top of page

Öykü- Deniz Longa- Kırk Ay Hediyesi

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 12 Haz
  • 3 dakikada okunur

Uzun bir zaman olmuştu. Üç mevsim bekledim. Kış uzadı nisana. Bir ara bahar geldi ama ilk miydi son muydu anlayamadım. Bir seneyi buldu bu bekleyiş. Sonunda kırk oldum. Tam da bu gece yarısı penceresinden kız kulesinin görüleceği bir mekânda olma hayalimi gerçekleştirecektim. Bir gece konaklamalı oda tuttum. Kendi masam da dâhil toplamda dört masayı rezerve yaptırdım. Yemekten önce bir şeyler içmek için kapı tarafına yakın zümrüt yeşil örtülü masaya geçtim. Yetmiş üç yılına ait bir şampanya açtırdım. Aperatifleri daha sade bir masa olan hardal sarısı örtülüde yedim. Esas ana yemek için pencere kenarındaki iki kişilik gri örtülüde karar kıldım. Tatlı tercihimi şefe bıraktım. Kahvemi içerken ayaklandım; yüzüm kız kulesine dönüktü. Havai fişek attırmadığıma pişman oldum ama bu pişmanlık fazla uzun sürmedi. Sakinlik ve sadelik daha elit gözüktü gözüme. 

Etkileyici denizin siyah ve derin yüzeyine uzun süre baktım. Yanılmış da olabilirim üzerinde bir sandal gördüm; içinde de ananem oturuyor gibi geldi. Karşısında birine poz verir gibi öylece duruyor, sandal sallandıkça denize demir attığını sandıran bir diklikle sabit kalıyordu. Bana bir şeyler söyleyebilir diye ona da uzunca baktım. Sonra birden kayboldu. Üzerinde durmadım. Yanılmamışsam da bu gece bu önemli değildi. Kahvemi bitirdiğimde garsondan şampanyama devam edebileceğimi isterse şefin de bana eşlik edebileceğini söyledim. Bu yediğim yemeyin enfesliğine bir teşekkür sayılacaktı. Kibarca yanma gelen şefle kadehlerimizi tokuşturduk. İki üç yudum aldıktan sonra yanımdan ayrıldı. Ona bugün doğum günüm olduğunu söylemedim.  Kadehim azalmıyordu. Çok içtiğimi sandıran bir tutuşla sarılmıştım oysa kadehe. İlk kez alkol aldığım çok belli olmasın diye yavaştan alıyordum da üstelik ama bu ne biçim bir tattı böyle? Hiç sevmedim. Şişenin devamını odamda devam edebileceğimi garsona ileterek bir nevi paketlemesini istedim. Burada böyle istekler yakışık alır mıydı acaba bilmiyordum.

Vakit gece yarısına yaklaşınca odama çıktım. Bu eşsiz zamanları ağırdan almak için elimden geleni yapıyordum. Telaş ve hızlılık fakirlik belirtisi, sakinlik ve yavaşlık zenginlik alametiydi. Varlıklıların işi olmazdı hadi hadiyle. Olabildiğince kaygısız ve dingin davranmaya çalışıyordum. Ruhum bir tas çorbanın içinde çalkalanırken dökülmemeye uğraşıyordum. Duşumu aldım. Pencere kenarında ayakta dikilerek mini dolaptaki atıştırmalıkları da tükettim. Geri kalanını lavaboya dökeceğimi bildiğim şaraptan iki yudum daha aldım. Midem alt üst olmuştu.

Uyursam hemen sabah olacağı için uyanık kalma süremi en üst seviyede tutacaktım. Nöbet tuttuğum vakitlerdeki deneyimim şimdi işe yarayacaktı. Böyle böyle zamanı üç saat daha ilerlettim. Sadece yatakta uzanarak penceremden İstanbul’un gecesini izledim. O da uyumuyordu. Her gece yeni bir yaşını kutluyor gibiydi. Yorulmak nedir bilmiyordu. Her şeye aç her şeye muhtaç koca bir insan olmuş göründü gözüme. Tepeye oturmuş aşağıdaki zavallı biz insanları izleyen bazen kasketli bazen diz kırıp koltuğunda oturan ama asla gözlerini tamamen açarak biz aşağıdakilere bakmayan bir devdi o. Kişilik sahibi şahsiyetli ve pervasızdı. Umurunda bile değildik. Kaçanı kovalamıyor kendi de bir yere gitmiyordu.

Kırk yaşımın ilk saatlerini ona ayırmak gururumu okşadı. Büyüklüğü karşısında ufaldığım bir devin gölgesinde görünmez olmuştum. Böylece daha rahat hareket edebiliyor ne istersem öyle mimik yapabiliyordum. İstanbul memnuniyetsizlik dışında her şeyi kaldırabilirdi. Çünkü ondan memnun olmayanlara acıması yoktu. Sabahın ilk ışıklarının denize vurmasını izlemek istiyordum. Keskin bir yansımayla gözümü alacak sarı ışıkları beklemeye başladım.  Çok kısa bir süre sadece bir an belki de gözlerimin kapandığını anladım, hemen irkilerek uyandım. Kaçırmıştım. Ne olduysa o zaman olmuştu. Aydınlanmış bir odanın içinde rahat bir yatakta uzanıyor, kendimi kandırılmış hissediyordum. Yattığım yerden denizin dalgaları bile görünüyordu. Artık çok geçti. Hazırlanıp restorana indim. Erken kahvaltı yapanlar için hafif bir tabak hazırlıyorlardı. Enfesti bu da her şey gibi. Ardından ayılma kahvesi denilen kahvelerden iki fincan istedim. Saat on ikiye varmadan otelden çıkış yapmam gerekiyordu. Saat ona doğru gerçek bir kahvaltı daha yaptım. Üzerine bir kahve daha içtim.

Yaşadıklarımın hesabını vermek için otelin lobi kısmına doğru ilerledim. Görevli bir liste göstererek ödemeyi nasıl yapacağımı sordu. Çekle dedim. İmzamı attım tutarı kendisinin yazmasını söyledim. Listenin sonuna doğru meblağı gördüm. Rahatlıkla ödeyebilirdim.

Otelden çıktım. İstanbul’un kalabalığına karışmadan önce bir tam gün geçirdiğim bu şahane otele karşı kaldırma geçerek son kez baktım. İçim açıldı.  Çok memnun kalmıştım yirmi dört saatten. Bir ömür yetmesi lazımdı bu memnuniyetin bana. Bundan başka bir şey düşünmek istemeden yürümeye başladım.

Aklıma ne gelirse savuşturmaya karar verdim. Akşama kadar sokaklarda yürüyecek aylaklık edecektim. Bomboş bir kafayla saatlerde dolaşacaktım.

Kırk yaşımın ilk gününü kırk aya böldürerek çektiğim kredimin ilk taksitini nasıl ödeyeceğimi düşünerek geçirmek istemiyordum.


Deniz Longa

Comentarios


bottom of page