top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Defne Karadağ- Dalayan

Kasabanın dışında kalan patika yolun sonundaki büyük kasaba mezarlığı, son bir aydır düzenli olarak üç gecede bir uğrayan misafirini yolcu ediyordu. Bu gizemli misafir, gece kuşlarının tıpkı bir ulak gibi varlığını bekçiye duyurmasından korkuyor, sırtındaki çuvalla sağını solunu kolaçan ede ede mezarlıktan uzaklaşmaya çalışıyordu. Üzerine bastığı kurumuş otlar, çıkardıkları seslerle telaşını daha da körüklüyordu.

Ortalıkta, kıyıda köşede gözüken, erketeye yatan bir bekçi yoktu. Mezarlığı düzenli olarak ziyaret eden, mezarları ada numaralarına kadar bilen, kendini bir kez gördüğü bekçinin her gece orada olduğuna inandıran tek bir kişi vardı: Gizemli misafir, Dalyan...

***

Kulübesinin yanındaki küçük ama verimli arazisine son getirdiği çuval ile birlikte içi toprak dolu olan diğer çuvalları da boşalttı. Yeni aldığı tohumlarını özene bezene dikti. Fasulye ekimi bitmiş, üzerine çöreklenen o koca yük de ekimle birlikte kenara çekilmişti.

Sadece iki ay sabredecekti, iki ay sonra hasadını toplayacak olmanın tez canlılığı ve o efsane fasulyelerin, sıradan bir seyyar satıcının satamayacağı türden olacağını düşündükçe keyfe geldi. Keyfe geldikçe dili de kendinden âzâde çözüldü.

Çürümüş bedenlerin toprakları kıymetlidir... Çürümüş bedenlerin toprakları... Çürümüş bedenler... Fasulyeler... Toprak...

Hayvan gübresi ile yetiştirdiği sebzelerini ölü toprağı ile yetiştirebileceğini, bunun bolluk bereket getireceğini müjdeleyen o rüyayı görmese bu sıkıcı işe daha ne kadar katlanabilirdi kestiremiyordu.

Her gün aynı yerde tezgâhını açıp aynı insanlara domatesini, biberini, patlıcanını satmaktan öteye giden bir eyleminin olmaması canını sıkıyordu. Tek başına küçük kulübesinde, bir anlamsızlığın içinde debelenip durması ve bu düşünceye sıkı sıkıya bağlanması, mezarlık hırsızlığını hayatının merkezine koyana kadardı.

Gündüzleri mezarlıkta keşif araştırması yapması iki gününü almıştı. Ada ada, parsel parsel en az on yıllık mezarları tespit ettikten sonra son bir aydır haftanın üç günü, geceleri mezarlığın yolunu aşındırmıştı. İlk günler bu mezar hırsızlığı Dalyan’ı çok zorlamıştı. Bir kez bekçiyle burun buruna dahi gelmiş hatta birkaç kez de ensesinde hissettiği, kordan olduğunu sandığı nefes omuzlarına bastırılıyormuşçasına hissettiği o ağırlık, kendisini izleyen ve temas eden bir şeyin varlığını güçlü kılıyordu: Onu izleyen, dibine kadar giren o görünmez varlığı...

Sonraları, kendini bu yaşadığı şeyin mezar toprağı eşelemenin verdiği korkudan olduğuna inandırdı. Korktu, huylandı, kustu, donakaldı ama inatla o mezar topraklarını günlerce eşti, eşti, eşti. Ta ki istediği kadar toprağa sahip olana kadar.

Her sabah, diğer sebzelerini kasalarken o bereketli topraklarına sanatçı gururu ile bakıyordu. Dikimden bir hafta sonra çimlenmeye başlayan fasulyeleri, olması gerekenden daha iri ve gösterişliydi, bu harikulâde fasulyeler onun eseriydi.

Bir haftanın sonunda olması gereken süreden çok daha erken çıkan fasulyelerini görünce inanamadı. Hasat zamanının bu kadar erken olması Dalyanı ilk önce korkutmuştu. Bu korku, avuç içlerinin kaşıntısı ile kısa sürede son buldu. Heyecanla fasulyelerini toplamaya koyuldu. Boyunu aşan fasulye sırıklarına dolanmış yapraklar, yetişkin bir erkek eli genişliğindeydi. Elini her uzattığında bir yaprak yapıştı; ellerine, koluna, yüzüne, kafasına, bacaklarına. Düşman askerleri tarafından abluka altına alınmış gibiydi. Ne tarafa dönse o koca yapraklar sanki saldırıya geçiyordu. Bu savaşın ganimeti de yarım kilodan az olan elindeki fasulyelerdi. Her yerini vücudunun açıkta kalan her yerini, fasulye yaprakları dalamıştı. Delirmişçesine kaşınıyordu. Derisi, altında sanki bir volkan varmışçasına yanıyordu.

Soğuk bir duş aldıktan sonra derisindeki o ateşli acıyı hafifletebilmişti. Sebzelerini satmak için evden çıkmadan toplayabildiği fasulyelerini pişirdi. Bir tabak yedi, yedikçe kendinden geçti. Tahmin ettiğinden daha lezzetliydi. Dilinin üzerine sanki imza atılmış gibiydi. Ya da bir nişan. Oraya yerleşen tat her neyse gitmeyecek türdendi. Hani oraya mıhlanmış gibi.

Dalyan o gün daha önce hiç olmadığı kadar çok satış yapmış neredeyse tüm kasaları boşalmıştı.

Ölü toprağı bereketi, evet evet bereket! Bereket dememiş miydi!

Akşam olup da kulübesine girmeden önce tüm heybeti ve ihtişamıyla bahçesinde salınan fasulyelerine hayranlıkla baktı, sabah yaşadığı o tuhaflığı çoktan unutmuştu.

Tencerenin dibinde kalan fasulye tanelerini ekmekle sıyırdı, tadını çıkara çıkara yedi. Pencere kenarındaki koltuğuna bir kitap alıp oturdu, camdan tekrar bahçeye baktı. Yaprakların daha da büyüdüğünü fark etti, gözlerini ovaladı, pencere camına yapışmış irice bir fasulye yaprağı ile burun buruna geldi. Saç telinden parmak uçlarına kadar bir sızı hissetti. Kendini telkin edecek cümlelere teslim oldu.

Her şey yolunda, her şey yolunda, sadece yorgunsun...

“...Mezarlıklar, en koyu karanlıkta türlü hırsızlık vakalarına şahitlik eder. Geceler, hırsızların dünyalarını aydınlatan bir zaman dilimidir bu yüzden. Mezarlıklar ise yer altı sakinlerine, dişlerine, mezar taşlarına hatta topraklarına göz diken o hırsızları, zebanilerden bile korkunç kılan bir cehennem...”

Elindeki kitabın kıvrılmış sayfasındaki bölümünü okuyamadan derin bir uykuya daldı.


Defne Karadağ

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page