Borges okumak yoruyor. Kitaba dair aldığım notları karıştırıyorum. Üç A4 kâğıdının ön yüzü, aldığım notlarla dolmuş vaziyette. Arka yüzleri ise bir takım anlamsız fatura bilgileri ile dolu. Her bir öykünün başlığını yazarak öykülere dair düşüncelerimi not almışım. Notlar, bu haliyle kitaptan daha karmaşık ama çözümlemem şart. Kimi öykü başlıklarının notları oldukça fazla. Sanırım onlara yoğunlaşmış olmamın yanı sıra pek muhtemel bir ihtimalle de beğenmiş olduğumun sonucuna varıyorum.
Komodinin üzerinde dumanı tütmekte olan çayımı yudumlamak üzere alıyorum, diğer yandan notları incelemeyi de elden bırakmamaya özen gösteriyorum. Kırmızı kalemle (…VI. Cildi mutlaka oku!) özensizce alınmış bir not gözüme ilişiyor. Aceleyle yazılmış olduğundan başları pek anlaşılmıyor. Bir düşüncenin beni rahatsız ettiğini hissediyorum. Notları bir kenara bırakarak hızlıca hazırlanmaya koyuluyorum. Üstümü aceleyle giyinip portmantoda asılı duran paltomla şapkamı üzerime geçirerek kendimi dışarıya atıyorum. Hızlı adımlarla yol alırken bir düşüncenin verdiği rahatsızlıkla bölük pörçük hatıralar zihnimde vuku buluyor. Hava oldukça soğumuş. Sokak lambalarının yeterince aydınlatamadığı beton yığınlarını döverek ilerliyorum. Paltomun altına gizlenmiş olan saatim oldukça geç bir vakti işaret ediyor. Umarım şehir kütüphanesi kapanmamıştır, diye söylenirken ağzımdan çıkan dumanla nedense havanın soğukluğunu kendisine kanıtlamış olduğumun düşüncesine kapılıyorum.
Girişteki görevli kimliğimi istiyor, çıkarıp hemen masaya bırakıyorum. Merdivenlere koşarken arkadan bir ses hızımı yavaşlatmama neden oluyor. Bu ses, görevliden bir uyarıyı hatırlatıyor bana. “Bayım, yalnızca on dakikanız var!” On dakika! Lanet olsun, çok az bir süre. Mümkün değil yetiştiremem ama bugün mutlaka bu kitabın detaylarına erişmem gerek… Üç dakikanın sonunda kitabı buluyorum, almama da müsaade yok. Sayfaları hızla çeviriyorum, bir alıntı dikkatimi çekiyor. “Allah da onu yüzyıl ölü bıraktıktan sonra dirilterek, “Ne kadar zaman kaldın?” diye sormuş. O da, “Bir gün, belki daha az,” demiş. Bir başka yerde, geçmiş zamanın asıl dokusu olduğunu, zamanın hep geçmişe dönüşmesinden kaynaklandığı yazıyor. Bunun gibi neredeyse üç bin cümle filan okuduktan sonra merakımın git gide arttığını, daha fazla hatta daha başka bilgilere erişme arzusuyla yanıp tutuştuğumu fark ediyorum. Kitap bitti içimi bir huzur kapladı ama öte yandan girişteki görevli beni bekliyordu. Aşağıya inerken görevliye ne diyeceğimi, nasıl özür dileyeceğimi düşünüyorum. Mahcup bir gülümsemeyle başımı sallıyorum. Görevli, gayet ilgisiz, “Bayım sanırım aradığınız kitabı bulamadınız, yanlış anlamayın ama buna çok memnun kaldığımı itiraf etmek durumundayım. Öyle ki acelenizden bugün geç çıkacağımı düşünüyordum,” gibi bir şeyler söyleniyordu ama benim zihnim durmuş vaziyette, şok haliyle saatime bakıyorum. Bir cildi bitirmiş olmama mukabil sadece sekiz dakika geçmişti.
Girişte görevli kimliğimi istiyor çıkarıp hemen masaya bırakıyorum. Merdivenlere koşarken arkadan bir ses hızımı yavaşlatmama neden oluyor. Bu ses, görevliden bir uyarıyı hatırlatıyor bana. “Bayım yalnızca on dakikanız var!” On dakikanın yetmeyeceğini düşünüp gerisin geri dışarı çıkıyorum. Evden ayrılırkenki acelemin yerini sakinlik alıyor. Hafiften çiseleyen yağmurda yürümeye başlıyorum. Türlü türlü düşüncelere dalarken evden neden çıkmış olduğumu dahi unutuyorum. Sahi şu an neredeydim? Sokaklar ıssızlaşmaya, sesler azalmaya başlarken birden bir bağrış kopuyor. Adeta geceyi korkutuyordu bu ses. Ardından da bir silah ateş alacaktı. İstemsizce garip seslere doğru yol alıyorum. Adımlarım yavaşlamaya, kalbimin gümbürtüsü ıssız gecede duyulmaya başlıyor. Yerde paltolu bir adam yüzükoyun yatıyor. Hemen biraz ötesinde bir başka adam elinde silah hayretle etrafı süzüyor. Adamın cinayeti işlemiş olmaktan çok, yaptığı işin anlamsızlığına yandığını hissediyorum. Eli silahlı adam beni fark edince koşarak uzaklaşıyor. Ne yapacağını bilmez vaziyette yerde yatan adamı paltosundan tutarak çeviriyorum, çevirmemle sıçramam bir oluyor. Yerde yatan adam benim! Zaman, sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına çatallanıyor. Bunlardan birinde ise ben ölüyordum.
Komodinin üzerinde dumanı tütmekte olan çayımı yudumlamak üzere alıyorum. Diğer yandan notları incelemeyi de elden bırakmamaya özen gösteriyorum. Bir düşünce zihnimi deliyor. Belli bir duruma ilişkin bir ayrıntıyı önceden kestirmenin, onun gerçekleşmesini önlemek demek olduğu sonucuna varıyorum.
Anıl Erdoğan
Comentários