“Geçmişin geçmiş olması için zamanın geçmesi yetmez.”
Çivisi Çıkmış Dünya- Amin Maalouf
Bayan Serçin, bakınca ne düşündüğü anlaşılmayan bir ifadeyle hızlı adımlarla geliyordu. Akşamın son ışıkları yüzünde oyunlar oynuyor, saçları hafif esen rüzgârdan mı hızlı adımlarının etkisinden mi bilinmez, uçuşuyordu. Başını kaldırıp kasım ayının güneşi saklamak için uğraşan bulutlarına baktı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Elini çantasına götürüp sanki çok değerli bir şey varmış da durup durmadığını kontrol ediyormuş gibi yokladı. Adımlarını biraz yavaşlattı.
Bu sokağa taşınalı üç ay oldu. Hafif bir yokuşu olan, yolun bir kenarına arabalar park edince sadece bir arabanın geçeceği kadar yol kalan, bir ucundan bakınca sonu çok rahat görülebilen küçük bir sokaktı. En yükseği üç katlı olan apartmanların önünde küçük birer bahçe vardı. Bu bahçelerden birinde dışı kırmızıya boyanmış bir köpek kulübesi duruyordu. Tüm sokağın sahiplendiği ve ismini “Tekrar” koydukları, asla sokaktan başka yere adımını atmayan, “Gel!” diyen her sokak sakininin yanına yavaş adımlarla giden, kediler dâhil hiçbir şeye havlamayan oldukça yaşlı bir köpekti. Sokağın her iki başında bulunan mavi levhalarda beyaz harflerle “Tekrar Sokağı” diye yazıyordu. Her iki levhada yer alan ok birbirini işaret ediyordu. İsmini, insanların tekrarından mı aldığı yoksa bu sokakta yaşayanların sokak ismine uyum sağlayıp her anlarını tekrarlardan mı oluşturdukları meçhuldü. Sokağa çöp arabası her sabah saat 07.00’de gelir, köşeyi tek seferde dönemediği için bir geri hamle yapar ve çöp kovasına yaklaşırdı. Tam çöp arabasının geldiği saatte Bay Hakan köpeğini dışarı çıkarırdı. Bay Hakan dışarı çıkar çıkmaz karşı apartmanın giriş katının sarı perdesi aralanır, Bayan Sevinç gülümserdi. Bayan Sevinç’in duman renginde, adı Pembe olan kedisi bir hamleyle cama atlardı. Çapraz apartmanın cevval kapıcısı ve oğlu ellerinde simit tezgâhlarıyla sokağa adım atar, aralarında mırıl mırıl konuşarak aşağı sokaktaki fırına doğru yürürlerdi. Bay Hakan’ın üst kat komşusunun mutfak ışığı yanar, Bayan Sevinç perdeyi kapatır, çöp arabası ilerlerdi. Gün içinde her saat, her dakika planlanmış gibi yaşanırdı. Üç ay önce salı öğle vakti sessizce sokağa giren, çiçekçinin önüne park eden nakliye kamyonunun büyük bir olay olmasına şaşmamak gerekirdi. Daha kamyonun şaşkınlığı geçmeden kırmızı küçük bir araba çöp kovasının arkasına park etmişti. Kedi veya köpekler çöp kovasını devirir, devrilen kova arabaya zarar verir endişesiyle buraya kimse arabasını park etmezdi. Kamyondaki eşyaları boşaltmak için acele eden işçilerin gürültülü konuşmaları, kırmızı arabadan inen kadının kucağında taşıdığı büyükçe kutu merak uyandırmıştı. Bu dar sokakta oturanlar kendilerini bildiklerinden beri buradaydılar. Ailesinin yanından ayrılanlar olurdu ama yeni taşınan birileri olmazdı. Sokağın tam ortasındaki çiçekçi dükkânının üst katında yaşayan yaşlı Bayan Saniye ölünce boşalan dairenin akıbeti günlerce konuşuldu. Yaşlı kadının yurt dışında yaşayan tek torununun evi kiraya verdiği kamyon sokağa girince anlaşıldı. Esen rüzgârın, uçan kuşun, gelen satıcının, oyun oynayan çocukların bile değişiklik göstermediği bu sokakta gündem yeni taşınan kırmızı arabalı kadındı.
Bayan Serçin aslında bir hırsızdı. Tüm sokağın taşınırken uzun uzun seyrettiği kolilerin içi çaldığı eşyalarla doluydu. Bu koliler haricinde çok az eşyası vardı. Bir yatak ve dolap ilk taşınanlar olmuştu. Rahat bir okuma koltuğu ve çalışma masası tüm sokağın dikkatini çekmişti. Lambader, iki küçük halı ve bavullar eve taşınmıştı. Kolilerde ne olduğunu tahmin edememişlerdi. Dolap çok küçüktü, giysi olamazdı. Zayıf, narin bir kadındı. Mutfakla arası yok gibiydi, mutfak eşyası olamazdı. Kitaplık yoktu, kitap olamazdı. Acaba işi ile ilgili bir şeyler miydi?
Her şey üniversite son sınıfta başladı. Belki çok daha önce başlamıştı da onun fark etmesi üniversiteyi bitireceği yılın soğuk bir ocak ayına denk geldi. Uzun zamandır birlikte olduğu erkek arkadaşına, “Evde oturacağım,” dediği akşam kütüphane çıkışı yağmurdan kaçmak için girdiği kafede en yakın arkadaşıyla sarmaş dolaş görmüştü. Olayın sonrasında çevresinde kurulan her cümle miş’li geçmiş zamandı. “Söylemiştim, ben sana söylemiştim, aldatır demiştim.” Herkes her şeyi ne çok biliyordu ve kendisi niye hiçbir şeyi bilmiyordu. Miş’li geçmiş zamanla kurulan cümleler acısını hafifletmediği gibi, olayın acısı da geçmişte bir zaman diliminde kalıp, silikleşmiyordu. Bu olayla birlikte hafızasının en derin yerlerine gömdüğü tüm miş’li zamanlar geçmişten çıkıp geldiler. “Kazanamazsın, yapamazsın demiştim, yakışmadığını söylemiştim, gitme, inanma demiştim, demiştim, miştim.” Kendini yoran bu eklerin arasında en iyi yaptığı şeyi yapmaya karar verdi. Okumaya. Çalışma masasına oturup kitabın kapağını açınca olan oldu. Miş’ler tüm akışı bozuyordu. Silmeye karar verdi. Tüm kitaplardaki görülen geçmişi silerse ruhunu kurtaracaktı ve belki de gelecekteki pek çok hayatı kurtaracaktı. Mütemadiyen okuduğu her yazıda geçmişin bilmiş ekini silmeye başladı. Alabildiği kadar kitap aldı. Alamadığı yerde çaldı.
Bayan Serçin’in bugün kütüphanede işleri vardı. Bir roman ve iki hikâye kitabı çalacaktı. Ayrıca gazete satılan büfeye uğrayıp bugünün gazetelerinden alacak ve bazı dergileri de çalacaktı. Artık bu işe alışmıştı. İlk zamanlarda eli ayağı birbirine dolaşır, sanki bulunduğu yerde herkes ona bakıyor gibi hissederdi. Yanakları, kulakları kızarırdı. Bir defa yakalandı. Eski oturduğu sokağın sonunda küçük bir sahaf vardı. Oradan yeşil, deri ciltli bir kitap alıp çantasına koymuştu. Çalmaya başladığının ilk zamanlarıydı. Çok fazla açık veriyor, kendini belli ediyordu. Polis çağırmaktan yalvar yakar vazgeçen sahafın tek isteği bir daha dükkânına uğramaması olmuştu. Az konuşuyor, az yiyor, çok okuyordu. Bu azlıklar ve çokluklar rutini bozuyor sokaktakilerin merakını gıdıklıyordu. Sokaktaki herkesin Bayan Serçin ve mesleğiyle ilgili bir fikri vardı. Bay Hakan’a göre akademisyendi. “Elinde devamlı kitaplar var,” demişti Bayan Sevinç’e. Bayan Sevinç’e göre ise adını gizli tutan bir yazardı. “Geceleri ışığı hiç sönmüyor,” demişti. Kapıcı ve oğlu matbaada çalıştığı konusunda ısrarcılardı. Parmaklarındaki siyah lekeler ipucuydu. Bay Hakan’ın üst katında oturan kadına göre ise gezgindi. Gezdiği yerlerle ilgili okuyordu. Bir akşamüstü kendini dinleyen herkesin duyacağı bir ses tonuyla, “Çünkü çok hızlı yürüyor,” demişti.
Bayan Serçin’i ise kütüphanede bir kitap bekliyordu. Her zaman yaptığı gibi önce ödünç aldığı kitabı iade etti. Yeni kitap alacağını söyledi ve içeriye geçti. Camın önündeki küçük masaya oturdu. Eşyalarını bırakıp gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı ve bugün hangi renkte kitaplar çalacağına karar vermek için bir işaret bekledi. Gözlerini açınca karşı masaya oturan sarı montlu bay ile göz göze geldi. “Rengim sarı olsun.” diye fısıldadı. Kapağı sarı olan bir romanı koltuğunun altına sıkıştırdı. Hikâyelerin olduğu raflara doğru ilerledi. Daha yürürken sarı bir kitap sanki ona göz kırpıyordu. Kitabı eline alıp, kapağını okudu.
“Miş’li Geçmiş Zaman Emeklisi.”
Ne çok karalanacak zaman kipi vardır diye düşünürken birden elinde tuttuğu kitabın önemini anladı. Bu zamandan kurtulabilirdi. Sarı romanı ödünç aldı, bu kitabı da çaldı. Çantasında böyle bir kitap taşıdığına inanamıyordu. Silmek için uğraştığı bu zamandan emekli olmuş birinin deneyimlerini okuyacaktı. Sık sık eliyle çantasını kontrol ediyor, içinden daha hızlı yürümemek için kendine telkinlerde bulunuyordu. Zaten tüm sokak onun yürümesine, eve farklı saatlerde gelmesine, bazen saatlerce balkonda oturmasına, bazen pencereye dahi çıkmamasına, bazen bir ekmek bazen de iki ekmek almasına şaşırıyordu. Onların gözünde hiçbir rutini yoktu. Şimdi daha hızlı yürürse iyice dikkatleri üzerine çekecekti. İçinden yavaş yavaş diye tekrarlıyordu. Tekrar Sokağı için edinebileceği en güzel alışkanlık buydu. Apartmanın kapısına birkaç adım kalmıştı ki çiçekçi Bay Hadi selam verdi. “Merhaba Bayan Serçin, ne güzel bir gün değil mi?” Zorla adımlarını durdurup ayaklarını yan yana getirdi. “Evet,” dedi. Karşı tarafın bakışlarından devam etmesini beklediğini anladı. Keşke virgül değil de nokta kullansaydım diye içinden geçirdi. “Güzel bir gün,” diye ekledi. “Telaşlı gibisiniz, bir sorun mu var?” dedi Bay Hadi. Bir taraftan da dükkânın önüne dizdiği renk renk krizantemlerden beyazların olduğu kovaya doğru uzandı. Rastgele bir tutamı kavradı, hafif hafif silkeleyerek diğer çiçeklere zarar vermeden bu tutamı çıkardı. Suyunun damlaması için biraz salladı. Camın önünde duran kâğıdın içine özenle sardı. Bayan Serçin maharetle çiçek buketi hazırlayan Bay Hadi’yi seyrederken telaşını unutmuştu ve iç rahatlığıyla, “Hayır,” dedi. Noktayı koydu. Bay Hadi çiçek buketini yeni komşusuna doğru uzatırken, “Sokağımıza hoş geldiniz,” dedi. Bayan Serçin şaşırdı. Bunu beklemiyordu. Gülümseyerek çiçeğe uzandı. Ağzının içinden kısık sesle bir teşekkür sözü çıkabildi. Birden adımlarını harekete geçirdi ve hızla uzaklaştı.
Bayan Serçin’in sıra dışı davranışları sokaktakilerin de rutinini değiştiriyordu. O gece ışığının hiç sönmediği tüm sokak tarafından gözlendi. Bayan Serçin tüm gece çaldığı kitabı okudu, miş’li geçmiş zamanları sildi. Sildikçe alttan yeni yeni miş’li geçmiş zamanlar çıkıyordu. Elindeki bir modern zaman palimpsestiydi. Kazıyor, siliyor, karalıyor karşısına yine bilinmeyen bir geçmişin bilinmeyen bir yazarının acıları çıkıyordu. Kitabın son sayfasındaki silme işlemi bitince kâğıt geçmiş yazıları ona doğru püskürttü. Beyhude bir çaba içinde olduğunu düşünmeye başladığı andı. Ne yaparsa yapsın geçmiş geçmiyordu. Tekrar havladı, Bay Hakan ve köpeğinin sabah yürüyüşüne Bayan Sevinç eşlik ediyordu, kapıcı ve oğlu ıslıkla bir şarkı çalıyor, çöp arabası sokağa girmeden diğer sokağa geçiyordu. Bayan Serçin son sayfadaki yazıyı iyice kavramak ister gibi buğulanmış cama düzgün bir yazıyla yazdı.
“Tüm silinenlerin yerine yenilerini yazmalısın.”
Armağan Can
Comentários