Şefkatli bir rüzgâr esti, çam sakızı kokan tül, Elif’in narin sırtını sıvazlayıp uçuştu boşlukta. Çığlık, bir çığlık daha ve bir… Kırkikindi boşaldı aniden tüm günahların üzerine.
Sübhâne Rabbiye'l-âlâ, Allahu Ekber. Ettehiyyatü’yü okudum mu? Yok okumadım, okumadım di mi? Okumadın. Dört… Bugünkü öğlen namazımı kılmaya. Allahu Ekber. Sübhaneke’den sonra sure? Okudum ya? Bedenini doğrultamadı. Okumadın. Okudum, okudum. Bebeğin sesi duyuldu. Yanındaki suya uzandı. Dün beşincide tamamlamıştı. Örtüsünü düzeltti, bir adımda açtığı camdan nefes almak için eğildi. Şu kaldırımdaki adam bana mı baktı? Baktı tabii, bozuldu abdestin. Yok göremez ki bu kadar yukarısını. Görmez olur mu? İğne deliği kadar görse! Mezhebin en ufak bir şüpheyi kaldırmaz Elif. Haklısın kaldırmaz. Gusül? Tabii gusül. Hem bebeğini böyle emziremezsin, zehir olur sütün. Zehir olur sütüm.
Nadir geldiğinde yarı açık banyo kapısının eşiğinden taşan sular hole kadar ulaşmıştı. Elindeki evrak çantasını fırlatıp attı portmantoya.
“Eliif? Eliif?”
Bir elinde veteriner şırıngası diğerinde duş başlığıyla sere serpe, göz gözü görmez buharın içerisinde baygındı. Kaç saattir yıkandığını tahmin etmek zor değildi. Bileklerine kadar battığı sudan çekip aldı karısını. Salondaki rengi açılmış koltuğa bıraktı usulca. Derisi kalkmış iman tahtasına değdi gözleri, içi buruldu. Kaç defa yaşamıştı Nadir bu sahneyi. Temizlenmiyor diye kulağının içine soktuğu şırıngadan defalarca boca ettiği suyla kaybetmişti sol kulağını Elif. Belki o sesleri duymam artık diye sevinmişti. Kolonyayı dayadı burnuna. Musluğu kapatmadığını hatırlayıp koştuğu banyoda, akmadığını görünce, kontörlü suyun bittiğini anladı. Bir aylık su yine üçüncü günden bitmişti.
Kendine geldi. Nadir’i başucunda, kayınvalidesiniyse emmesi için bebeğini göğsüne dayarken buldu. Çocuğun feryadı çınladı odada.
“İlaçlarınızı almıyor musunuz Elif kızım?” Tenkit dolu bakışıyla tüm yargılarını akıtmıştı yine.
“Sütten çocuğa geçiyor, dediler de…”
“Kim, hocaefendi mi? Ya sabır. Doktora sorduk ya. Hacı hocalara inanıp doktora inanmamak. Kendini düşünmüyorsan şu sabiyi düşün.”
Ağzının içinde gevelediği onlarca sitemle Nadir’e sapladığı zehirli oklarını bırakıp tüm istihkarıyla çarptı kapıyı kadın. Bebeğinin memesine geçirdiği tek dişiyle oburtulu bir ses yayıldı kucağından. Boğulur mu? Tam dik oturayım. İblis gecikmeden gelip soluna durdu. Boğulur tabii, bebek bu. Besmele çektin mi? Çektim tabii.
“Efendim?”
“Sana demedim Nadir.”
Emekli maaşını çekip gelecekmiş. Ben çocuğuma bakamam sanki, bin tembih. Her dakika dibimde. Bakarım tabii. Bakarım. Sokak kapısı kapandı. Oh rahatladım. Üstüme yapışan bakışlarından bıktım. La havle. Tövbe, tövbe insanı su-i zann ettirip büyük günaha sokuyor. “
Efendim Nadir? Bunun için mi aradın? Annen mi ara dedi? Kontrol et dedi di mi? Ölümü gör doğru söyle. Tamam Nadir, tamam dikkat ederim, merak etme. Evet iki ekmek.”
Sen bebeğe bakamazsın ki? Sus, sus diyorum. Bakabilir misin, tutmayı bile beceremiyorsun. Annesiyim onun, ben doğurdum, niye bilmiyormuşum? Kocanla kayınvaliden neden güvenmiyorlar o zaman sana? Öksüz büyüdüm diye, anneliği bilmem sanıyorlar. Sen hastasın Elif, çocuğunu öldürürsün diye korkuyorlar. Nee öldürmek mi? Daha neler? Hangi anne böyle bir şey yapar. Yok, yok git başımdan. Gerçek değilsin sen. “İlacını aldın mı Elif?” “Sen ver çocuğu ben tutarım Elif.” “Yat dinlen Elif.” Hep böyle demiyorlar mı? Seni sevmiyorlar, bebeği seviyorlar. Torunu tabii sevecek. Peki Nadir? Onun da kızı. Sen de karısısın. Karısıyım. Kafasını iki yana salladı. Sol yanından ekolu bir, “Sen de karısısın,” sesi yükseldi. Daha hızlı sallamaya başladı. Dengesini kaybetti, sendeledi. Kucağındaki bebeği hızlıca bıraktı beşiğe. Ses giderek çığırından çıkıyordu. “Sen de karısısın.” Beşiğin dayandığı duvarın pürüzlü, kireç yüzeyine vurdu kafasını; bir, iki, üç. Sus, sus diyorum, sus. Ses artıyordu. “Sen de karısısın.” Aynı anda bebeğin ağlamaktan katılan sesi duyuldu. Kucağına alıp sallamaya başladı. Sakinlemiyor, sen çocuk bakamazsın. “Hu hu hu Allah.” Düşecek. Sus, pis kör. Susmuyor bak, susturamıyorsun. “Bismillahla büyürsün.” Abdestsiz miydin sen, susmuyor bak? Daha hızlı adımlarla döndü etrafında. Kollarını gondol gibi uzatıp, salladı.
“Allah deyip yürürsün, peygamberi seversin. Hu Allah.”
Ya sevmezse. Sus, sus diyorum. Görünmez bir çiviyi yuvasına sokmak istercesine vurmaya başladı şakağına.
“Hu Allah, hu hu hu Allah...”
Küçük dili dışarıdayken kıpkırmızı bir feryat yükseldi. Tek koluna sıkıştırarak tuttuğu kızının, boğazına dayanan dirseğini çekti hemen.
“Hu Allah, Mevla’m korusun seni.”
Sus kızım, sus yavrum. Gördün mü susmuyor işte. Ağlama bak, duyacaklar. Elif bakamadı diyecekler, sus. Bakamadın zaten. Pencereyi açtı, soğuk bir nem bulaştı yüzüne. Çocuğun çığlığı doldurdu tüm sokağı. Atmazsın di mi? Atarsın sen, atar mısın bu kattan? Sus diyorum, annesiyim ben, hiç çocuğumu atar mıyım? Beline kadar sarktın, tutamazsın da.
“Hu, hu Allah.”
Çocuğunu atan olmuş mudur ki? Olmaz olur mu? Ağlıyor bak, susturamadın, atarsın. Atmam, atamam. Hayır, atar mıyım hiç?
Bir martı geçti pencerenin dibinden. Açtı kollarını, uzandı, ulaşamadı martıya. Boşluktaki meleğin henüz çıkmaya fırsatı olmayan kanatları sızladı. Asfaltın çatlaklarını dolduran kızıllıkta bembeyaz bir tüy belirdi.
Ayşe Sezen
Comments