Oysa ne çok tuttu kendini, “Yazarın yerinde olsaydım,” dememek için. Kahrolası çenesi. Sonsuz sonlarla bitmiş bir öyküydü, havada asılı. Derdini anlatamayanların, konuşup da duyulmayanların, kelimesizliğin kekeme metaforu. Aksi kadın. Kaderini kabullenemeyenler tayfasından. Öykü firarilerinden biri. Bitmiş bir öykünün mahkûmu.
Bazıları çıkar gelir, günlerce etrafında gezinir sessiz. Bazıları böyle diretir. Sonlarını beğenmeyenler, yeni sonlar isteyenler, sonsuzluğu dileyenler. Öyküyü okurken kekeme kadının tekrar eden ilk heceleri nasıl da boğmuştu. Karşısındaki koltuğa gelip oturuyor. Yine boğuluyor, duymazdan geliyor ama nafile.
‘Yo-yo-yo-ruldum. Bu ka-kaçıncı öykü. Ye-ye-ter artık. Te-te-tek yol.’
“Azıcık sus.”
“Ya-ya yazarsan beni susarım.”
“Yazılmışsın sen.”
“Bi-bir de sen yaz.”
“Susmazsan yazamam.”
Ürkek bakışları. Ağlamaklı değil, öfkeli. Narin bedeni kıpır kıpır oturduğu yerde. Dizlerinin üzerinde sağ eli yumruk. Avucunda sıktığı mavi ölüm, serçe parmağının boğumundan akıyor. Açsa yapış yapış. Açmıyor. Belinden bükülüp aşağı doğru kirli saçlarını eğiyor, parkenin üzerinde geziniyor saçlar. Tuvalete yetişmek için kıvranan çocuğun sabırsızlığında bacakları. Dudaklarını yapıştırıyor birbirine sıkıca. Sol eliyle de kapatıyor kenetlenen dudaklarını. Kilit üstüne kilit.
“Susmazsan yazamam.”
***
Bir un çuvalını hızla yere bırakır gibiydi bedenini kuaför koltuğuna bırakırken.
“Kes Hasan kes,” dedi.
Derin bir iç çekip aynada kendine baktı bir süre. Hasan, kadına bakarken şaşkındı. İsmini hatırlamaya çalıştı, olmadı. Uzun zaman olmuştu gelmeyeli. Belki bir iki yıl önceydi, sıkça gelir, dip boyasını hiç geciktirmez, her yeni çıkan saç bakımını yaptırır, tırnaklarından kirpiklerine kadar daima bakımlı görünürdü. Bir o kadar da neşeli. Zaman zaman Hasan’ın aklına gelir bazı müşteriler, hele ki uzun zamandır uğramayanlar. İsmini hatırlayamadığı bu kadın için de acaba başka kuaför mü buldu diye geçirmişti aklından. Yanıldığı apaçık ortadaydı. Eski bakımlı hâllerinden eser yoktu. Yumruk yaptığı avucu dizinin üstünde, omuzları neredeyse önde birleşmiş.
“Çok başka bir şey yap. Bana hiçbir şey sorma. Valla kazıyacaktım nerdeyse. Zor attım evden kendimi dışarı.”
Kadınlar buraya ne hâllerde gelirlerdi. Kimi neşeli, kimi huysuz, kimi konuşkan, kimi sessiz. Çocuklarından, kocalarından, komşularından şikâyet ederlerdi. Yıllardır nicelerini görmüştü Hasan. Ama böylesini hiç görmemişti. Kadınlar hangi ruh hâliyle gelirse gelsin mutlaka bir şey isterlerdi. İstedikleri bir renk, bir kesim mutlaka olurdu. Boşanma davasına gitmeden saçlarını yaptıran da görmüştü bu gözler, dava bitiminde kurtuldum diye gelen de. Doğuma gitmeden gelen de olurdu, doğurduktan sonra gelen de. Eşine güzel görünme derdinde olan da vardı, gündeki arkadaşlarına hava atmak derdinde olan da. Ağlayarak gelen de olurdu, istediği gibi olmadı diye öfkelenip ağlayan da. Ama bir şey istemeyen kadın olmazdı. Bu defa karşısında hiçbir şey istemeyen bir kadın vardı. İnsanın hüznü saç uçlarına kadar iner miydi? Beline kadar uzanan gür saçlarının ucu, tozlu kumral kırıklarla doluydu. Saçın tozunu almalı önce, hüznün tortusunu. Elbette bu saçlarla pek çok şey yapılabilirdi. Ama ne yapmalıydı. “Ya beğenmezse,” dedi içinden bir anda sordu kadına:
“Abla kısa mı keseyim? Boya yapayım mı?”
Kadın yere bakan gözlerini hızla kaldırıp aynadan öfkeyle bakarken çok kararlıydı:
“Hasan sorma! Ne yaparsan o. Hatta ben başkası olayım Hasan.”
Bunları söylerken gözleri dolu doluydu. Kırpsa süzülecekti, kırpmadı, kapadı gözlerini. Sağanak hâlinde indi yaşlar yanaktan. Çenesinin ortasında buluşan damlalar dizlerine indiğinde Hasan tarağa uzanıyordu. Durum vahimdi ve artık soru sormaması gerektiğini anladı. Islatıp taradığı saçları şöyle bir ucundan kesti. Kadının sözlerini hatırlayınca kızdı kendine. Biraz daha kısalttı. Sonra kat verdiği saçlar, omuz hizasına yaklaştı. Çok değişmek isteyen kadının geniş alnına bir de kâkül kesti. Aynadaki kadın epeyce değişmişti. Ama beyazlara takıldı gözleri. Kumrala boyadığı saçlardan bir tutam alıp maviye boyamaya karar verdi. Ne kadar değişmek istese de mavi bir tutam fikri çok iddialı olabilirdi, korkup enseden aldı o tutamı. Hasan bütün bunları yaparken kadının aynadan yansımasına bakıyordu. Kadın bir an olsun bakmadı aynaya. Öyle merak ediyordu ki bu kadını bu hâle düşüreni. Ama cesaret edip de soramadı. Anlatır belki diye bekledi. Kadınların çoğu sormadan anlatırdı. Derdini, sevincini, merakını, heyecanını anlatmak için gelir gibiydiler çoğunlukla. Ama bu kadın susmak için gelmişti. Öyle de yaptı. Radyoda çalan şarkının ilk nağmeleriyle kadın kıpırdandı. Koltuğa yerleşmeye çalışır gibiydi huzursuz bedeni. “Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü…”
Hasan boyayı da bitirince fönleyerek şekil verdi saçlara. Epey güzel görünüyordu. Birkaç saat önce gelen kadından eser kalmamıştı.
“Abla, nasıl beğendin mi?”
Hasan’ın sesiyle irkilip önce Hasan’a sonra aynaya baktı. Başını öne arkaya usulca sallarken gözleri yine doldu. Hasan’ın arkadan tuttuğu aynaya baktı:
“Mavi mi?”
Ruhu bir parça serinlemiş görünüyordu. Gözlerini dikip dakikalarca baktığı piknik tüpünün, tavanda bir çengel bulamadığı için takamadığı çamaşır ipinin, o keskin bıçağın sapının, hepsinin mavisinden güzel bir mavi. Dükkândan çıkıp yürürken sıkmaktan yorulduğu avucunu açınca mavi bir tül aktı kaldırımın üstüne. Ardını maviye boyayarak gözden kayboldu.
***
Kaç öyküdür bekliyor avucunda mavi ölüm. Damarlarında gezinemeyen, kalbine ulaşamayan ölüm. Yine olmadı. Bilgisayarda bekleyecek bir süre. Ölüm, parmak aralarından mavi mavi akacak günlerce. Sonra sarı sayfaları boyayacak. Yüzü gözü mavi, yine bir yazarın evine varmayı bekleyecek. Okunduğu ilk gün çıkacak karşısına. Bu defa kararlı ama. Böyleyken böyle diyecek. “İntihar etme hakkımı kullanmak istiyorum sadece. Nesi fena bunun? Beni rahat bırak lütfen. Ne işim vardı benim kuaförde? Deli saçması bu. Senin de derdin öyküyü en trajik noktaya taşımaksa. Ölümüm değil, süreğen acılarımı anlatmaksa işine gelen. Ya ben yine ölmeyeceksem. Yazma beni. Acı mühim değil, umut yoruyor insanı. Nefes alamıyorum, zorlama beni.”
Beyhan Keçeli
Comentarios