top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ali Demir- Sihirli Ayna

“Bir şeyler yapmalıyız. Bu böyle olmayacak.”

Bunu söyleyen, denizi hâkim bir tepeden gören yaşlı zeytin ağacının altında, arkadaşlarıyla buluşan on altı yaşındaki Atinalı Thespis’ti. Bir gün önce meclisteki soylulardan Nikos’un adamları demirci olan babasını haraç vermedi diye çarşının ortasında gözleri önünde dövmüşlerdi. Yumruklarını sıkarak izlemişti olanları. Hiçbir şey yapmadığı için kendisine kızıyordu.

“İyi de ne yapabiliriz ki? Bizler yoksul çocuklarız. Elimizden ne gelir?”

Çarşıdaki ayakkabıcının kızı Lois’ti konuşan. Diğerleriyle aynı yaştaydı. Sarı saçlarını daima örer, sırtından aşağıya doğru bırakırdı. O da Thespis’in babasına yapılanları sessizce izlemişti. Sadece o değil son zamanlarda herkes izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Şehirde yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık almış başını gitmişti. Baskıya, dayağa, işkenceye, hakarete maruz kalmadıkları gün yok gibiydi. Kendilerini güvende hissetmiyorlardı.

Gölgesinde oturdukları yaşlı zeytin ağacının altından heyecanla kalkan Erastus,

“Elimizden gelenin en iyisi buralardan gitmek olacaktır. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Bir an önce. Basit bir gemi, işimizi görür. Şu maviliklerin ötesini hiç mi merak etmiyorsunuz?”

Terzinin oğlu olan Erastus'un tek derdi uzaklara gitmekti. Hiç bilmediği, adını dahi duymadığı yerlere gitmek, farklı insanları tanımak arzusundaydı. Ne yapar ne eder konuyu gitmeye getirirdi ancak bir türlü buna cesaret edemezdi.

Thespis ve arkadaşları, bir yandan da yanlarında getirdikleri Xinomavro üzümünden yapılmış şarabı içiyorlardı. Denizden esen taze yosun kokusunun baş döndürücü etkisi şarapla birleşince kendilerini biraz olsun rahatlamış hissettiler. Thespis, uzun süredir elindeki şaraba bakıyordu.

“Buldum! Ne yapacağımızı galiba buldum.”

Thespis'in sesi heyecanlı çıkmıştı. O üzgün hali gitmiş, gözlerindeki hüzün yerini iki küçük kıvılcıma bırakmıştı. Erastus ve Lois onun söyleyeceklerini merakla bekliyordu.

“Becerdikleri en iyi işi yapmalarını, seyretmelerini sağlayacağız. Bizim istediğimiz şeyleri izleteceğiz onlara. Kendilerini! Bunu onlara ayna tutarak yapacağız.”

“Ayna mı tutacağız? Dalga geçiyorsun herhalde bizimle,” dedi Lois.

“Evet ayna tutup tüm çirkinliklerini hem tüm halka hem de onlara göstereceğiz.”

“Nasıl olur? Ne gerek var aynaya? Zaten halk istemese de her gün görüyor onların çirkinliklerini,” dedi Erastus.

“Emin ol onlar da hemen her gün bakıyorlardır aynadaki yüzlerine. İlk defa görecek değiller ya,” dedi Lois.

“Bakmakla görmek aynı şey midir? Biz onların baktıkları şeyin arkasını göstereceğiz. Maskelerini indirip gerçekle yüzleştireceğiz.”

“Sen Lois, babamı döven asker olacaksın, Erastus, sen de annem. Ben de babamdan haraç isteyen ve askeri çarşıya yollayan meclis üyesi Nikos olacağım.”

“Neden ben annen olacakmışım? Olmaz öyle şey. Lois olsun. Hem o kız. Kadın olursam herkes güler bana.”

“Gülsünler! Gülmeliler! Eğer gülmezlerse bizi görürler, ne yapmak istediğimizi hemen anlarlar. Biz gülücükler arkasına saklanacağız. Onlar o gülücüklerde kendilerini görecekler, perdemiz o gülücükler olacak.”

İtiraz edecek oldular ancak Thespis’in ne kadar ciddi olduğunu görünce bundan vazgeçtiler. Dün çarşıda yaşanan kavgada ne gördüler ne duydularsa herkes üstüne düşeni eksiksiz yerine getirdi. Lois’in asker olması, Erastus’un anne olması yaptıkları işe komiklik katıyordu ancak yine de onları rahatsız eden bir şeyler vardı bu küçük gösteride. Bir şeyler eksikti sanki. Aynısını canlandırmak bekledikleri gibi hissettirmemişti.

“Baksanıza ayna olmak tek başına yeterli olmayacak galiba. Aynısını canlandırmanın yanında başka şeyler de yapmalıyız,” dedi Erastus.

“Haklı olabilirsin. Peki, ne yapacağız? Bir önerin var mı,” dedi Lois

Önerisi yoktu Erastus'un. Hayır, anlamında başını salladı. Thespis ise bir cevap bulabilir miyim diye bir kez daha elinde tuttuğu kuksanın içindeki şaraba baktı. İlk sefer de olduğu gibi yine gözlerini gördü. Gözleri onu ısrarla korkaklıkla suçlamaya devam ediyordu. Uzun uzun baktı gözlerine. Korkmuyorum, dedi içinden ama gözlerinin aksini söylemeye devam ettiğini duyuyor gibiydi. Elindeki kuksayı yavaş yavaş sallamaya başladı. O salladıkça görüntü bulanıklaşıyordu. Thespis, bir an içinde olsa kendisini suçlayan bakışlardan kurtulmuştu ancak şaraba bakmaya devam ettiği sürece kendisini korkaklıkla suçlayan gözlerin orada bir yerde olduğunu biliyordu.

“Hem ayna olacağız hem de aynayı konuşturacağız! Hem gözlerine hem de kulaklarına hitap edeceğiz,” dedi Thespis

“Nasıl olacak bu? Yıllardır görmeyen gözleri, duymayan kulakları bir oyunla mı açacağız,” dedi Erastus

“Acele etme sabret…Her şey tek bir oyunla başlayacak,” dedi Thespis.

Thespis ve arkadaşları başkalarının yardımıyla oyun için gerekli olan ne varsa yapmaya başladılar. Kostümler ve sahne perdesi için Erastus'un babasının kumaşlarından ve onun ustalığından yararlandılar. Lois, ayakkabılar ve oyuncuların süslenmesiyle ilgilendi. Thespis, oyunun içeriğinin dışında şehrin meydanına kurulacak sahneyle meşgul oldu. Bu koşuşturmaca ve hazırlıkları gören halkın neler olup bittiğinden haberi yoktu. Tek bildikleri şey sihirli bir aynanın gösterilecek olmasıydı.

“Ey Atinalılar! Beni dinleyin. Şehrinize sihirli bir ayna getirdik. Bu ayna sihirli olmasının dışında yapılmış ilk aynadır. Bakma cesareti gösteren herkese gerçeği söyleyen bu ayna, pazar günü öğle saatinde şehrin meydanındaki sahnede olacak. Duyduk duymadık demeyin.”

Erastus, tüm hafta boyunca komik giysilerle yüzü boyalı olduğu halde halka seslendi durdu. Sihirli aynayı duymayan kalmamıştı. Pazar günü, sabahın erken saatlerinden itibaren yavaş yavaş meydan dolmaya başladı. Halkın yanı sıra meclis üyeleri ve soylular da sihirli aynayı görmek için sahnenin önünde yerlerini aldılar.

Her şey bir oyunla başladı. Seyirciler, sihirli bir ayna beklerken, Thespis ve arkadaşlarının sahnedeki komik hallerini gördüler. Gerçeklerin önündeki bu bulanık ve karmaşa hali ilk başta onlara komik geldi. Seyirciler doyasıya güldüler. Halkın tepkisini yakından takip eden Thespis, bir an için ustalıkla sahnedeki bulanıklığın yerine halkın gözüne ayna tuttu. Rahatsız olmuşlardı. Gülüşmeler yerini yavaş yavaş sessizliğe bıraktı. Düşünüyorlar ve kendi aralarında fısıltılar halinde konuşuyorlardı. Thespis, oyun boyunca bulanıklık ve ayna tutma arasında gidip gelerek halkı güldürürken düşündürdü. Atina halkı artık rahatsız olmuş düşünmeye başlamıştı. Tedirgin olan meclis üyeleri ve soylular, düşünmeye başlayan Atina halkının sorgulamaya ve hesap sormaya başlayacağını çok iyi biliyorlardı. Bunun için Thespis ve arkadaşlarına gözdağı vererek şehrin meydanındaki sahneyi ortadan kaldırdılar.

Thespis, Lois ve Erastus deniz kenarındaki yaşlı zeytin ağacının gölgesinde yan yana uzanıp gökyüzüne bakarken,

“O kadar emek ve çalışma boşuna gitti,” dedi Erastus. Ellerini başının altına almış olan Lois,

“Haklısın,” diyerek onu onayladı.

Thespis gözlerini gökyüzünden ayırmadan onların bu sözlerine gülmeye başladı.

“Yanılıyorsunuz, dedi. Yapılanların boşuna gittiği falan yok. Onlar ister aynayı kırsınlar isterse de üstünü perdeyle örtsünler. Atina halkı bir kere aynaya baktı ve gerçeği gördü. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Thespis eliyle masmavi gökyüzündeki beyaz bulutları göstererek,

“Şu yan yana duran küçük bulutlara bakın. Sizce neye benziyorlar?”

Lois bilmem anlamında dudaklarını büktü. Erastus, gemisiyle seyahat eden bir kaptana benzetti. Thespis ise,

“Sol taraftaki bulut gülen, sağ taraftaki de ağlayan bir yüze benziyor.”

Dikkatli bakınca diğerleri de Thespis’in gösterdiği bulutların biri gülen, biri de ağlayan yüze benzediğini fark ettiler.


Ali Demir

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page