top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Binnur Özyurt- Kuşlar

Telefonu açmadan önce üç tur attı odanın içinde. Pencereden kanepeye hızlı, kanepeden pencereye daha yavaş. Dön. Pencereden kanepeye yedi adım, kanepeden pencereye sekiz. Küçülen sigarayı kül tablasında ezdi. Yeşil ikonu kaydırıp “Alo,” dedi, “günaydın.”

“İyi misin diye merak ettim. Napıyosun? Bana gel. Konuşuruz, kafan dağılsın biraz.”

Tişörtündeki lekeye bir fiske attı. Eşofmanın fermuarını boynuna kadar çekti. “Yok, şimdi çıkacak halde değilim.”

“Takma o kadar diyorum sana.”

“Takmıyorum zaten. Ortada sahte bir hesapla dedikodudan fazlası yok. Diğer on sekizi nereden çıktı anlamadım. Sen tanıyor musun bunları?”

“Hayır da… Hazırlıklı ol sen yine de. Kendini masum bulmuyor ki özür dilemiş. Bir şey soracağım ama… Sana da hiç…”

“Hayır! Hayır!” diye bağırdı. Terli avucundan kayan telefonu sıktı. Eklemleri bembeyaz oldu. “Asla! Bizim aramızdaki çok farklı.”

“Öyle mi diyorsun?”

“Başka ne diyebilirim.”

“Hiç haber aldın mı, olay patladıktan sonra?”

“Yazıştık. Üzgün tabii. Nasıl olmasın. Ölümüne taşlıyorlar, Vurun Kahpeye.”

“Ufak bir şey değil ki bu. Adam ünlü bir kere. Babayani imajına ters dü…”

“Bu sosyal medya var ya, aç kurtlar gibi. Pusuya yatmış bekliyormuş.”

“Adamla ilgili her şey viral oldu. Cadı kazanına döndü ortalık, fokur fokur kaynıyor.”

“Üç gün önce röportaj isteyenler, ödül üstüne ödül verenler ansızın baş düşman ke…”

“Geri alacaklarmış o ödülleri. Tivitırda gördüm. Bekle bir dakika, kapı çalıyor.”

Beklerken raftaki kitabı aldı. Özgeçmiş küçük puntoyla tek sayfaya sığdırılmıştı. O yaprağı geçince dolmakalemle düşülmüş bir tarihin, çok eski değil, hemen altında ‘Benzersiz olana…’ yazıyordu. Kapağı kapattı. Üstüne kuvvetle bastırınca kitap elinin altından kayıp yere düştü.

“Geldim. Ne diyordun?”

“Ödüllerin geri alınması diyordum, saçmalık. Yani o kitap artık sene bilmem kaçın en iyi romanı değil mi? Daha iyisi mi yazıldı?”

“Orası öyle ama şahsiyet de önemli.”

“Goethe de pedofiliymiş. Okumasınlar onu da. Bunlar güya yazar çizer takımı, sözde aydınlarımız.” Aynanın önünden geçerken silikonlu memelerini eliyle yokladı. Derin bir nefes alıp dikleşti. Profilden baktı kendine. Kütür kütür duruyordu cicişler. Hâlâ giderim var, diye düşündü.

“İyi olduğundan emin misin? Bak, ben de onlardan biri miyim diye aklına getirme.”

“Getirmiyorum. Ben onun canı yanıyor diye üzü…”

“Eda’nın gruba yazdığını gördün mü? Açsana, yüz küsur mesaj olmuş yeniden.”

“Hiç bakacak halde değilim. Ne demiş?” Telefonu boynuyla omuzu arasına sıkıştırıp pembe ruju döne döne sürdü. Fazlasını peçeteyle aldı.

“Tam da bugün Berke Demir’in makale yazacağı tutmuş, postmodern edebiyatta yeriydi falan. O da erkek ya, destek çıkıyor. Bizimki altına, midemi bulandırıyorsunuz. Umarım bir gün yakınlarınızın başına gelmez,” diye döşemiş.

“Sen ne dedin?”

“Beni bilirsin, öyle tartışmalara girmem. Demet yazmış ama. Türk halkı rasyonel değilmiş, sanat eseri insanlığın ortak malıymış.”

“Doğru demiş, olay tam da bu aslında.”

“Herkesin karanlık tarafı vardır. Stephan Zweig’ın Yıldızın Parladığı An diye bir kitabını okumuştum. Yazarlar hakkında öyle şeyler…”

“Hepsi iftira. Ama çamur at, izi kalsın. Bu kadınlar kolay yoldan ünlü olmaya çalışıyor.”

“Çanak tutmuşlardır kesin. O da yok dememiştir.” Güldü. “Affedersin.”

“Neden özür diliyorsun ki, benimle ne alakası var?”

“Sen üzgünsün diye öyle dedim, alınma hemen. Ne dinliyorsun? Yeni gruplardan biri mi?”

“Bilmem, Spotify çalıyor kafasına göre.”

“Tavır yapma bana. Senin yanındayım işte.”

“Bilmiyorum ki.”

“Moralini yüksek tut. Herkes kötü düşünmüyor. Ayhan Hoca…”

“Bozup attı mı yaygaracı tayfayı.”

“O kadar sert çıkmadı. İspat edilene kadar suçlu değildir vesaire. Sonunu yine tasavvufa bağladı.” Güldü. “Ama çoğunluk ben artık okumam, bir tacizci allameicihan olsa umurumda değil, diyor.”

“Okumasınlar, kendi kayıpları.”

“İyi tarafından bakarsan tacizciler rahat uyuyamaz artık yatağında. Seyret, çorap söküğü gibi gelir arkası. Napıyosun, arada sesin kesiliyor.”

“Yürüyorum evin içinde.” Yoluna çıkan kitabı terliğin ucuyla itti. “Kimileri yapıyor, ceremesini başkaları çekiyor.”

“Masum olduğundan eminsin yani. Seninle de ilişkisi olduğunu düşününce… Bir toplantıda ayaküstü tanışıp… Ne bileyim. İkiniz de evlisiniz.”

“O başka, bizimki farklı. Çok net.”

“En sevdiğin yazar olunca ayakların yerden kesilmişti.”

“Bizi bağlayan nokta…”

“Bence yazar diye çok anlam yükledin bu adama. Yazdıkları o değil ki. Senin için de yazmadı. İşi bu. Kime söyleniyorsun?”

“Yakın gözlüğüm. Nereye gitti anlamadım. Az önce raftaydı, şimdi yok. Evin altında kara delik var kesin. Her şey kayboluyor. Ne dedin sen, duymadım.”

“Boş ver, çok da… Yayınevinin ilişik kesmesine ne diyor peki?”

“Ne desin, kendi de bilmiyor ki. Hukuki yollara başvurur herhalde.”

“Alınma ama biraz uzak dursan diyorum. Yakınlığınızı az çok bilenler işkillenecek şimdi. Hem sen de bozulmuşsundur. Tahmin etmiyordun başka kadınlar olduğunu.”

“Orası meçhul. Göz göre göre harcıyorlar sevdiceğimi, tek bildiğim bu.”

“Ne yiyorsun katır kutur?”

“Çikolatalı bisküvi buldum.”

“Başka yeme ama.”

“Son romanını okumuştun sen.” Eğilip yerdeki kitabı aldı. “Kapağında kuşlar var mıydı?”

“Bilmem, unuttum gitti. Hiç hatırlamıyorum.”

Mutfağa geçti. Kahvaltıdan kalan bayat çaya bir şeker daha attı. Acımıştır. “Sence…”

“Canım, benim çıkmam lazım. Ne zaman istersen ara. Vakti saati önemli değil.”

“Dur bir dakika,” dedi. Kaşığı bardağın içinde çevirdi. “Sence kadını banyoya kilitlemiş midir gerçekten?


Binnur Özyurt


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page