1. Gün
Halime ıslak ellerini yağ lekeli, eskimiş giysisine sildi. Yeni bir giysisi olsa fena olmazdı. Belki son gittiği gündelikte kazandığıyla bir tane alırdı. Önce tatlı geldi bu düşünce, sonra vazgeçti. Bu vazgeçişini kızı böldü.
“Günün nasıldı anne?”
Elektriği hâlâ açtıramamışlardı. Bu yüzden bakkaldan yetmiş beş kuruşa alınan bir mum aydınlatıyordu akşam yemeklerini. Selim, bu az ışıkta babasını seçmeye çalışıyordu. Ona göre babası yemek yemiyor, sadece bıyığını sağa sola kaydırıyordu. Babasının onun için yalnızca bir bıyık olduğunu fark etti o an. Bunu gülünç bulduğundan kısık sesle gülüyor, ablasına da buluşunu göstermek için masa altından çekiştiriyordu ama Ayşe oturağında dimdik oturmuş annesinin yüzüne bakıyor, demin sorduğu sorunun yanıtını almayı bekliyordu. Annesi sol eliyle kızının alnındaki saçları okşayıp yeni yeni sivilcelenmeye başlayan alnına bir öpücük kondurdu. Bu “aferin kızıma” anlamında bir hareketti. Ayşe’nin gözleri parladı ve derin bir nefes aldı. Gözlerinin parlaklığı bir süre yemek masasını aydınlattı, kısa zaman sonra onlar da mum gibi söndü. Sorusu, havası hızla azalan bir balon gibi odada gezdi, karanlıkta kendine bir yer bulup ortaya düştü. Bu düşüşe tok bir ses karşılık verdi.
“Halime yeni mum getir.”
Halime ince sesiyle, “Kalmadı,” dedi. Sonra giderek kaybolan bir sesle devam etti. “Yarın gelirken alırım.”
Mum kalmamıştı. Söylenecek bir söz de kalmadığından, bıyık derin ve uzun bir nefes verdi. Bu nefes Halime’nin hareket etmek için kullandığı bütün gücünü sömürdü. Sanki buzdan havada, saatlerce sokakta vakit geçirmiş gibi yavaş hareket ediyordu şimdi. Kaşığını yemeğe daldırıp ağzına götürmek dakikalar sürüyordu. Gözlerini oynatıp çocuklarına bakmak istedi bir an, belki rahatlarım diye düşündü. Ona bile gücü yoktu. Göz kapaklarında ve çevrelerinde inanılmaz bir ağırlık sezdi. Gözkapaklarını kapadı ve içinden diledi.
“Ne olur hemen yarın olsun.”
Selim ne olduğunu anlamasa da annesinin bu üzüntüsünü sezmişti. Çocukların böyle bir huyu vardır. Hiçbir şey bilmezler ama her şeyi sezerler. Demin kendisini güldüren bıyığa bu nedenle kızgınlık duydu ve kaşlarını çattı.
2. Gün
Evdeki bütün eşyalar kadının dişleri gibi bembeyazdı. Bir dişçinin evi de dişleri de ancak böyle olmalı diye düşündü. Bugün eşiyle birlikte geç geleceklerdi. Evi temizlemek için zamanı vardı. O yine de işini erkenden bitirip biraz rahatça evde oturmak istiyordu. Ev bembeyaz olduğu için en ufak bir pislik bile çabucak göze çarpıyordu. Bu nedenle daha yeni girdiği işinde, temizliği büyük bir titizlikle yapıyor, evde tek bir toz, pislik kalıntısı kalmayıncaya kadar uğraşıyordu.
Yorulduğu zaman bir anlığına durup bu evin, eşyaların kendisinin olduğunu düşlüyor, kendini eğlendiriyordu. Yatak odasını temizlerken Esma Hanım’ın sabah giyip beğenmediği giysilerden birini gözüne kestirmişti. Üç dört giysi vardı yatağın üzerinde ama o en çok beyaz olanını beğenmişti. Esma Hanım’la bedenleri de benziyordu, giyse cuk otururdu. Yine de buna cesaret edememiş, elbiseyi giydiğini düşlemekle yetinmişti. Bir çırpıda sofrayı hazırlayıverdi. Ayşe annesine bir soru sordu.
“Günün nasıldı anne?”
İki çocuk sığdırdığı on beş yıllık evliliğinin ilk on yılını düşündü. Eşine her gün bu soruyu sorduğunu anımsadı. Her günü aynıydı, hiçbir değişiklik yoktu. Kendisi her gün evde çocuklarla yeni bir şey yaşıyordu ancak eşi ona bu soruyu hiç sormadı. On yıl sonra eşinin yaşamında bir şeylerin değişeceğine dair inancını kaybedince de sormayı bıraktı. Ayşe daha gençti, öğreneceği çok şey vardı. Saçlarını okşayıp alnına bir öpücük kondurdu.
“Çok güzel bir ev, görsen bayılırsın. Bembeyaz, bir güzel eşyalar var ki. Dokunmaya kıyamazsın.”
“Biz de alalım mı?”
Selim, bıyığa baktı. Bıyık ona bakmadı. Yemeğini yemeye devam etti. Ekmeği birinden intikam alırmışçasına koparıyordu. Selim, bıyığın hırsla yemek yiyişini izlerken Halime’nin ürkek sesi ağzından fazla uzaklaşmadan kendini gösterip hemen güvenli yerine döndü.
“Bu ay verecekler mi maaşını?”
“Birikmişleriyle beraber vereceğiz diyorlar.”
“Ayın başında mı vereceklermiş?”
“Vereceklermiş işte.”
Halime sıcaktan eriyen muma baktı. Mumun bir parçası ateşten kaçmak istedi ve bir damla halinde üzerinde durduğu çay tabağına doğru ivmelendi. Çay tabağına ulaşamadan donup kaldı.
3. Gün
Hava da ev de çok sıcaktı. Temizlikten yorgun düşmüştü Halime. Baş örtüsünü çıkardı. Biraz eline yüzüne su serpti. Boynundan akan suya baktı. Yine aklı o beyaz elbisede kalmıştı. Daha saat çok erkendi, nasılsa kimse gelmezdi.
“Aynada kendime bir kez bakayım,” dedi Halime.
Giysiyi dolaptan özenle çıkardı, giydi. Bir yerini buruşturmamak için özel bir çaba gösterdi. Onu çıkardıktan sonra sanki hiç giyilmemiş, dokunulmamış gibi durmalıydı. Öyle dikkat ediyordu ki giyinirken gözünü bir an bile aynaya çevirmedi. Ancak giyindikten sonra bakabildi. Baktığı anda da tam düşlediği gibi olduğunu gördü. Elbise gerçekten de tam kendine göreydi. Sağına soluna döndü. İlk kez böyle bir giysinin içinde kendini gördü, çok beğendi. Belki de uzun zaman sonra ilk kez kendisini beğendi.
Evde bir süre böyle dolaşmanın ne zararı olabilirdi? Kendi eviymişçesine gezdi odaları. Koltukları bir de bu giysisiyle denedi. Bacak bacak üstüne attı. Güldü. Gülünçtü onun için böyle davranmak.
Geri gitti, çıkardı giysiyi. Aynı özenle yerleştirdi askılığa. Eliyle kırışıklıklarını giderdi. Koydu dolaba. Kapağı kapatacağı sırada gözüne bir karalık göründü. Beyaz elbisenin bel bölümünde. Küçük ama kendisini gösteren, gizlemeyen bir karalık. Hemen ellerine baktı Halime, bir leke yoktu. Acaba bir yere mi sürttüm farkında olmadan diye düşündü, anımsamaya çalıştı, yok. Koltuklara bakmaya gitti. Koltuklar da tertemizdi. Silmişti çünkü. Çıkardı askılıktan giysiyi, diğer yerlerine de göz gezdirdi. Başka bir yerinde leke var mı diye ama yoktu. Yalnızca orasında vardı ve sanki leke şimdi daha da büyümüştü. Bunun bir yanılsama olduğunu düşündü. Kendi kendine abarttığını, hatta uzaktan bakınca fark edilmediğini söyledi. Koydu geri giysiyi yerine.
Temizliğe devam etti. Aklı sürekli o beyaz elbisedeydi. Ne diye giymişti ki? Kendine kızıyordu ama ne fayda. Evdeki pislikleri savaşırcasına temizliyordu. Kendisini böyle yatıştırıyordu. İşini bitirdi. Gitmeden önce bir kez daha elbiseye bakmak için dolabı açtı. Leke orada öylece duruyordu. Kapkara bir leke. Sertçe kapattı dolabın kapağını. Ev sahiplerini beklemedi. Evin kapısını da kapadı. Hızla yürüyordu sokakta. Evine gidiyordu. Kendisini terlemiş hissetti. Alnına dokundu, ateşi mi vardı?
4. Gün
Dün akşam Halime’nin telefonuna, “Bu hafta sonu gelmene gerek yok, eline sağlık,” diye bir ileti gelmişti. Elbiseyi mi fark etti acaba diye düşündü ilkin. Sonra çok da üstünde durmadı. Kendisini hasta hissediyordu. Eve gelip sofrayı kurup sonra da uyumuştu. Uyandığında daha iyiydi ama aklını giysideki lekeden alamıyordu.
Gün içinde eşi eve erken geldi. Çocuklar sevinmiş olsa da Halime sevinmemişti. Selim, bıyığa sarılmak istedi. Bıyık yalandan sarılıp içeri geçti. Halime de peşinden gitti.
“Ne oldu?”
“İşten çıkardılar.”
Çok konuşmamışlardı, çabuk sustular. Akşam yemeğinde bu sefer bıyık yoktu. Selim eğlenemedi. Yemek bitti. Herkes kendi yatağına, kendi dünyasına döndü. Halime aylığını erken istemeyi düşündü, aklına beyaz elbise geldikçe terlemeye başlıyor, aylığını istemekten çabucak vazgeçiyordu. Eşinin bunu kendisinden istemesinden korktu. Sıkıca kapadı gözlerini. Gözleri acıdı.
5. Gün
Bu düşüncelerle birlikte sabahı etti. Gece rüyasında Esma Hanım’ı beyaz elbisesiyle karşısında görmüştü. Aynı elbise kendisinde de vardı. Esma Hanım’ın elbisesi tertemizken kendi elbisesinde siyah lekeler vardı. Esma Hanım konuştu.
“O hiç olmuş mu sana?”
Sesi birkaç kez kulaklarında yankılandıktan sonra uyandı Halime. Kimse uyanmamıştı. Kendisini kötü, biraz da suçlu hissediyordu. Bunalmıştı her şeyden. Su arındırırdı belki kendisini. Banyoya girdi, kapıyı kilitledi. Soyunup suyun altına girdi, akan suya karşı gözlerini kapadı. Açtığında suyun giderde oluşturduğu küçük girdapta siyah olduğunu gördü. Ellerine baktı, bedenine baktı, kapkaraydı.
Ali Mansur Köse
Komentáre