Tabelayı okumak için iyice yanaştım.
Foto Günay.
Gözümü kıstım, baktım olmuyor yakın gözlüğünü çıkardım iç cepten. Taktım. Numarası mı büyümüş nedir. Okumaya gayretlendim.
Fo…to Gü…nay
Elimdeki kâğıtta yazanla tabelayı karşılaştırdım. Doğru!
Kendi el yazım bile yabancı geliyorsa artık bana... Yok, yok, o kadar kocamadım daha! Alelacele not aldıysam zaar. Damatların diz çöktüğü, gelinlerin de tebessüm ettiği o yalancık fotoğraflardan mütevellit camekanın önünde böylesi oyalanınca içeriden çırak fırladı hemen.
“Yardımcı olalım dayı! Vesikalık mı?”
“İyi çekerler,” demişti bir tanıdık. Gülmüştüm. Şu düğün karelerine bakınca hele ne kadar haklı olduğumu bir kez daha…Öyle bir şey yok anam babam, iyi çekmezler hiç. Hep kötü çıkar vesikalıklar. Neden? Aslına aykırı da ondan. Öyle suni, öylesi aciz çıkar ki âdem dediğin fotoğrafta, kimi anası bile tanıyamaz insanı. Bildik bir anda çekilir poz çünkü. Kaskatı kesilir sonra o kare. Değişmez. O daracık ana sığar mı insan dediğin?
Karşımdaki duvarda bir bağlama, altında sırı hafif kaçık bir boy aynası, yanındaki şifonyerin üzerinde içi doldurulmuş bir ördek asılı. Padalyalar gibiyiz biz de… İçimiz kof! Camdan ördeğin gözleri... Ölü olsa da bakıyor bu yana. Aynı benim karşıdaki merceğe baktığım gibi. Kendime ne kadar ecnebiyim. Demincek şu minik kabindeki aynada şimşir tarakla taradığım saçlar benim mi essahtan? Hiç taramam oysa. Hepi topu üç beş tel zaten, neme gerek! Ya şu boynumdaki mavi üzerine gri çizgili duble yoldan hallice yulardan bozma kravat? En son kızın düğününde takmadım mı? Orada da ben değildim ki bu. Hanımın saçı da kızın makyajı da abartılı. Hele hele dünürlerin yanında hiç de yakışık almayan o tavrımızı, o çıtkırıldım hallerimizi filan hiç sorma! Yavşak bacanakla bile omuz omuza resmimiz var o düğünde düşün.
“Az biraz sağa eğelim başı.”
“Başı,” dedi. Baş dediği benim uzvum değil de kelle nevinden sakatat sanki.
“Yok o kadar değil, az kaldıralım.”
La havle çektim kafamla. Eğsen bir dert, eğmesen ayrı. Bilmez tabii hiç eğmem -eğmedim- ben başımı. Kuyruk da baş da dik olacak, adam dediğin öyle…
“Az biraz tebessüm…Az daha…”
Yüzüm gerildi yeminlen yalandan gülecem diye. Benim gibi adama… Reva mı?
“O kadar da şey yapmayalım, dişler görünmesin hani…”
Sıka sıka çenemi yıllar yılı diş de kalmadı ki zaten, olanlar da gözüküversin ne var?
Ağzımı az kapattım el mecbur.
“Tamaaam bu kafî!”
Ne dese yapıyoruz anasını satayım, sanki de vesikalığın parasını ben ödemiyorum! Neyse, neyse şu iş bir hallolsun da!
“Şu parmağıma doğru bakalım…”
Hepimiz mi bakalım o parmağa yoksa yalnız ben mi? Hasbinallaaah!
Düşün ki ben de çoktan göçüp gitmişim. Tıkmışlar pamuğu makata. Gassal da yunmuş etmiş, tam teslim ederken bizimkilere cenazeyi bir bana bakmış bir kafa kağıdındaki fotoğrafıma… Bir de benzetemezmiş adam düşünsene. Hele hele başka fotoğraf yokmuş gibi, cenazeye gelenler bu fotoğrafı takmasınlar mı yakalarına, vah ki vah! Yetmezmiş gibi az daha büyütüp tabutun ucuna koymasınlar mı bu halimi, rezil ki rezil! Öldüğümden de haberim yok tabii, böyle sakil sakil sırıttığımı düşün elliye yetmiş çerçeveden. Hayali bile…fena! Bana benzemeyen bu suretlerimi kazıyıp belleklerine hep böyle hatırlayacaklar demek. Hanım da benden sonra göçünce -ekseriyetle öyledir bu işler- kızlardan biri alır koyar evinde münasip bir köşeye çerçevemle ben olmayan beni. Sonra… Sonra işte buyur buradan yak, torun torba da hepten yanlış bilecek, hep böyle görünürüm hep böyle yarım sırıtırım diye düşünecek. Halbusi değil. Sevmem bu hapsolmaları.
Babamın Nuh Nebi zamanda Kirkor’da çektirdiği o fotoğraf da iyi ki benim değil abimin evinde asılı. Baksan suratına, siyah beyaz bir melek konmuş sanırsın duvara. Acı acı gülümsersin. İşte bu gülümsemedir essah olan. “Böyle miydi babam?” diye sormuştum bir kere abime. Bile isteye yani. Cevabını bildiğim kinayeli sorulardan biri. Anlamazdan bakmıştı yüzüme. Diretmiştim.
“Böyle sakin adam mıydı yani karedeki gibi?”
Öyle alışmış ki demek bu munis haline bakmaya, çok emindi kendinden “elbet böyleydi” diye çıkışmıştı. Baka baka demek aynı kareye unutmuş yediğimiz dayakları, işittiğimiz sövgüleri, sevilmeyişimizi, hor görülüşümüzü, boğazımızdaki düğümü… Biz karşısında yutkunurken dükkânda bir koca kelleyi ellerinden yağları aka aka yediğini... Anamı bacılarımı yerden yere çaldığını… Kel ölmüş de… Her neyse… Geçmiş zaman…Var mı şimdik durduk yere çomak sokmanın alemi?
“Yalnız kıpırdamıyoruuuz…”
Kıpırdamıyoruz evet. Kıpırdayamıyoruz ki zaten… Bize emanet ettiği dükkândan da evden de milim kıpırdayamıyoruz. Mirası da bölemiyoruz. Payımıza düşeni alıyoruz da çektirdiklerinden ama malı mülkü bölemiyoruz işte. Öldü gitti vaktiyle, bize de biçilmiş hayatlar bıraktı iyi mi? Belki de ondan… Onun gibi olmamak için kaçarken o olmaya yaklaşmaktan tüm bunlar.
Vizörden baktı adam. Beğenmedi ilk pozu, suratından belli. Sanki ikinciye kuş konduracak. Malzeme bu yeğenim, malzeme bu!
“Bir poz daha çekelim garanti olsun!”
Yalanını sevsinler.
“Yine eğiyoruz başı. Sağa hafif… Az gülümsüyoruz. Hah bu! Bozmayalım.”
O deklanşöre basarken çıkan çıkırt sesi ne güzel. Bir bitiş anı. O sesi duydu muydun nefesini tutmazsın artık göbeğini saçını sakalını salarsın. Sen, sen olursun yeniden. Baban ölmüş gibi umarsızca…
“Tamamdır dayı. Nereye verilecekti?”
“Niye sordun evladım?”
“Ona göre boyut ile arka plan çalışıyoruz da… Pasaportsa başka, devlet işiyse başka…”
“Yok yahu ne yapayım pasaportu, ben daha bizim mahalleden çıkamamışım. Kısmetse…Mahkemeye sonra tapuya evladım. Tapuya göre yapasın! Borcumuz?”
O yüzden satıyorum ne var ne yoksa. Yarından kelli devrediyorum hakkımı da kardeşlerime. Ölse de yakamı bırakmayan babamla uğraşma hakkının tamamını devrediyorum hem de. Varsın onu öyle, beni böyle bilsinler. Nankör evlat bellesinler n’olacak? Bir sayfiye evine yerleşeceğim. Denize nazır olmasa da ucundan kıyısından bir kuple mavilik gören... Bir de yakışıklısından araba alacağım. Eskiden yapıldığı gibi hiç fotoğraf çekinmeyeceğim arabanın önünde. Manzaranın önünde yalı kazığı gibi dikilip poz vermeyeceğim. Arabaya layıkıyla binip o manzarayı doyasıya izleyeceğim. Kendim ne yaşarsam, ben ne istersem o şekilde hatırlayacağım her şeyi. Kıpırdayacağım boyuna, saçlarımı düzgün taramadan, göbeğimi içime çekmeden, babam ne ister diye düşünmeden…Yaşayacağım. Hiçbir şey istemiyorum inan, habersiz çekilse de fotoğraflarım, içlerinde yalnız ben olayım yeter.
Anıl Çetinel Örselli
コメント