Sırtına bir şal aldı, balkona çıktı Serap. Soluklandı. İşin biteceği yoktu nasılsa. Bir sigara yaktı, derin bir nefes çekti. Ahmet görse darlardı şimdi. Sigara içerken ölecekmiş bir gün. Ölmeyip de ne yapacak. Kazık mı çakacak dünyaya Allah aşkına.
Hava kapalı, hafiften inmiş. Birer ikişer yağmur atıştırıyor. Her yer nasıl da kuru. Şöyle kandıra kandıra bir yağsa. Usul usul, afatsız… Ev toparlanacak, hiç kalkası, içeri giresi yok. Dört duvardan başka gördüğü bir yer de yok aylardır. Bu balkon da olmasa… Tırabzanlara tutundu, ıslak, soğuk demirler avucuna bir serinlik bıraktı. Tek tük gelip geçenler vardı sokakta. Market alışverişinden ya da yürüyüşten dönenler. Onları da telaşlandırdı yağmur. Bulvar sessiz, yalnız… Sokağın da tadı tuzu yok.
Sokak daracık, evler iç içe, dip dibe. Bitişik nizam baştan sona. Domino taşı gibi dizilmişler. Bir ucundan dokundu Serap. Pıt. Pıttt. Düşüşlerini seyretti. Hop! Ne güzel oldu. Gökyüzünün rengi de varmış, bak. Burada nasıl yaşayabildiklerine şaştı? Salgınla birlikte iyice su üstüne çıktı bu, boğdu Serap’ı. Perdelerini bile açamıyorlar. Baktı yine hepsi kapalı. Kalktı, sabahtan kalan çayın altını yaktı. Tam karşısındaki dairenin perdesi kıpırdandı. Ah sen nerede kaldın, korktum, gelmeyeceksin diye. Ne zaman azıcık nefeslenip ferahlayayım dese o da beliriyor hemen. Ürperdi. Bedenine bir huzursuzluk yayıldı. Biliyor, oradan onu izliyor. Balkonlarda başkaları var mı, diye çaktırmadan göz attı Serap. Başına iş açacak. Görmezden geldi, adam sınıfına koyacak değil ya. Kolları kaskatı kesildi, zannedersin korkuluğa kilitlendi. Ona pabuç mu bırakacak, oturdu bir sigara daha yaktı. Elleri zangır zangır. Hayır, bir de bir şeye benzese bari. Bu neyin özgüveni. Önce, o vücuda ait değilmiş hissi veren koca kafasını çıkarıyor. Pis pis sırıtıyor. Pişkin herif hiç de çekinmiyor. Kafasında tüy kalmamış, şakaklarındakileri de sıvamış tepesine. Perdeyi biraz daha açtı, iyice yerleşti cama. Rahatı yerinde. Sokağı izliyor güya. Koca göbeğinin üstüne çektiği pantolonunu kemerle bir güzel sıkmış yine. Sokakta da böyle dolaşıyor, görüyor onu alışverişe gidip gelirken. Bodur herif.
Karısı Hatice de evde. Mutfakta işleniyor. Yarıya kadar indirilmiş perdenin altından karaltısını görebiliyor Serap. Etine dolgun, esmerce bir kadın. İki de çocuğu var. Alt komşusu Nurten’in arkadaşı. Bir seferinde altın gününe çağırmıştı Nurten, orada tanışmışlardı. Sigarasını söndürdü. Tef gibi gergindi. Ensesinden yukarı bir ağrı yürüdü. Bu kaçıncı, her seferinde daha çok cesaretleniyor sanki. Kalktı, Defne’nin odasına gitti. Defne yatağında telefonla oynuyordu. Serap’ın geldiğini fark etmedi bile. Bunun da hiç ders çalıştığı yok. Varsa yoksa telefon. Şimdi bir şey dese cazgırlaşacak, Serap da bütün sinirini ondan çıkaracak, sonra el aleme reklam olacaklar. İlişmedi. En iyisi papatya çayı içmek. Aman, unuttu ya ocağı! Koştu. Su da kalmamış ki. Olanı doldurdu fincana. Rahatlatır, yatıştırır belki. Salonun camlarını açtı yoksa havasızlıktan ölecek. Yağmur hızlandı ama olsun, bir yerde okumuştu yağmur yağarken camları açmanın faydalı olduğunu. Kırlentleri yerden aldı, kabarttı, yerlerine yerleştirdi. Öfkesi, korkusu sağalır sandı. Ne yaptı da musallat oldu şimdi bu adam. Üstelik salgın var, herkes evinde. Nasıl cesaret ediyor? Yarısı içilmiş yarısı bırakılmış su bardakları ortalıkta. Topladı hepsini, bulaşık makinasına yerleştirdi. İçin için bırakın ortalığa siz. Toplayan var nasıl olsa. Oh, ne güzel ya. Korona olup geberirsin inşallah pis herif. Ama kötüye bir şey olmaz, diye boşuna dememişler. Hani, koronanın uğradığı yok buna. Masumları öldüreceğine bunu öldürse ya. Ortalık temizlensin. Kanepenin üzerinden battaniyeyi aldı, katladı. Şarj aletlerini hızlı hızlı yerleştirdi yerlerine. Anlamadı ki, ordu mu yaşıyor bu evde. Hepi topu üç kişi. Aklından da çıkmadı bir türlü, kafasını kaldırıp göz ucuyla kontrol etti orada mı, diye. Orada valla. İyice azıttı artık. Ahmet’e de söylese bir dert söylemese bir dert. Durup dururken başını belaya sokacak insanın. Yanlışlıkla göz göze gelse soluğu burada alacak. Allah belanı versin senin. Virüs var, diye siliyoruz her yeri. Hani nerede virüs? Yok. Esas virüs bu. Hem kuyruk mu salladın, dese Ahmet ne yapar? Gazetelerin ikinci sayfa haberleri geldi aklına. Hiç de uzak değilmiş. Tuzakları bunlara kuruyorlar işte. Sonra bir araba dolusu dayak. Yüreğinin yağları eridi. Sanki dayağı bu kepaze yemiş gibi. Çamaşır suyu içireceksin bunlara. Sonra içleri dışları mis. Oh! Gündüz gözüyle bile evinde rahatı yok insanın. Ötesi… Ötesi yok. Kır dizini otur yerine.
Kasvetli, huzursuz bir hava sindi odaya. Sehpanın tozunu alıyordu, bıraktı. Bez öylece kaldı ortada. Yatak odasına gitti. Saçlarını düzeltti, kabarttı. Solgun ve kuru dudaklarına gül kurusu rujunu sürdü. Yeşil ceketini giydi. Banyodan bir şişe çamaşır suyu aldı eline. İndi merdivenlerden. Yolun karşısına geçti. Aralık kapıdan süzüldü içeri. Üçüncü kata çıktı. Zile tekrar tekrar bastı. Nihayet açıldı kapı. Kazağının kolları dirseğe kadar sıvanmış, elleri ıslak ıslak Hatice çıktı. Şaşkın şaşkın baktı ona. Çamaşır suyu koltuğunun altında, sağ eliyle burnunu sıkı sıkı tuttu, sol elini de burnumun önünde savurdu. Evinizden, leş kokuları yayılıyor bütün sokağa. Dört duvar evlerin içine kadar sızıyor, rahat vermiyor, nefes aldırmıyor. Çamaşır suyunu uzatıyor. Temizleyin. Dip köşe temizleyin de yayılmasın daha fazla. Börtü böcek ne varsa. Dökün üstüne. Kaçamasınlar. Öylece baktı Hatice’ye. Zihnini zar zor susturdu. Eee, hayırdır bir şey mi isteyecektin Serap Hanım? Dili dolaştı, kekeledi. Nurten burada mıydı, evde yoktu da.
Ayşe Saban Topuz
Mükemmel