Günlerdir yürüyorum, ışıklı bir yer görebilsem… Sırtımdaki ağrı dayanılmaz oluyor zaman zaman. Hedefine ulaşamamış kör bir bıçak kürek kemiklerimin tam ortasına saplanmış, kanırtıyor. Yokluyorum, bazen elime kan bulaşıyor. Işıklı bir ev görünce geçecek hepsi, biliyorum.
Bulanık göğün altında insana ait ses duyabilsem… Ağrımı azaltacak şeyi bilmiyorum, bulmayı umuyorum sadece. Göğsümü daraltan tıkanıklık nefes almamı da engelliyor zaman zaman ama yürüyorum. Bazen öyle hissediyorum, ben yürümüyorum da yeryüzü akıyor… Ayağımın altında sürüklenen bu garip dünyada neden yürüyorum? Belli ki nefese ihtiyacım var. Birden gri otların arasından hışırtı geliyor, belki tıkırtı. Elinde kürekle karanlık bir yüz beliriyor karşımda.
“Nereye yabancı?”
“İnsan arıyorum, günlerdir kimseye rastlamadım. Sırtımda bıçak var, kanıyor yaram.”
Sırtımı dönüyorum adama.
“Kanayan bir yer göremedim. Haydi bizim köye gidelim. Bakarlar orada.”
Kirli, yapışkan ellerinden kalın, ağır bir sıvı dökülüyor; şaşırmıyorum. Ne kadar yürüyoruz anlamıyorum, zaman da gri sanırım. Yol boyu gördüğüm sarı tozla kaplı yol, grinin tonlarına boyanıyor. Kuşlar, böcekler, ağaçlar, otlar kımıldadıkça bu tonlar daha da belirginleşiyor. Zamanı seçemiyorum, her an birbirine benziyor. Zamanın dilimlerini aynı renkler boyuyor. Belirsizlik hüküm sürüyor her yerde. Tek tük evler arasından rehberimin köyüne varıyoruz. Evlerin bahçelerinde silik yüzleriyle genç yaşlı erkekleri, yaklaştıkça o erkeklerin kocaman ağızlarını görüyorum. Etrafta hiç kadın yok. Rehberim arada sırada bana bakıyor. Diğerleri tarafından da izleniyorum.
“Ne oldu, şaşırdın mı? Bizim köyde erkekler koca ağızlıdır. Dedelerimiz de böyleydi.”
Cevap vermiyorum, sırtım ağrıyor. Az ileride, yaygın griye inat bir yeşillik gözüme çarpıyor, eğilip bakıyorum. Rehberim de eğilip bakıyor, umarsız sırıtıyor. Sırıtınca farkına varıyorum, adamın ağzı büyük diğerleri gibi ama dişleri yok.
“O evde köyün son kadınları var. Yeşillik ondan.”
Cevabı alınca sormama da gerek kalmıyor. Altımdan akan yeryüzüyle ben de adamın peşinde sürükleniyorum. Anlamsızlığın içindeyim ama kaderime razı yürüyorum. Zaman zaman aklımdan geçenler dışında hiçbir karşı koyma girişimim yok. Bu köyden gitmem gerekiyor. Bir an önce ulaşmalıyım ona, derdimi sadece o anlar. Sırtımdaki ağrıyı bir tek o iyileştirir. Yumuşacık elleri, kadife dokunuşları…
Adama uyuyabileceğim bir yer soruyorum. Beni kolumdan tutup götürüyor. Etraftaki adamların birbirine benzeyen bakışlarını görüyorum düşle uyanıklık arasında. Gıcırtıyla açıyor demir kapıyı, bahçeye giriyoruz. Rastgele atılmış izlenimi uyandıran tarım araçları paslanmış. Odunluk benzeri yere giriyoruz. “Burada uyu biraz.” Çıkıyor yanımdan. Hiç güvende değilim ama uykunun göz kapaklarıma hükmü zor olmuyor.
“Amma da uyudun ha!”
Düşündüğümden daha uzun uyuduğumu anlıyorum. İrkiliyorum. Geldiğini hiç fark etmedim ev sahibimin.
“Senin karın falan var mı?”
“Hayır.”
Sanırım o da inanmıyor. Yine koyu bir belirsizlikle çıkıyoruz odunluktan ve bahçeden. Belki de bana öyle geliyordur.
“Köy meydanına götürülür burada yabancılar.”
Kimlerle karşılaşacağımı düşünerek yürüyorum adamın gölgesiyle. Adam önde. Etrafımı kaplayan bulanıklık arasında bu gölgenin nereden çıktığını düşünsem de sorgulamıyorum.
“Bu yabancı, insan arıyormuş; tuttum getirdim.”
Köy meydanına toplanan adamların paçalarından koyu bir sıvı sızıyor. Ağızları büyük. Gerçekten hiç kadına rastlamıyorum geldiğimden beri. Adamlar etrafımı çeviriyor.
“Nereye gidiyorsun?”
Kısa boylu olanından geliyor soru.
“Bilmiyorum.”
“İnsan nereye gideceğini bilmez mi hiç?”
Etraftakiler homurdanıyor.
“Sırtım acıyor, bakın kan geliyor elime.”
Elimi gösteriyorum ama bu sefer yok kan. İnanmamaları için bir neden bu. Ağızları daha da büyüyor homurdanırken. Sustuklarında küçülür gibi oluyor. Birden cıvıltılı bir kadın sesi duyuluyor.
“Ben bakarım,” diyor kadın.
Musa’nın Kızıldeniz’i yarması gibi iki yana ayırıyor adamları. Ağızlarından salyalar akıtarak bakıyorlar aralarından geçen kadına.
“Ben hiç kadın görmemiştim şimdiye kadar.”
“Neslimiz tükenmek üzere bizim. Bu açlıkla bana neler yapmazlardı, bakın dokunamıyorlar. Yıllar önce kadınlara eziyet etmişler. Kaçırmışlar köyden.”
Sırtıma dokunuyor usulca. Sırtımdaki bıçak çıkıyor birden, acımıyor yaram. Şefkatli bir elin iyileştiremeyeceği yara yokmuş, unutmuşum. Unuttuklarıma ekliyorum bunu da.
“Ben ve kardeşlerim bir çeşit iyi niyet anlaşmasıyla köyde kaldık. Kendi soyları da tükenecek biz olmasak.”
Sırtımda gezinen elin güvenine, hazzına, hazla beraber getirdiği geçmiş günlere ait acıya odaklanayım derken koşarak bir adam geliyor meydana soluk soluğa.
“Yoldan geçen bir grup var, köye getirdim onları, hiç şüphelenmediler. Haydi yakalayalım kadınları.”
Ben ne olduğunu anlayamadan arkamdaki kadın uçar adımlarla uzaklaşıyor yanımdan. Kalabalıkla sürükleniyorum adamın gösterdiği yere. Ayaklarım gidiyor, zihnim şefkatli elde kalıyor. Bütün unuttuklarımla buradan gitmem gerektiğini düşünüyorum.
“Aşağı sokağa geçtiler, gördüm!” diye bağırıyor adamlardan biri. Erkek kalabalığı söylenen yere yöneliyor beni bırakmadan. Kontrolümü iyice kaybediyorum artık. Yönetiliyorum. Ağzımı yokluyorum, burnumu sonra. Biraz büyümüş mü sanki? Burnum da silikleşiyor giderek. Karadelik gibi büyüyen koca bir ağız, diyorum kendime. Muhteşem bir son. “Sen bağırdıkça küçülüyorum, azalıyorum,” diyen karımın sesini duyar gibi oluyorum. Nereden geldiğini anlayamadığım çocuk sesi fısıltıyla uyarıyor beni:
“İtiraz etme, karşı koyma.”
Çocuğa yeltenip kolundan tutuyorum.
“Kolumu kopardı bu yabancı!”
Koparacak kadar çekmediğimi anlatmak istiyorum. Dilimden fayda yok. Konuşmayı da unutuyorum yavaş yavaş. Aklımdan geçenleri gözlerimden anlıyor ev sahibim.
“Dinlenmen lazım, yorgun görünüyorsun. Biz o gruptaki kadınları bulup getirelim, sana da lazım olacak ne de olsa.”
Yine pis, dişsiz bir gülüş görüyorum. Sırtımın ağrısını hissetmiyorum artık. Gri gölgeler kısalıyor. Gitmem lazım diye düşünüyorum ama daha çok yerleşiyorum bu köye. Gidebilmek düşüncesini de unutuyorum yavaş yavaş. Yaklaşan kadınları duyuyorum, çevremdeki adamlarla aynı olduğumu anlıyorum:
“Gördünüz mü, hepsinin kocaman ağızları var.”
Demet Eker
Comments