top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ali Nurdoğan- Kış Uykusu

Gecenin ilk saatleriydi. Tramvay, gündüz yolcuları olan yaşlılardan kurtulmuştu. Vatman, tramvayın yükünü kendisi taşıyormuş gibi yokuşu tırmanıyor, bu antika aracın aksamından daha çok gürültü çıkaran hiçbir sese tahammül edemiyordu. Uzun, zayıf ve genç bir kadın çarşı durağından tramvaya bindi. Şemsiyesini nereye koyacağını bilemeden etrafındaki boş koltuklara bakındı. Elbisesi, çorapları, çizmeleri siyahtı. Yalnızca şemsiyesi siyah değildi. Yağmur, insanların gündüz başlarını yasladığı yorgun camları dövüyordu. Soğuktan camların tümü buğulanmış, tramvay dışarıdan bakıldığında sisler içinde ilerleyen bir gemiye benziyordu.

Genç kadının güzelliği yalnızlığımı hatırlattığından, onun indiği yerde inmeye karar verdim. Yapacak daha iyi bir işim yoktu ve gece kolayca tükenmeyecek kadar uzundu. Moda’ya kıvrılan dar sokağın orada, kilisenin yanında, onun peşinden indim. Apartman girişlerinde bira içen az sayıda genç, yoğun duman bulutlarının içinden yarı baygın, etrafa bakıyorlardı. İner inmez şemsiyesini açtı. Tellerden biri kumaşı tutmuyor, diğerleri de epey yıpranmış gözüküyordu. Bana öyle geliyor ki şemsiyesini, onu bu ürpertici geceden koruyacak elindeki yegâne araç olarak görüyordu. Tramvay, onu bekleyen kimse yokmuş gibi yoluna devam ederek yanımızdan geçti. Kadının bir süre uzaklaşmasını bekledim. Sonra, adımlarımı onun adımlarının hızına uydurarak yürümeye başladım. Bekle ve yürü. Düşündüğümden zormuş. Beni çağıran gecenin mi kadının mı tekinsizliğiydi bilmiyorum. Caddenin karşısına geçerken yola bakmayı ihmal etmiştim. Aramızdan vın diye bir araç geçti. Farları yanmıyordu ve beni ıskaladığından, sıradaki hedefine koşuyordu. Kadın arkasında olup biteni fark etmemiş gözüküyordu, dönüp bakmadı. Peşinden önce çay bahçesine, ardından merdivenlerden aşağı sahile indim. Bu merdivenleri bin kez inip çıkmış bir rahatlıkla, karanlığın içinde ilerliyordu. Arada sırada yoluna çıkan birkaç gencin ona attığı lafları duymazdan geliyordu. Yağmur deniz kenarında iyice hızını almışken bir bankın üstüne şemsiyesini bırakıp tek hamlede kayalıklara çıktı. Zayıf bedeni rüzgâra karşı koymakta zorlanıyordu. Ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Zaman yoktu, yol denize gidiyordu. Denizde hiçbir tekne, yakınımızda kimse yoktu. Boğulmak için güzel bir geceydi.

Ne diyeceğime karar verme fırsatı bulamadan ona seslenmek zorunda kaldım.

“Hey sen! Ne yapıyorsun orada?”

Kadın, yüzümden bir anlam çıkarmaya çabalar gibi gözlerini bana dikmişti. Deniz ıslık çalıyordu. Gözleri, etrafımızı saran maviliklerin etrafında dans ediyordu. Derin bir nefes aldı. Doğrusu, bu nefese benim de ihtiyacım vardı.

“Ben de seni bekliyordum. Nerede kaldın?” dedi.

Anlam veremedim. Bu delilik! Ne yapıyorum burada? Bir kez de delilik et. Bu zamana kadar akıllı uslu, kendisinden beklenenleri tam zamanında yerine getiren biri oldun da ne oldu? Geceleri uyuyamamaya, güne kavuşacağın zamanı tüketmek için türlü yollar aramaya başladın. Düzen beni çürüttü. Bunu kabullensem iyi olacak.

“Kusura bakma geç kaldım, haklısın. Yağmurdan dolayı. Bekletmek istemezdim seni.”

“Sana bu gecenin önemini anlatmıştım.”

“Biliyorum, haklısın.”

“Tekne kaçta gelecek? Geç kalmadık umarım.”

Beni biriyle karıştırıyor olmalıydı.

“Hava kötü, belki de bu yüzden gecikmiştir.”

Hak verircesine yüzüme baktı. Sonra, aklına gelen uğursuz bir fikri kovmak ister gibi gözlerini açıp kapamaya başladı.

“Bu gece gelemeyebilir mi yani?” dedi.

Ona neden yaklaştığımı bilmeden yaklaştım. Belki de zannettiğim gibi intihar etme düşüncesinde değildi. Tam tersine hayatı çok sevdiği için yaşamını derleyip toplamış, başka bir yere götürmeye niyetlenmişti.

“Gelemeyebilir ama öyle olsa bile yarın gece mutlaka gelecektir.”

“Söz veriyor musun?”

İçimden gülmek geldi.

“Söz, ” dedim.

Adını sorup sormamakta tereddüt ettim. Derken ne olacaksa olsun deyip sordum. C.D. diye yanıtladı. Açılımını sordum, yalnızca ismini söyledi. Daha fazla sormamam için etrafına bakındı. Bir süre konuşmadan oturduk. Tekneden umudu kestiğinde ayağa kalktı. Islak elleriyle göz yaşlarını sildi. Gözlerinin etrafında birikenin, yağmur damlaları olmadığına emin olmaya çalışıyordum. Sırılsıklam olmamış gibi banka bıraktığı şemsiyesini alıp açtı. Boştaki tek telin ucu dışarı fırladı. Bunları dikkatle yapıyordu. Bana dönüp, “Yarın gece görüşürüz o halde Selim," dedi.

Görünüşünden mi yoksa uykusuzluktan harap olmuş sinirlerimden mi bilmiyordum, içimden ağlamak geliyordu. “Görüşürüz Ceren, ” dedim. Önemli bir şey unutmuş gibi dönüp arkasına baktı.

“Yarın şemsiyeni almayı unutma.” Bir şey dememe fırsat vermeden gitti.

Bütün gün yapmam gereken işleri düşünmeden gerçekleştirirken, kendime akşam sahile gitmeyeceğimi tekrarlamakla geçti. Uykusuzluğun yarattığı bir halüsinasyondu belki de her şey. Fakat emin olmanın tek yolu bu gece tekrar gitmek. Hava yine yağışlı ancak dünkü kadar değil. Şemsiyemi boşuna yanıma aldığımı düşündüm. Tramvayda onu göremedim ancak bu da vazgeçmeme sebep olmadı. Aynı sokakları geçip aynı merdivenlerden inerek sahile ulaştım. Adımlarımın sesine eşlik eden yoktu. Bu gece etraf biraz daha kalabalıktı. Neyse ki sahile yerleşmeye başlayan soğuk, gecenin diğer misafirlerini birazdan yerinden edecektir diye umuyordum. Giyimime baktım. İş yerindeki ilk günümde ya da üniversite mezuniyetimde bile görünüşümü bu kadar önemsemediğimi anımsadım. Teknenin gelmediğini ona söylerken hiç değilse olabildiğince iyi giyimli biri bunu yapsın istiyordum.

Bu gece açıkta birkaç gemi seçiliyordu ancak hiç tekne yoktu. Olması için bir neden de yoktu. Dünkü kıyafetleriyle gelişini gördüm. Yalnızca çorap giymemişti. Merdivenleri aceleyle iniyordu. Kaçırdığı bir şeylere yetişme telaşında. Önce gözleri sordu.

“Geldi mi?”

“Gelmedi.”

“Bu gece hava dünkü gibi değil ama, ” dedi. Cevaplamam gereksiz olacaktı, sustum.

Kayalıklara ilişti. Bu kez daha yakın oturduk. Sesinden önce nefesi, rüzgârın içinden geçip bana ulaşıyordu.

“Buradan uzaklaşmalıyım," dedi.

“Biliyorum. Neden başka bir biçimde gitmeyi denemiyorsun?”

Bu kez o, cevap vermeyi gereksiz gören bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Üzerimizde parlayan ay rahatlıkla seçilebiliyordu. Bulutlar nihayet izin vermiş. Ceren’i artık daha fazla ciddiye almamam gerektiğini, ileride bana bir sorun yaratabileceğini düşünsem de bir yandan da uykusuz gecelerim için ondan daha iyi bir arkadaş bulamayacağımı biliyordum. Bu sırada karşımızdaki banka, serseri kılıklı yaşlıca iki adam oturdu. Gözlerini ona diktiler.

“Bu gece gelmeyecek, gidelim,” dedim.

Yürümeye devam etti, giderek sessizleşen sokaklardan geçtik. Ona eşlik etmeme ses çıkarmıyordu.

“Sabah ne yapacaksın?” diye sordum.

“Alışveriş yapacağım. Yeni bir şemsiye almam lazım.” diyerek yanıtladı. Konuyla ilgiliymiş gibi, “Çalışıyor musun?” dedim.

“Bir süre önce işten çıkarıldım.” dedi. “Zaten birçok işten çıkarıldım, boş ver.” diyerek konuyu kapattı. Ağaç dallarında sabahı bekleyen kuşları gösterdi. Yapraklar döküldüğü için artık daha rahat görülebildiğini söyledi. Apartman girişine geldiğimizde durdu, yüzüme baktı. Emin olmak ister gibi bir hali vardı. Kim istemez?

“Gelmek ister misin?” diye sordu.

Kim istemez?

“Bir saat sonra işe gitmem gerekiyor,” diye yanıtladım.

“Senin adına sevindim. Yarın gece tekne mutlaka gelir değil mi?”

“Mutlaka, ” dedim.

Kendimi engellemek için müthiş bir çaba gösterdiğimi ona fark ettirmemeye çalışıyordum. Birden geri döndüm. Peşinden merdivenleri çıkıp onu daire kapısının önünde yakaladım.

“Karar mı değiştirdin?”

“Hayır, değiştirmedim. Artık bu iş canımı sıkıyor, açıkça konuşmak istiyorum. Beklediğin biri varsa o kişi ben değilim. Tekneyle de bir ilgim yok. Bunları bilmeni isterim. Sahilde oturmayı seviyorsan bana uyar ama ne teknenin ne de o tekneyle ilgili birisinin geleceğini sanmıyorum,” diyerek içimdekileri boşalttım.

Yüzünde hiçbir ifade değişimi olmadı. Elindeki anahtarı kilide yerleştirmeden öylece duruyordu.

“Şemsiyeni unutmuşsun, ” dedi.

Hiçbir şey demeden hızla tırmandığım merdivenleri inip kendimi sokağa attım. İş yoğun geçiyordu. Tam da aradığım şey. Kafamı bir türlü toparlayamadığımdan, gün içinde iki kez müdürden azar yedim. Yemek yemeyi dahi unuttum. Akşama doğru kendime itiraf ettim ki yine günün bitmesini bekliyordum. Rutini tekrar et, üzerini değiştir, yemek ye, tramvaya bin, merdivenlerden in ve kayalıklara otur. Gecelerimin belirli bir disipline girmiş olmasından mutluydum fakat ya bana kırılmışsa ki bunun için elimden geleni yaptım. Hava berrak, dün geceki adamlar yine bankta. Ortalarında markasını bilmediğim bir şişe içki var. Saldırı öncesi cesaret topluyorlar. Neyse ki boşuna bekledikleri bir süre sonra anlaşıldı. Ceren meydana çıkmadı. Yeterince beklediğime kanaat getirdikten sonra, yola koyuldum. Evini bilmiyor olsam telaşa kapılabilirdim. Adamlardan biri sigara istedi. Duymazdan gelip yoluma devam ettim. Arkamdan nefretle baktıklarını hissediyordum. Herkes birbirine nefretle bakabilir, sarhoşlar sadece bunu açıkça yapmak için gereken cesarete sahiptir.

Dün onunla yürüdüğümüz yol, bu kez gözüme çok kısa geldi. Apartman kapısı açıktı. Daire kapısının önünde nefesimin normale dönmesini bekledim. Al, ver, al ver... Zile ardışık dokunuşlarım sonuç vermedi. Yoksa tekneye binip gitti mi? Oysa bugün ona, yolculuğun başka biçimleri de olabileceğini belki tramvayla da seyahat edebileceğimizi anlatacaktım. Gerçekten bir yere gitmek istiyorsa gemi, uçak, tren fark etmeksizin, iş yerinden tazminatımı alıp onunla beraber gidebileceğimizi söyleyecektim. Yeni bir tekne ve kaptanla anlaşmak da olasıydı. Kapının açılmaması nefes egzersizlerimi boşa çıkardı. Birkaç gündür tanıdığım bu kadın, beni kendine nasıl bağladı? Ne demişler? Delilik bulaşıcıdır. Ne kadar aptalım. Kapı başından beri aralıkmış. Merdivenlere oturmak isterken kapı tokmağına tutunduğumda anladım. Diğer dairelere bir an göz attıktan sonra korkmadan içeri girdim.

Sessizliği yalnızca açık penceresinden gelen kuş sesleri bölüyordu, dinlemeyi sevdiği sesler bu olsa gerek. İlk bakışta her şey normal gözüküyordu. Kıt kanaat de olsa orta sınıf konfor standartlarını tutturmuş, bekar kadın evi. Odaları tek tek gezerken bir yandan gelmesi için sabırsızlanıyor bir yandan suçluluk hissediyordum. Rahatlamak için ıslık çalıyordum ancak komşuların duyabileceği düşüncesi beni çok geçmeden susturdu. Gardıropta şemsiyeler dikkatimi çekti. Dün sözünü ettiği şemsiyeyi almış demek, odanın ortasında yan yana iki adet rengarenk şemsiye vardı.

Oturma odasındaki koltuğa oturup camdan sokağı seyrederek bekledim. Ne kadar bekleyebilirim? İşe git, akşamı bekle, sahile gel. Rutinim kırıldı hem de oluşturan tarafından. Bu Tanrı’nızın sizinle dalga geçmesi gibi bir şey. Ona inanıyor muydum? Kitaplığı gözüme çarptı ancak okumak için gözlerim fazlasıyla yorgundu. Dergiler ve gazetelerin bulunduğu klasörlere yöneldim. İçinden rastgele çektiğim bir gazetede beş yıl öncesinin tarihi vardı. Bir başka gazetede, bir başkasında ve hepsinde. Sürmanşette bir haber vardı. Denizde Facia. Bir aile yok oldu. Fırtınanın şiddetli olduğu dün akşam saatlerinde, denize açılan aileden yalnızca kızları C. D. (20) kurtuldu. Genç kız, hastaneye kaldırılarak ilk müdahalesi yapıldı.

Gazeteyi yerine koydum ve kendimi koltuğa bıraktım. Sabah güneşi gözüme vurarak uyandığımda işe geç kalmış olduğumu fark ettim. Sesler geliyorfu, evde yalnız değildim. Ceren, uyandığımı görünce yanıma geldi.

“Evime nasıl girdin?” dedi. Gözleri durmadan gazete ve dergilerin olduğu yerde geziyordu.

“Kapı açıktı. Özür dilerim, gelmeyince merak ettim.”

“Senin yardıma ihtiyacın var.”

“Yardımına ihtiyacım var, doğru. Belki senin de vardır, ” diyerek ona doğru elimi uzattım. Gözleri, gazete ve dergilerden bana doğru kaydı.

“Tekne bahara kadar gelmeyecek. Ayrıca işi de bıraktım, ” diye ekledim.

“Bahar mı? Neyse, senin adına sevindim.” derken elimi tuttu. Hiç konuşmadan kendini açıklamış olmanın rahatlığı içinde. “Dışarı çıkalım mı?” diyor.

“Nereye gideceğiz?”

“Sahile.”

“Baharda gideriz," diyorum. Aslında bunu ona beş yıl önce babası demeliydi. Sustu.

“Sahili dolduran çiftlerin arasına el ele karışırız. Onlardan biri oluruz. Olmaz mı?” diyorum. Fikir hoşuna gitti.

“Belki onların da bizim gibi hikâyeleri vardır.”

“Kim bilir? Kışı birlikte geçirelim.”

Çizmelerini ve elbisesini çıkardı. Yatak odasından çocuk kıyafetlerine benzeyen açık sarı bir pijamayla döndü. Karşımdaki kanepeye uzandı. Huzur, Ceren ile tam aramızda yatıyordu. Belki bir gün soyadını da öğrenirim diye düşündüm. Kendimizi uzun ve derin bir uykuya bıraktık.


Ali Nurdoğan

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


bottom of page