Londra, herhangi bir gün, akşam üzeri. Soğuk siyah sokağın üzerinde, sıcak siyah gövde uzanıyor. Soğuk siyah sokak; gözleri karanlığa gömülen, ağzı açık bir topluluğun sıcak siyah gövdeleriyle dolu. Yükselen sesler kulağa çarpıyor. Kollar açılıyor, parmaklar gösteriyor. Parlak kırmızı tişörtlü, şekilsiz Primark[1] pantolonlu dükkân çalışanları. Bira göbekli adamlar, kızarmış tavuk kokusu sinmiş yağlı kâğıttan şapka takıyorlar. Kapüşonlar, siperlikli kepler, pofuduk montlar var. İnce siyah paltolar, sivri uçlu yıpranmış ayakkabılar, kırmızı kravatlar, lacivert blazerlar[2] var. Kalabalıkta birkaçının çocukları kucaklarında, en fazla beş altı yaşlarında, sıkı sıkı tutuluyor, suratları kapanıyor, minik başları yetişkinlerin boyunlarına bastırılıyor sıkıca. Yeni gelenler yağmur damlası gibi fırlayıp topluluğa katılıyor. Kesik mavi ışık, kalabalıktan uğultu artıyor. Bir göl oluşturup taşıyor, öne doğru akıp o sıcak vücudun dinlendiği dairesel sahnenin etrafına sızıyor, neredeyse dolduruyorlar.
Aynasız sürüsü, çemberi düzgün tutarak akıntıyı durdurmak istiyor. Vizörleri[3] kapalı memurlar, donuk yerçekiminin kavradığı vücudun yörüngesinde dönerken, bir şey takmamış olan diğerleri yüzlerini kalabalığa çevirmiş, kimseye dikkat etmeden, omuz omuza bekliyorlar. Mavi beyaz şerit, tekrarlanan geçmek yasaktır emri. Kapıları açık, motoru çalışan bir Honda Civic’in yanında duran ifadesiz polisin elinde hafif kaldırılmış bir yarı otomatik. Meslektaşı kulağına bir şeyler söylüyor. Dinlemeden başını sallıyor. Kalabalığın içine bakıp, duymadan başını sallıyor. Helikopterin mekanik öksürüğü mavi ışıklar ile uyumlu, sivrisinek gibi rahatsız edici. Motorun sesi dalgalanan kalabalık gibi yükselip geri çekiliyor.
Vücudun altındaki kan akışı damla damla yavaşlıyor, sonra da duruyor. Sonra yavaşça bir içe dönüş oluyor. Yerdeki beysbol kepinin üzerindeki ipliklerin deniz yosunu gibi sallanmasına sebep olan sonsuz küçük bir değişim var hava basıncında, kimse bu hareketi görmüyor. Havada bir suskunluk var. Ses buharlaşıyor. Beden karışmaya başlıyor.
İnsanlar birer birer ayrılıyor. Acele etmiyorlar. Sadece geldikleri karanlığın içine karışıyorlar tekrar. Yetişkinlerin gözleri genişliyor, çeneleri düşüyor, ağızlar bir süre açık kalıp kapanıyor yine aniden. Çocukların yüzleri omuzlardan kalkıyor, eller gözlerden çekiliyor ve hepsini görüyorlar. Boyunlarını kaldırıyorlar, minik eller omuzlarda yıldız şeklinde yayılıyor.
Kalabalık geri çekiliyor. Kararsız takım elbiseliler, şaşkın ofis çalışanları, sinirli satış asistanları, tavuk dükkânı elemanları, kulağında yanıp sönen bluetoothuyla taksici. Göğüslerinde polo amblemleriyle elleri havada polise doğru seslenen üç genç adam dışında kimse kalmayıncaya kadar geri çekiliyorlar.
Polis titriyor ve canlanıyor, yükseliyor ve bölünüyor. Kollar ve bacaklar piston gibi sert, beş memur kalabalıktan bile daha hızlı geri adım atıyorlar. Park halindeki ARV’ye[4] – iki öne üç arkaya- binene kadar süratle bedenden uzaklaşıyorlar. Araç hareketlenip uzaklara doğru kükrüyor. Kalan memurlardan biri, mavi beyaz şeridi makaraya saran uzun sıska bir kadın, genç adamlara görünmez bir pırıltının perdelediği kızgın bir bakış atıyor. Şerit elinde sıkı, mavi beyaz bir salyangoza dönüşünce o da geri çekiliyor, partneriyle birlikte arabaya biniyor. Motoru çalıştırıyor ve geriye doğru yuvarlanmaya başlıyorlar. Vizörlü memur, sıkılmış bir yumruk gibi dizilmiş, yarı otomatik silahları ileri doğrultulmuş vizörlü diğer arkadaşlarına katılıyor.
Beden olanaksız bir şekilde doğruluyor. On derece, yirmi derece, doksan... Yeren düşen beysbol kepi dönerek yükseliyor, kafa ile buluşuyor ve adam sanki koşacakmış gibi yarı çömelmiş durumda. Sol kolu yukarıda, parmaklar gökyüzüne yükseliyor, beyaz bir avuç içi polise doğrultulmuşken sol eli de kalbini kavrıyor. Başı sağa sola dönerken, ter damlaları şakaklarına doğru uçuşuyor. Daha kalın kırmızı boncuklar, Nike rüzgarlığının[5] üzerinde parmaklarının arasından görülen üç büzüşmüş deliğe doluşuyorlar. Tek gözünü sanki göz kırpıyormuş gibi yumuyor. Ama kırpmıyor.
Küçük siyah noktalar göğsünden pireler gibi dışarı atlıyor. Üç küçük alev, tüfek namlusuna emiliyor. Ayakta, sağ elini, sanki ovalar gibi kapanan gözünün üzerine getiriyor ve sonra iki avuç içi de havada. Başını sallıyor. Ağzı hızlı hareket ediyor. Gözleri çabucak sağa sola kayıyor. Sokak lambaları turuncudan griye dönüyor.
Genç adam Honda’nın içine adımını atıyor. Polis memurları sokağın karşısına geçiyorlar. Yolun karşısındaki Polo gençleri kafalarını çevirerek, önce yol adamının zamanının geldiği, saniyeler sonra da Wiley’nin Kanye ile ilgili tweetleri hakkında atıp tutuyorlar. Gülüyorlar. Hiçbir fikirleri yok. Genç adam ellerini indirip sokaktaki Honda’nı içine eğiliyor. Oturuyor, ellerini direksiyonun üstüne koyup bekliyor. Polis memurları bağırmayı kesiyor, daha da geriye gidiyorlar. Boş ARV’nin yanında yarı otomatiklerini karanlık sokağa doğru indiriyorlar. Üç tanesi karanlık arka koltuğa oturuyor. İkisi öne tırmanıyor. Geriye doğru uzaklaşıyorlar. Polo gençleri en yakın köşeye ulaşıyor. Costcutter’ın[6] ışıkları bir anlık parlıyor ve onlar da kayboluyor.
Genç adam aşağıya uzanıp Honda’yı çalıştırıyor. ARV’nin ardından aracı vitese takıyor ve lastikleri saat yönünün aksinde dönüyor, nerdeyse onu takip ediyor gibi. Etmiyor ama. Yanağının içini çiğneyerek dikiz aynasına bakıyor, annesinden kaptığı eski bir alışkanlık. Mavi Skagen’ine[7] bakmamaya çalışıyor. Bir karıncalanma hissi, avuç içleri sanki nemli bir toprak gibi parlıyor, hayretle ellerini direksiyondan kaldırıyor. Sonra yolu takip etmesi gerektiğini hatırlıyor.
Kız arkadaşına mesaj atmak istiyor, ama sağa çekmeye korkuyor. Sağ ayağını bastırmak istiyor, ama bunun sonuçlarının farkında. Yardalar[8] arkasında yuvarlanıyor ve o dikkatini vermekten vaz geçiyor, dikiz aynasını önemsemiyor. Radyoda adını çıkaramadığı bir parça çalıyor. Direksiyonda parmakları ile eşlik ediyor arada. Avuç içleri kuru, kim bilir belki de söylüyordur şarkıyı, anlamak imkânsız. Bütün aynalarda mavi ışıklar var, fark etmedi daha.
Gürültülü mavi yerini siyah sessizliğe bırakıyor, ama o bunu da görmüyor. Birkaç yaya geriye doğru yuvarlanan ARV’yi ya da bariton motorunu fark ediyor. Beysbol kepli gençler geçişini takip ediyor, geçip gidene kadar gözlerini araçtan ayıramıyorlar. Geniş adam tabakaları, dükkanların oluşturduğu boş duvarlara doğru eğiliyor, yüzlerini gizliyor, omuzlarını rahatlatıp tekrar eski pozisyonlarına geçiyorlar. Yaşlı bir kadın omurgasını gevşetmeye çalışıyor, vücudunu çok geç döndürdüğü için surat asıyor. Tam olarak göremediği bir varlığı hissediyor ve el arabasını karnına doğru çekiyor. Eğreti blazerlar ve bodur kravatlar ile pembe Nikelar ve yapraklı çoraplar içinde okul kızları, köşedeki eski dükkâna girmeden önce bakışlarını kaldırımdan yükselterek karanlık portreler haline geliyorlar. Titreyen çarpık kapı kapanıyor.
Genç adam avucuyla direksiyon simidini saat yönünün aksine çeviriyor, sola dönüyor. Hurda olmanın eşiğinde, bakımsız evlerin hüzünlü pencereleri. Oto yıkama dükkanındaki kalın yeşil hortumdan çıkan zayıf tazyik, eski cenaze arabası ve sürücüsü. Hardal rengi tuğlalarıyla yeni inşalar ve bir Metro süpermarketinin parıltısı, evine yaklaştıkça köşelerde duran yorgun kadınlar. Onlar içeri bakmamaya çalışıyorlar, o da dışarı. Bir yarım mil daha arkasında sürünen yeşil Volkswagen minibüsü görmüyor. Direksiyonu bir kere daha sola çeviriyor ve çıkmaz bir sokağa giriyor. Yeşil VW kendi bloğunun köşesine yerleşiyor. Onun rölanti gürültüsünü geçiyor, kolaylıkla apartman sakinlerinin park yerine giriyor ve motoru susturuyor. Eksik bir şey olup olmadığını anlamak için her zamanki gibi ceplerine vuruyor. Dışarı çıkıyor, geriniyor, arkaya eğiliyor, gökyüzüne uzanıyor.
Yanaklarında güneş, nadir bir soğuk esinti. Yukarıda yamalı bir mavi gri. Bir ev radyosundaki tenekemsi çene çalma, futbol oynayan komşu çocukların bağırışları. Rüzgarlığı bir bayrak gibi çırpınıyor. İçinde sıcak bir karıncalanma var. Banyo suyu sıcaklığında, yatıştırıcı ve bir anlığına gülümsüyor. Birbirlerinin ayaklarına atlayıp ona seslenen çocuklara el sallıyor.
Ray.
Evet o Ray.
Sokağın köşesinde yakasına konuşan adamı görmüyor. Yolu tarayan ısrarlı gözleri ve kulağa giden parmakları kaçırıyor. Yalnız niyet.
Eve giriyor, zerdeçal rengi duvarlara, arka taraftaki imitasyon korsan haritalarına kendisinin, annesinin ve sorunlu kız kardeşinin resimlerine daldırılmış eve, geriye daha geriye. Dar koridorda yavaşlıyor. Geniş bir gülümseme. Telefon sol kulağına yapışmış. Sırıtıyor. Bu onu daha genç gösteriyor. Telefon kotunun cebine düşüyor. Mutfağa giriyor.
Annesi, bir eli başının arkasında, onu tutması gereken bir söz gibi yakınında tutuyor. Gözleri kapalı, onu hala bir çocukmuş gibi sessizce sallıyor. Biliyor ve bilmiyor. Geciktiği için mırıldanıyor, ama annesi dinlemeyi reddediyor. Masanın üstünde, pirinç parçaları ve pembe şeritler halinde körili kuzu eti olan bir tabak, eğik yerleştirilmiş çatal bıçak takımı, çatal bıçağı tutuyor, yanlarında lekeli camdan bir nöbetçi. Adam rüzgarlığıyla güreşiyor ve sandalyenin arkasına atıyor. Oturuyor.
[1] İngiltere’de bir giyim mağazası [2] Dört düğmeli ceket [3] Miğferin camı [4] Silahlı müdahale aracı [5] Windcheater [6] İngiltere’de uygun fiyatlı bir market [7] Bir saat markası [8] 1 Metreye yakın bir uzunluk ölçüsü
Courttia Newland: Jamaika asıllı İngiliz yazar, 1973 doğumlu. 7 roman ve öykü kitabı yanı sıra oyunlar da yazmış. İlk kitabı “The Scholar” 1997’de basılmış. Halen Westminister Üniversitesi'nde yaratıcı yazarlık dersi veriyor.
Çeviri: Erhan Özdemir, Çilem Dilber
Comments