorum. Dıt dıt. Yetersiz bakiye. Nasıl olur ya? Harçl...
Ulan mesaj geldi ya daha demin.
“Neyse bunlar kalsın, sadece ekmek. Poşete gerek yok. Kolay gelsin.”
Gerisin geriye odaya. Ketıldaki su kaynamıştır.
Müthiş zamanlama. Ketılın tık sesiyle kapının sesi birbirine karışıyor. Fenerbahçeli porselen bardağı alıyorum. Burnumu hafif yaklaştırıp kokluyorum. Temiz. Yine de kaynar suyla bir çalkalamalı. Pencereden kuru otların üstüne birkaç damla kaynar suyu döksem kimse zarar görmez diye düşünüyorum. Şimdi salla çayı. Nerde lan bunlar? Çay bitmiş. Nasıl olur? Ah ulan!
Neyse. Kuru kuru yenecek ekmek. Domates yeter. Dolabın kapağını açıyorum. Meyvelikte domates yok. Peynir kabında peynir yok. Reçel şişesinde reçel yok. Soğuk betonun üzerine oturuyorum bir süre. Ulan halüsinasyon mu görmeye başladım?
Boş peynir kabını, reçel şişesini alıp çöpe atıyorum. Zeytin var mı bari? O bari olsun artık, lütfen. En azından zeytin var. Çıkarıp tabağa döküyorum hepsini. On dokuz tane zeytin. Bugün beşini yesem, kalır on dört. İyi iyi. Buna da şükür.
Ekmekten biraz koparıyorum. Ağzıma bir zeytin atıyorum. Telefonum çalıyor. Arayan ablam. Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş. Verse verse ablam verir bana borcu. Aslan ablam benim be!
Ahmet Yetik
Comments