Biraz tembellik yapmaya karar verdi. Akşamdan direktörü arayıp çok şiddetli grip olduğunu söyleyerek iki gün izin istedi, yalandan da öksürdü ama ne çok belirgin ne de çok silik, tam kararında. Bu tondaki öksürük, eğer telefonda maruz kalınırsa ahizenin diğer ucundakini hastalık konusunda ikna eder. Ama yüz yüzeyken bir işe yaramaz, herkes bilir bunu. Şefik geçen ay insan üstü bir tempoda çalıştığından saçını kestirecek zaman bulamamıştı da haftalarca çim adam gibi gezmişti. Neyse ki direktör bu izin isteğini ikiletmedi. Hatta dedi ki, “Çarşamba, perşembe izinlisin, cuma da evden çalış sen Şefikçiğim.” Kör istemiş bir göz, Allah vermiş iki göz. Fazla göze batmayan biriydi şirkette. Kendini önlere atmayıp, sessiz ve derinden gidenlerden. Aynı zamanda bekâr, yalnız yaşayan ve iflah olması zor bir zamparaydı.
Nasıl olsa haftayı kapattığından, beyaz gömlek, kravat, takım elbise, beş bıçaklı jilet ve tıraş köpüğüne bir sonraki pazartesiye kadar veda ederken, onları özlemeyeceğine emindi. Soğuk buğday birasıyla baharatlı patates cipsini açtı, salon camının önündeki rahat koltuğuna kuruldu, turuncu filtreli sigarasını da yaktı. Önündeki beş günü düşündükçe gevşedi, sigarasından çıkan dumanın tavana doğru gidişini izledi, keyiflendi. Telefonundaki eşleştirme uygulamasından hoşuna gidebilecek birileri var mı diye bakmaya başladı. Fazla uzağa gitmeye niyeti olmadığından uygulamanın “Yakında Arama” özelliğini aktif hale getirdi çünkü Şefik’e göre en iyi av, yakında olandı. Birkaç umutsuz girişimden sonra, yaklaşık iki kilometre mesafede Duygu adında biriyle sohbet koyulaşmaya başladı. Dolaptan sert bir Alman birası aldı bu sefer. Açtığı gibi kafaya dikti. Bıyığında kalan köpüğün de diliyle icabına baktı.
Duygu birkaç mesajdan sonra Şefik’in yarın görüşme teklifine olumlu yanıt verdi. Bu ve benzeri platformlardan ötürü başına geçen yıl az kalsın iş açılıyordu. Aysun’la da bu tarz bir uygulama sayesinde tanışmışlar ve kısa zamanda sevgili olmuşlardı. Şefik’in ciddi bir niyeti yoktu, gönül eğlendiriyordu. Ama Aysun’un bundan haberi yoktu, Şefik basbayağı kandırmıştı onu. Kız da haklı olarak çok içerlemiş, öfkelenmişti. Polise yalan yanlış ihbarlarla Şefik’i huzursuz ediyor, arabasının üzerinde anahtarla “Hayat kısa kuşlar uçuyor” yazıp kaputuna bir kuş resmi bile çiziyordu. Tedirgin olmuştu Şefik bir süre. Daha sonra kendiliğinden Şefik’e karşı olan nefreti sönmüş olacak ki, bir daha uğraşmadı onunla.
Ertesi sabah uyandığında kendine mükellef bir kahvaltı hazırladı Şefik. Kahvaltıdan bitimi biraz etrafı topladıktan sonra, Duygu’yla buluşmak üzere hazırlanmaya başladı. Duşunu aldı, giyeceklerini itinayla seçti. Saat 13.00’te vapur iskelesinin karşısındaki kitapçının önünde buluştular. Şefik iş yerinden birilerinin onu dışarıda görmesinden tedirgindi ama bu tedirginlikten ilginç bir şekilde zevk de alıyordu. “Şirket Maslak’ta, Kadıköy’ün göbeğinde öğlen saatinde iş yerinden kimse görmez beni,” şeklinde içinde fısıldayan sese kulak vererek kendini rahatlattı.
Geçmişten edindiği tecrübeyle bu sefer kartları açık oynamaya karar vermişti Şefik. Ciddi bir ilişkiyi hiç mi hiç düşünmüyordu. Gizli saklı bir işin içine girmeyecekti Duygu’yla, onu boş yere ümitlendirmeyecek, geleceğe dair haklı bir beklenti içine girmesine sebep olmayacaktı. Hem böylesi, vicdanını da rahatsız etmeyecekti. Sonuçta işine gelmezse uzatmazdı kız da. Ama böyle “dan” diye yekten söylemek de sanki kabalık olacaktı. Bunu üslubunca nasıl söyleyeceğini de bulmuştu. Caddebostan’daki İtalyan restoranında ravyolisinden bir çatal aldığında, Duygu’ya alıcı gözle bir daha baktı; bayağı güzel kızdı. Uzun sarı saçları, çekik kara gözleri, balık etli vücudu Şefik’in çok hoşuna gitmişti. Şaraplarını yudumlarken Şefik, “Gel seninle bir oyun oynayalım,” dedi.
“Nasıl bir oyun?”
“Evcilik oyunu.”
“Birbirimizle dört gün aynı evi paylaşacağız, pazar sabah oyun biter. Oyunun sonunda kimse kimseye ısrar etmeyecek devamı için.”
“Tamam, varım,” dedi Duygu.
Akşam üstü Şefik’in Moda sahilindeki evine geldiler. Oyun başlamıştı. Özel günler için saklanmış Porto şarabı eşliğinde koyu bir sohbete başladılar. Şefik’in anne ve babası İstanbul’da değildi uzun süredir. Babası tuğla ticareti yapmıştı uzun yıllar. Durumu oldukça iyiydi, altmışlarının ikinci yarısında işi gücü tasfiye edip Datça’ya yerleşmek istedi, annesi de buna olumlu bakınca, yerleştiler Datça’ya. Şefik sordu, “E biraz da sen anlat bakalım.” Duygu, anne ve babasının İzmir’den İstanbul’a gelmeyi pek düşünmediklerini, üniversite için İstanbul’a geldiğinden beri de buraya çok alıştığını, bir zamandır çalışmadığını, yıl sonuna kadar da iş bakmayacağını söyledi. Birkaç ay daha çalışmama lüksü vardı ne de olsa, kenarda birikmiş üç beş kuruşu fazlasıyla yeterdi bir süre daha. Gece biraz birbirini tanıma biraz da fiziksel yakınlaşma, küçük öpücüklerle geçti. Ertesi gün Duygu kahvaltıdan sonra evine gitti, malûm ani bir kararla buraya gelmiş ve yanına kıyafet, diş fırçası filan almamıştı.
Akşam romantik komedi filmi izlediler mısır patlatıp. Film yarıdayken birbirlerine gülümseyerek attıkları kaçamak bakışlar sıklaşmaya başladı. Sokuldular biraz daha birbirlerine. Nefesleri birbirlerine değiyordu. Bir anda çırılçıplak buldular kendilerini. Üçlü deri koltukta rahat edemediler, yatak odasına geçtiler.
Şefik keyif sigarasını içtikten sonra sırtını dönüp uyumak üzereyken, Duygu, “Biraz sohbet etseydik,” dediğinde, “Evcilik oynadığımızı unuttun sen galiba, hadi sen de uyu,” diye cevapladı.
Diğer iki gün de pek farklı geçmedi. Bol cinsel aktivite, çok az romantizm. Duygu biraz daha ilgi beklediğini çeşitli yollarla belli ettiğinde Şefik bunun bir oyun olduğunu hatırlatmakta hiçbir sakınca görmüyordu ki pazar sabahı oyun bitiyordu zaten. Cumartesi gecesi yattıklarında yanağına kondurulan öpücüğe bir karşılık bile vermedi Şefik. Hevesini almıştı, artık yalnız kalma zamanıydı, Duygu’ya buzdolabının üzerinde telefonu yazan taksi durağından sabah için araç isteyebileceğini, ama bulamazsa kendisinin de evine bırakabileceğini söyledi. Duygu, “Ben hallederim,” dedi ve yorganı çenesine kadar çekip uyumayı diledi bir an önce. Kendini daha önce hiç bu kadar değersiz hissetmediğini fark etti.
Sabah Duygu duraktan çağırdığı taksiye bindi. Arka koltukta otururken çantasından telefonunu çıkardı. Onun da aklına bir oyun oynamak geldi. Şefik’in iki gündür özellikle alkol aldığında çenesinin fazlasıyla düşerek neredeyse yedi sülalesini anlattığı direktörünün sosyal medya hesabını kolaylıkla buldu, herkese açık bir hesaptı. Kendisinin sahte hesabından direkt mesaj olarak,
“Merhaba Keltoş Kâmil, (Sizden bahsederken böyle hitap ediyor vallahi)
Departmanınızdaki Şefik Erdoğru yalan söyledi size, hasta falan değil. Keyfine göre izin kullanıyor. Bu arada eski eşinizin de kelepçeli sevdiğini söyledi.” yazdı. Telefonundaki fotoğraf galerisinde, çarşambadan cumartesiye tüm fotoğrafların çekim saati ve çekim tarihleriyle beraber ekran görüntülerini alarak gönderdi ki, Keltoş Kâmil doğru söylediğine ikna olsun. Fotoğrafların ortak noktası Şefik’in son derece sağlıklı ve enerjik olduğuydu. Özellikle de ellerinin yatak başına kelepçelendiği fotoğrafta.
Duygu evinin yakınındaki kafenin önünde taksiden indi, kendisine bir sade Türk kahvesi sipariş etti. Bahçedeki çınar ağacının gölgesinde kahvesinden bir yudum aldıktan sonra bir keyif sigarası yaktı.
Ali Hulki Cihan
Comments