top of page

Öykü- Aysun Korkmaz- Kaplumbağa Abim

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

Keşke uyurken bile bu kadar mahcup olmasa. Yatakta iki büklüm, sırtı kamburlaşmış. İki eli kemikli bacaklarının arasında, kedi gibi büzülmüş. Omzuna dokundum, uyanmadı. Belki rüyasında top peşinden koşuyordur. Üstte kalan kulağına sinek kondu. Geniş kıvrımlarında sere serpe yürüdü. Ön kollarını ovuşturdu. Kıpır kıpır. İnadına canlı, işe yetişecek kadar telaşlı, bir amacı var. Kovasım gelmedi, izledim bir süre. Gezinsin dursun.

Yandaki sehpanın üzerinde duran kalın camlı gözlüğüne gözüm ilişti. Camı kirlenmiş. Aldım, bir damla şampuanla ovaladım. Pırıl pırıl oldular. Horozlar benden sonra günü başlattı. Sırayla kasabaya seslendiler. Cami imamı gibi. Onlar sustu, ağır sessizlik çöktü bahçeye. Camdaki yağmur damlaları, dut ağacının rüzgârla hışırdaması bile sessiz. Pencere kenarındaki fesleğeni elimle karıştırdım. Odanın kokusunu kesmese de avucumu kokladım, hafifledim az. Beynimde bir sinek geziniyor, cızırdatıyor yürüdüğü yerleri. İki yanda çıkıntılı gözleri doğrudan görüyor aklımdan geçeni. Acele etmeliyim. Koca çocuk kalk bakalım okula yetişeceğim, dedim. İri eşek gözleri minnetle ışıldadı. Boğazından çıkardığı sesler ikimizin özel dili, annem bile anlayamıyor.

''Aynen öyle ya, günaydın güzel abim."

Sırt üstü dönmesine yardım ettim, nasıl bıraktıysam lök gibi öyle kalır garip.

"Biliyorum omzun acıdı yan yatmaktan. Çevir bakayım başını. Cidden yük gelmiyor bana."

Gözlerini sol taraftaki tahta dolaba dikti.  Ama çok daha uzaklara bakıyor, evin ardına, şehre, hayalinin yettiği yere. Pijamasını sıyırıyorum. Sıra külotta. Kolunu kaldırıyor gözünü kapatıyor. Konu komşu boşa acıyor bana. Niye gocunacakmışım hem? Benim abim ne eteğin boyu kısa der, ne de kız kalk su getir. Şansı olsa gözleriyle sarılacak bana, öyle bakar. Bezini hızla kapattım, poşete koydum. Ağzını sımsıkı düğümledim. Islak mendili idareli kullan, dedi annem. Bir sildiğim tarafla ikinci kez silmem yine de. İçime sinmiyor o zaman temizlik. Kucakladım, sandalyesine oturttum. Kuş kadar hafif. Kemiklerine bastırsam ufalanacak sanki. Annem kapıdan başını uzatıyor.

"Sen hallettin mi yavrum? Seslenseydin ya. Kahvaltıya dalmışım. Ver çöpünü dışarıya bırakayım oda kokmasın."

Başörtüsü sivri çenesinin altında düğüm, sanki gözleri uzamış da solmuş yanaklarına akıyor. İncecik boynunun her boğumunda bir çizgi. Konuştukça sırayla kabarıyor. Kıpkırmızı yün kabanı giymiş yine. Hacer teyze vermiş. Onun üstünde sırıtıyor renk. Şaşırıyor. Kendi soldukça renklerden güç alır annem.

"Hacer teyzeye mi?" Saate baktım. "Otobüse yetiş oyalanma hadi."

"Tamam. Kahvaltı hazır. Okula giderken sakın kapıyı kilitleme. Televizyonun kumandasına yeni pil aldım, oyalansın. Allah vere de elektrikler gitmese gene."

Belini tuta tuta dışarı çıktı. Onlar gibi olsam, kırılıverecekmiş gibi. Biri yemeğimi hazırlasa, diğeri getirip götürse. Sabır demiş Hacer teyze, atsan atılmaz satsan satılmaz. Kim neyi satıyor diyememiş annem de. Gözünü yere diker durur sesini çıkaramayınca. Nergis gibi kardeş cennetlik maşallah, demiş. Allah mükâfatımı verecekmiş. Annem bel fıtığı olduğunu söylese artık gelme der hemen oysa. Ahiret falan dinlemez iş kendine gelince.  Aklıma günlüğüm düştü. Allah içimden geçenleri bilir.

Odayı havalandırdım, pijamasına bulaşmış şeyleri görmek sinir bozucu. Beyaz sabunla çitiledim. Balkona astım. İnsan güne böyle başlamamalı. Çamaşır ipinden annemin, benim kuruyan sutyenlerimizi topladım. Onlar uzun atletlerin arkasına asılır. Yoksa yan balkonda ev sahibi hacı anne sokranır. Annemden her duyduğumda gülesim gelir bu lafa. Ele güne karşı öyle bayrak gibi sallanmaz ki, der. Anneminkiler küçücük, tahta gibi. Babam mahallede futbol oynayanın, kalede gol attırmayanın kız olduğunu anlayınca şaşmış kalmış. Sıskalığını falan boş vermiş. Erkek Fatmalığına âşık olmuş.  Ya annem o zamanlardaki gibi canı başında olsa ya da hiç tanışmasalardı diyorum, doğmasaydım ya da doğmasaydı. Çamaşır asarken daha sık aklıma gelir babamın yokluğu. Televizyonu açtım, kumandasını sandalyesinin kolunda cebe bıraktım. Mutfak masasının dibine kadar ittim tekerleğini. Kaplumbağa gibidir abim, o yükünü sırtında taşır, abim altında. Televizyondaki reklamda “Hayatın Engellerine Kapak Olsun” yazdı. Plastik kapak bağış kampanyasına okullarda rağbet çokmuş.

Matematikten 47 almışım. Abimin kilosu. Öğretmen Gülten’e baktı.

“Beni hayal kırıklığına uğrattın, 75,” dedi.

Demek hocanın hayallerinde yokum. Gülten ağladı. Teneffüste kızlar onu teselli etmek için kantinden çikolata aldılar. Sen yaparsın boş ver, dediler. Hışır hışır yırttı ambalajını, bir ısırıkta yarısını bitirdi. İyi geldi ki, kaşla göz arasında Fırat’a baktı. Sen niye gönlümü almıyorsun, der gibi. Eğer sabah uyuyakalmasaymış iki bilinmeyenli denklemleri daha iyi çalışırmış, son dakika okula yetişmiş. Ne kadar az bilinmeyeni var hayatında. Ben ancak tilki uykusu bilirim. Keşke bu kadar iyi olmasan abi. Tuvalete gittim, yüzüme buz gibi suyu çarptım. Yanaklarımdaki alevi söndüremedi.

Sınıftaki hava değişmiş, kıpır kıpır bir heyecan. Çıkışta şehre gideceklermiş. Lunapark nihayet açılmış. Fırat, Geliyorsun değil mi, dedi. Kaç saat sürer ki? Sınıfa geleli daha üç hafta oldu ama sanki üç yıldır tanıyor gibiyim.  Saçını eliyle yana tarayışı, tahtaya yürüyüşü, ceza alsa bile hocaya çaktırmadan göz kırpışı, dimdik heybetli vücudu, çantasını sırtına atışı, göz göze gelince yanaklarının kızarması. İşe mi yetişeceksin ne yapacaksın zamanı, dedi. Kafamdan tahmin yürüttüm. Otobüsle gidiş geliş bir saat. Orada iki saat eğlensek etti üç. Annem daha dönmemiş olur. Abime sorsam gülen gözleriyle bakar, ağzını açar, giiiit, der bizim dilimizde. Düşünmez karnını, altını.

“Okuldan eve bir koşu uğrasam, öyle gitsek?”

Fırat cevap vermeden Gülten atladı. Bu kız çipil gözleriyle mi duyuyor? Ta en arka sıradan laf yetiştirdi.

“E herhalde, tek otobüs. Saat başı, kaçıramayız.”

Elimdeki kalemi tahta sıraya bastırdım. Aklımda bin bilinmeyenli denklemler çarpışıp bölünüyor, eksilip toplanıyor, eşitlenemiyor. Fırat’ın sürmeli gözleri gel diyor. Gözüm açık gömlek yakasından çıkan kıllara iniyor. Abimin vücudu neredeyse benim gibidir oysa. İçimden başımı tam da o karmaşaya yaslamak geliyor.

Son ders felsefe. Hoca her şeye izin verir zaten. Bir yalan uydururum biraz erken çıkmam gerek, derim. Defterimden alelacele bir sayfa kopardım. Heyecandan harflerim bile uçmaya başladı. Fırat’ın sırasına not yazdım bıraktım. “Otobüse yetişeceğim.”

Koşmaya başladım. Süpermen gibiyim, sırtımda pelerinim, dünyayı omzuma atsalar taşırım. Fırat dönme dolaptan el salladı, Geldin, dedi. Kolumu beline doladığım gibi koltuğundan kaldırdım. Elimi bırakma, düşerim, diyor. Korkunca daha mı yakışıklı? Şehrin üzerinde uçuyoruz. Dertler, hayaller hep altımızda. Çiçekli eteğimi giyerim. Koşarken insanın aklı zehir gibi. Ağzımı açıyorum. Hafif masmavi bulutlar, yutuyorum önüme çıkanı. Yuttukça hafifliyorum. Boğazımdan yüreğime ılık mavi bir şey akıyor. 

Sokağı girince bizim apartmana tam karşı cepheden baka baka yürürüm. Pencerelerde hep üç kafa görünür. Bugün seyre zamanım yok. Ne göreceğimi biliyorum zaten. Giriş katın demir korkuluğun penceresinde abim bekler. Sıkılır televizyon izlemekten.  Üst kat komşunun sarı kafalı tombik beyaz kedisi, en üst kattaki doksanlık Nimet teyzenin başı. Üçü de birbirinden habersiz perdeyi aralar, saatlerce sokağı izlerler. Hangisi daha hüzünlü görünüyor deseler, seçemem. Kapıdan girince abim ağzını açtı neşeli sesler çıkarmaya başladı. Ben bu kadar sevilecek biri miyim? Televizyon hâlâ açık, halıda zeytin çekirdekleri, ekmek parçaları. Masanın üzerindeki peynir yumuşamış, su bardağının kenarı yumurtanın sarısına bulanmış. Bardak kokunca içmez su, yedek metal bardağını aradım gözlerimle. Masanın kaymış örtüsünün altına düşmüş. Kuruyan ekmekleri poşetine tıktım. Lambayı açtım, hava kararana kadar dönemem. Oda, ampulle sararınca daha acınası göründü gözüme. Salona açılan diğer odaların kapılarını kilitledim. Gitmesin oralara, salon ısınsın azıcık. 

“Abi nasılsın? Beni üç dört saat daha bekler misin?”

Gözüyle masadaki şişeyi gösterdi, suyu bitmiş. Şişeyi doldursam daha da işeyecek. Sidik kokusu perdelere bile sinmiş. Daha içmesen? Bir yudum su değdirdim, ıslattım kuruyan dudaklarını. Üstü başı kahvaltı tabağı olmuş. Kazağının yakasına dokundum, ıslak. Pipeti ayarlayamamış.  Kurusun diye havlu sıkıştırdım boynundan içeri. Gelince annem değiştirsin artık üstünü başını. Anne miyim kardeş mi? Belim diye tutturmasın.

“Çok acelem var, ne istiyorsan şimdi söyle bana olur mu?”

Sobanın ateşine odun attım, dolaptan çıkardığım çorbayı ısıttım.

"Aç ağzını, sakın ağzında biriktirme çabucak yutuver gözünü seveyim abi, bugün oyuna vaktim yok."

Gözlerimle karşılaşmaya çalıştı, bakmamaya çalıştım. Ağzını açarken ağzımı açtım ben de.

"Bugün başka, otobüse yetişeceğim. Sınıftakilerle lunaparka gideceğiz. O yüzden, seninle ilgisi yok yani tamam mı?"

Kaşığı tutan ellerim titremeye başladı. Metal kaşık dişlerine çarptı. Yetişemezsem yanına Gülten oturur mu? Fırat da oturtur mu? Nergis gelecek demez mi? Kaşıkla dürttüm ağzını, biraz sert. Kendime şaştım. Kurban olayım şu lanet olası ağzını aç abi. Gözlerine baktım. Sanki yabancı birine bakar gibi bakıyor.

"Kusura bakma, saat yaklaşıyor o yüzden. Hem sen pipetle de içersin çorbayı değil mi?"

Açlıktan ölecek hali yok ya. Kapıyı çarptığım gibi otobüs durağına koşmaya başladım. Ne aynaya bakabildim ne de çiçekli eteğimi giydim. Mavi bulutları arıyorum, Süpermen’in pelerinini. Soluğum yüzüme çarpıyor, kalbim adımlarımdan hızlı atıyor. Arkamdan nasıl bakmıştır? Olmuyor, havalanamıyorum. Bir çift eşek göz sırtımdan dürtüyor, düşüverecek gibi oluyorum. Daha erken çıkmalıydım dersten. Doktor bir süre sonra yutkunmayı da bırakacak, demişti. Ayaklarım dolanıyor birbirine. Uzaktan koştuğumu görse bile durdurur otobüsü. Şu köşeyi dönsem yeter, görünür olurum.

Sokağı döndüm. Bu kez ne karşıdan apartmanımıza bakacağım ne camlardaki kafalara. Ömrüm yıllar yılı bu üç başın gözünü diktiği yolda debelenmekle geçecek. Hayret annem evde. Saat daha beş. Sesim tüm öfkemi kustu.

"Hani geç kalacaktın bugün? Bu saatte nasıl döndün sen anne?"

"Suç mu işledim kızım? Sevinmen lazım, ben ortalığı hallederim, işine bak sen. Önce elektrik süpürgesi bozuldu Hacer teyzenlerin, komşudan ödünç aldım. Sonra su kesildi, bekledim durdum.  Aksilik üstüne aksilik işte. Susuz temizlik mi olur?"

Aksilik yarın okula gidince kasıklarına kadar vuran kıskançlığı bastırmaktır. Fısır fısır konuşmalar, arkandan gülüşler, artık başkasına bakan sürmeli göz demektir. Aksilik bu bok kokulu evde çiçekli, böcekli mavi hayallere kapılmaktır. Yatağımın süngerinin altından çıkardığım günlüğümü aldım. Arkam kapıya dönük oturdum masaya.

"Ödevlerim var anne, madem öyle seslenme bana. Biraz çalışacağım."

Yazdım, yazdım, yazdım. Yazdıkça kendimden korktum. Korktukça daha yazdım. İçim soğumaya başladı. Ateşimi harlamak istedim. Bu iş çığırından çıkacak. Kolumdaki tüyler bile dimdik. Ellerim buz gibi, yanaklarım zonkluyor. Solumaktan yoruldum, kırıp dökecek gerçek bir şey lazım bana. Sobanın yanına yaklaştım. Günlüğü cildinden koparmaya çalıştım, sayfaları yırttım. Elimdeki parçaları önce ikiye, sonra dörde böldüm durdum. Sobaya attım hepsini. Kâğıdın yanarken yavaş yavaş büzülmesini izledim. Ayakları elleri var da acı çekiyor gibi ses çıkarıyor sayfalar. Abimin boynuna odunla kaç kere vurduğum yandı, kemiklerinden çıkan cılız kıtırtılar yandı. Ellerimi kanayasıya kazdığım çukur, onu iterken açtığı kocaman gözleri yandı. Et tırnaktan ayrılmaz abi. Yanına atlayışım, bir elimle boynuna sarılışım, diğeriyle avuç avuç toprağı üstümüze atışım yandı.


Aysun Korkmaz

Comments


bottom of page