Sigarasından derin bir nefes çekip izmaritin kalanını yere attı. Ayakkabısının ucuyla ezdi, söndürdü ateşi. “Sanki ne anlamı var,” diye söylendi sonra. "Yansa ne olur yanmasa ne olur?” Bu, Osman’ın rutin olarak yaptığı pazartesi akşam aktivitesiydi. Paltosunun cebinden çıkardığı küçük not defterine, “Ayşen bugün yemeğini normalden sekiz dakika önce bitirdi ve masayı toplamadan televizyon karşısına geçti,” diye not aldı. Not defterini cebine geri koyup paltosunun yakasını dikleştirdi. “Ne ara soğudu bu soktuğumun havası,” diye söylendi dişlerinin arasından. O sırada yanına gelip bacaklarına sürtünen bir kediye de tekme salladı. “Yürü git! Belanı arama.”
Eve dönüp zili çaldı. Kapı açılmayınca uzun uzun bastı tekrar zile. Annesinin yavaş adımlarını duydu, sinirlendi. “Haydi be kadın! Diktin beni burada.” Annesi kapıyı açıp oğluna gülümsedi. “Hoş geldin evladım.” Osman annesini eliyle ittirip hole girdi. Ayakkabılarını çıkarıp hızlı hızlı odasına ilerledi. Annesi başörtüsünü düzeltirken bir iç çekip başını salladı üzgünce. Kapıyı kapatıp Osman’ın odasına yaklaştı. Kapıyı hafifçe tıklattı. “Osman’ım karnın aç mı evladım? Bir şeyler hazırlayayım mı? Masayı kaldırdım ama kurarım senin için.”
Her hafta her pazartesi aynı durum yaşanmasına rağmen annesi ısrarla bıkıp usanmadan cevabını bildiği bu soruyu soruyordu. “Aç değilim.” Annesi salona geçip televizyonun karşısındaki koltuğuna yerleşti. Ekrana bakıyor ama ekranda ne olduğunu görmüyordu. Aklından geçen düşüncelerle meşguldü.
Osman odasında çalışma masasına geçip cebindeki not defterini çıkardı. Masanın üzerinde açık duran büyük takvim sayfasına o günün tarihini işaretleyip ‘Ayşen,’ yazdı. Altına defterdeki sekiz dakika erken bitirme ayrıntısını ekledi. Not defterine baktı. Takvim sayfasına baktı. “Sekiz dakika değil mi? Yanlış olmasın.” Takvimdeki yazıyı sildi. Not defterine baktı tekrar. “Tamam işte doğru sekiz dakika.” Takvime tekrar aynı notu ekledi. Defterin o sayfasını takvimdeki o satırın yanına koyup bir ona, bir öbürüne baktı. “Sekiz, işte sekiz. Tamam. Bu da sekiz. Bu da sekiz. Yanlış yok.” Takvimdeki notu tekrar sildi. Silinen yazının üzerine aynı yerlerden taşırmamaya gayret ederek tekrar sekiz yazdı. İki elinin parmaklarıyla saymaya başladı. “Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz. Evet, sekiz. Tamam, sekiz.” Not defterini cebine tekrar koyup paltosunu kapı yanındaki askıya astı.
Odasından çıkıp salona annesinin yanına geldi. Yanındaki koltuğa geçti. Televizyona bakarken önünde duran sehpanın üzerindeki paketten bir sigara çıkarıp yaktı. “Bugün işte çok acayip bir şey oldu. Patron geldi. Osman senin performansın bu ay çok iyi, primlerini arttırabilirim dedi. Odadakilerden hemen mırıl mırıl sesler. Kıskanıyorlar beni be anne. Sat ulan o zaman sen de benim kadar mal. Enayi miyim köpek gibi kapı kapı dolaşıyorum bütün kuaförleri. Şu krem çok iyi, bu şampuan böyle diye. Bir tek Ayşen gülümsedi bana. Hatta çaktırmadan göz de kırptı. Gelinin yapacağım onu sana anam.” Osman keyifli bir kahkaha attı. “Sonra satışa çıktığında canını sıktılar ama galiba. Pazartesileri çıkar o biliyorsun. Baktım evde keyifsizdi. Yemeğini hızlıca yedi. Geçen pazartesinden sekiz dakika daha hızlı.”
Annesi bunu duyunca dizine bir şaplak indirdi, dudaklarını ısırdı. Çaresizlik midesine bir sancı olarak saplandı. Bazen başına, bazen sırtına, bazen kalbine saplanıyordu. Bugün midesine saplanmıştı. Oflayarak midesini ovuşturdu. “Kalkayım da mide hapımı alayım.”
Ertesi hafta yine saat tam akşam yedide Osman aynı dar sokakta aynı evin önündeydi. Sigarası elinde, gözleri Ayşen’in camında. Ayşen yemek masasını hazırlıyordu. Her zamankinden daha hızlı, daha telaşlıydı hareketleri. Masaya tabak çanak yerleştirmeye devam ederken bir ses duymuş gibi irkildi ve elindekileri bırakıp kapıya doğru ilerledi. Osman’ın kalbi gümbürdemeye başlamıştı. Kalp çarpıntısı kulaklarında zonkluyor, nefesi sıklaşıyordu. Bir telaş ve endişe dalgası kapladı tüm vücudunu. Sonra gördü onları. Ayşen bir adamın elinden tutup salona getirdi. “N’oluyor lan?” Kulakları çınlamaya başladı Osman’ın. Ayşen adamı masanın başındaki sandalyeye oturtup omuzlarına da biraz masaj yaptı. Elinde unuttuğu sigarasının ateşi parmaklarını yakınca fırlattı izmariti yere. “Hay ağzına!” Ayşen bayağı eve adam almıştı. Nerden çıkmıştı bu şimdi. Tam bir yıl boyunca sadık bir köpek gibi izlediği hayallerinin aşkı onu aldatmıştı. “Vay kahpe.” Yerde bir taş, atacak bir şey aradı Osman. Bulduğu küçük bir taş parçasını alıp sıkıca kavradı. Dişlerini sıkıca kenetlemiş, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Taşı büyük bir hırsla Ayşen’in salon camına fırlattı. Cam büyük bir şangırtıyla kırılırken Ayşen ve adam korkuyla irkildiler. Sokaktaki bir arabanın alarmı çalmaya başladığında Osman gözündeki yaşları silerek hızlıca oradan ayrıldı.
Eve geldiğinde annesinin meraklı bakışlarına aldırış etmeden odasına daldı. Önce o gün hiç not almadığı defterini çıkardı, sayfalarını tek tek koparıp paramparça etti. Sonra masadaki açık takvimin tüm pazartesilerinde yer alan Ayşen ismini kalemiyle simsiyah olup görünmeyene dek karaladı. Bunu yaparken annesinin odanın aralık kapısından onu izlediğini fark etmiyor, her bir karaladığı günü sayıyordu. “Bir, iki, üç, dört…”
***
Osman, bir süredir işsizdi. Ayşen’i görmeye tahammülü kalmadığı için istifasını vermiş, yeni bir iş de henüz bulamamıştı. Mahalle kahvesinde vakit öldürdüğü günlerin birinde görmüştü onu. Canan’ı. Kahvenin karşısındaki apartmanın kapıcısının kızıydı. Bir gün Osman dışarıdaki masalardan birinde oturmuş çayını yudumlarken Canan bakkaldan ekmek almış dönüyordu. Tam apartmandan içeri girerken Osman ile göz göze gelmiş, hafif bir gülümseme ile ona göz kırpmıştı. Bunu gören Osman elinde çay bardağı ile kalakaldı. “Bana mı yaptı o?” Etrafına baktı. Kimseden bir cevap alamadı. Not defterini cebinden çıkardı. “Canan’ın başında kırmızı sarı yemenisi var. Bana göz kırptı. Tam iki saniye sürdü, diye not aldı. Kalktı, cebinden çıkardığı birkaç parça banknotu masaya attı.
Eve girer girmez odasına geçti. Cebindeki paketten bir sigara çıkarıp yaktı. Başucundaki ilaç kutusunu gördü. Bir hışımla kutuya vurup yere düşürdü. İçindeki ilaçlar yere saçıldı.
“Siktirin gidin hepiniz.”
İlaçları ezerek cama doğru bir adım attı. Sigarasından derin bir nefes çekti. Gözlerini kıstı. Dumanı dışarı üflerken gülümsedi. Uzun bir gülümsemeydi.
“Siktirin.”
Burcu Demirbaş
Kommentare