İshakEdebiyat
Öykü- Demet Eker- Üç Bozukluk, İki Melek
O gün o odada işlenen cinayeti herkes sonradan öğrendi. Kiramen Kâtibin omuz başlarındaydı.
Ve inne 'aleykum lehafizıyne Kiramen katibiyne. Ya'lemune ma tef'alune. İnnel'ebrare lefiy na'ıymin.
Başkan’ın odasından başı önünde çıktı. Omuzları çökük, çehresi gölgeli… Daralan merdivenlerden inip dışarıya attı kendini. Derin bir nefes aldı. Aylardan eylül. Kızın kaydı eylülün on beşinde. Aylardır maaş yok, ücret yok. Karın tokluğuna harçlık belediyeden. Sağdaki ve soldaki hesap peşinde.
Ağrı, ensesinden şakaklarına sızdı. Ne demişti Başkan? "İşçinin çocuğu da üniversitede okumayıversin canım." Belediye binasının giderek büyüyen bahçesinde, daralan nefesiyle etrafına baktı. Kırmızı bisikletini bağladığı ağacın yanındaki S. Belediyesi yazılı banka oturdu. Oturacak yer için de muhtaçsın bak, dedi usulca. Ceplerini yokladı ağrı kesiciyi bulmak için. Gömlek cebinden çıkardığı Vermidon’u susuz yuttu.
Başkan, “İşçinin çocuğu da okumayıversin canım,” dedi. İlçenin yarısına sahip Başkan… Gayrimeşru ilişkisi var, söylentisi arşa değen Başkan böyle dedi. Öteki kadından çocuğu da olmuş diye kahvehanelerde, komşu gezmelerinde önce fısıltılarla sonra yüksek sesle konuşulan Başkan.
Midesinin suyu ağzına geldi. Sabah evden işe giderken atıştırdığı birkaç lokma dışında hiçbir şey yememişti. Başkan’ ın odasından çıkıp eve varan yolda evdekilere vereceği cevapları hazırlamalıydı. Ceplerini tekrar yokladı. Yolda iki ekmek ve Ülker Napoliten alsa, kız en çok onu seviyor, eve gitse... Yüzüne astığı umutsuzluğu ve çaresizliği kapının önünde bıraksa, neşeyle girse… Başkanın yardımcı olacağını söylediğini anlatsa… İşçinin çocuğu da okumayıversin, geldi dikildi karşısında. Gözüyle kovdu cümleyi. Kaldığı yerden devam. Şöyle ağız tadıyla akşam yemeğini yeseler. Kız gözünün pırıltısıyla, hayalleriyle şakısa. Evin önündeki ağaca da bir çift halkalı sinekkapan konsa. Kızı konuşsa, kuşlar şakısa... Başkanın sözleri kapkara büyüyen harflerle karşısında:
İŞÇİNİN ÇOCUĞU DA ÜNİVERSİTEDE OKUMAYIVERSİN!
Bütün harfler kulağından girip kafasının içine yerleşti. Bağdaş kurdular, çöküp kaldılar. Harfleri kulaklarından tutup atmak istedi, beceremedi. Eylül sıcağında üstündekilerin hepsi ağırlaştı, yük oldu. Omuzları, kolları usul usul çekti; küçüldü. Şöyle bir silkelenip dikleşti. Bu kadar kolay pes etmek yok Ali Efendi? Çıkmadık canda umut var. Elini cebine attı tekrar; iki ekmek, bir Napoliten… Bozuk paralar birbirine çarptı, çın çın söylendi. Karısının, olanları duyduğunda vereceği hesabı kapatmaya bir ömür harcaması gerekecekti. O sırada, bisikletini bağladığı ağaca bir saksağan kondu. Makineli tüfek mübarek. Tüm mermiler adamın kalbine isabet etti. İçi daraldı. Umudu kaldırıp umutsuzluğu astı ağacın dallarına. Başını ellerinin arasına alarak yere baktı. Burnu delinmeye yüz tutmuş ayakkabısıyla göz göze geldi. Üç yaz iki kışlık ömrüyle göz kırptı pabuç.
Düşünmeye devam ettikçe oturduğu yere daha da yerleşti. Olacak iş değildi orada öyle oturmak. Vaktin ilerlediğini fark edip ayağa kalktı. Eve giden yol bisikletle on dakika, kafasındakilerle on beş gün. On beş gün sonra Ankara’ya gidilecek, kızın üniversiteye kaydı yaptırılacak. Git gel otobüs parası, orada harcanacaklar nereden baksan bir maaş. Maaş, Başkan’ın insafında, tarlasında, demir-çimento dükkânında. Maaş şimdilik oradan çok uzakta. Şu sigortası yatmasa durulacak yer değil. Üstelik kendi ayrılsa tazminat da yok. Sabır lazım da taş bile çatlar. Bisikleti çözdü ağaçtan. Anahtarı cebine, üç bozukluğun yanına attı. Çın çın şıngırdadı umutları. Okumayıversinmiş kız, söyleyenden apayrı büyüdü sözleri. Bisiklete bindi, mahalle bakkalına giderken Belediyenin altındaki lokantadan Selda Bağcan’ın sesi duyuldu.
“Adaletin bu mu dünya? Ne yar verdin ne mal dünya Kötülerinsin sen dünya İyileri öldüren dünya”
O sırada Kirâmen Kâtibîn bir sağdan bir soldan... Sağdakini dinlese ezik; soldakini dinlese günahkâr, kâtil… Yaşarkenki sorgu karısından, öbür dünyada Allah’tan. Sorgudan değil de vicdanı nereye bırakmalı? Soldaki cevap verdi:
Amellerini yazıyoruz deftere. Soru sorma, yazgını yaşa.
Sağdaki yumuşacık seslendi:
Ona bakma sen, dünya iyi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor.
Sağdakinin sesini annesinin sesine benzetti.
Sağdaki, soldaki ve Kur’an’daki kendilerine özgü seslerle… Bakkala girdi, boynu bükük. İki ekmek, bir Napoliten istedi. Bakkal, veresiye defterini çıkardı. Adam ellerini sıktı, gönlüne lâ havle akıttı. Belediyeden alacakları, esnafa borçları koca bir nefesle dışarı çıktı. Soldaki günahlarının karşılığını fısıldadı. Umursamadı. Hırslandı. Bisiklete bindiği gibi Belediyeye döndü. Elindeki ekmek poşeti ve sıktığı yumrukla Başkan’ın odaya daldı. Adamın konuşmasına fırsat vermedi. Salladı yumruğu karşısındakinin suratının ortasına. Başkan dengesini kaybedip düşerken başını masanın köşesine çarptı. Bütün sahne ağır çekim… Görüntü bulanıklaştı, Başkan yerde nefessiz. Yerdeki kan, koyu kırmızı. Arkasını dönüp çıktı, solundaki hesap peşinde:
Bu yaptığının bedelini ödeyeceksin, Allah’ın verdiği canı almak sana mı kaldı?
Sağdakinin sesi işitilmedi o sırada. Bakkalın sesiyle kendine geldi. “Abi, sonra ödersin. Ölmedik ya daha! Sen hele çocuğu okula yazdır bakalım, hepsi hallolur.” Derin bir nefes aldı tekrar, güldü. “Allah razı olsun,” dedi minnetle. Anahtarlarının yanındaki bozukluklar keyiflendi.
Eve vardığında kapıyı kızı açtı, poşeti uzattı. Kız, ekmeklerin yanındaki Napoliten’i sevinçle çıkarıp adamın boynuna sarıldı. Sağ omzundaki biraz daha kuvvetlenmiş, büyümüş gibi geldi. Öte dünyanın sorgusunu garantilerken karısının sorgusuna hazırlandı. Başkan’ın odasında ölen umutlarını diriltmek için kızının gözlerine baktı. İki damla yaş aktı bir sağ bir sol gözünden, kimseye belli etmeden banyoya gitti.
Demet Eker