top of page

Öykü- Duygu Özsüphandağ Yayman- Zeytin Ağacı

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 8 Ağu
  • 2 dakikada okunur

Adımı zeytin koymuşlar. Alfabenin son harfindeyim, sözlükte bulması kolay. Yüzyıllar önce bu coğrafyada gezinmeye başlamış, çekirdeğim ve ismim. Düştüğüm toprağa uyum sağlamışım. Masa başında çizdiğiniz sınırları tanımam. Ülkelerin değil, iklimlerin adını bellerim. Akdeniz'in her yerindeyim. 

Beklerim ben. Meyvemi bile sonbaharda veririm. Yeşilden siyaha dönmek, yiyeni yağımla ihya etmek için sabrederim. Tanesiz kalsam da yaprağımı dökmem. Zenginin sofrasında bolluğun simgesiyim. Cep delik cepken delik ise ekmekle bir, sofrayı beklerim. Buradaydım hiçbiriniz yokken.  

Bin yıllardır şifa verdim, tufanları sulha erdirdim ama herkesi savaşından bilirim. Toprağıma göz koyanlar, köklerimi kurutmaya kalkanlar en amansızlarıdır. Onlar, hayatın düşmanıdır. Gövdemde hep onların hatıraları vardır. Bu yapraklar bu kadar sık olmasa, bu dallar böyle iç içe kıvrılıp dolanmasa, gövdem yedi kollu dev olup meyvemi sakınıp saklamasa dayanabilir miydim bin yılların acısına? 

Hasat zamanları hep böyledir; her şey ve herkes buradadır: Emek, sömürü, para, ihanet, bağlılık, işçi, patron... Herkes her şeyin kendisiyle başladığını sanırken ben, hikâyemi tüm zamanlarıyla yeniden yazarım. 

Şimdi hasat için gölgemde toplanan kalabalık, hayatı sadece kendi gözleriyle görüyor. Birbirlerini doğum yerlerinin ayırdığını varsayıyor. Şu, dallarıma uzanmış eller... Kökleri, köklerimin uzandığı topraklardan. Ben çoğaldım da göç onu kurutacak. Çok olmadı daha, ülkesinden süpürüldü. Savrulup duruyor. Kimliği sınırın öte yanında kaldı. Elleri, tutunmak için ona lazım, tırmanmak için başkalarına. Artık kendisine ait olmayan, kâh zeytin toplayan kâh taş taşıyan ellerine, geçici belgeler tutuşturdular. Mevsimlerle değişiyor kimliği. Hasatta işçi, sıkım zamanı hamal. Buraya geleli beri ağırlığımı, tadımdan daha iyi biliyor. Oysa memleketinden tanışıyoruz. Yurdundayken bolca bulunurdum sofrasında. Şimdi kimsenin yüzüne bakmadığı, kurumuş tanelerim düşüyor payına. Onu da çocuklarına götürüyor. Aldığı üç kuruş, buralı işçinin payına düşenin yarısı ediyor, etmiyor... Çünkü o, şimdiki zamanın hikâyesi. Bugünlerden söz edilirken, “Savaştan kaçıyordu, mevsimlik zeytin işçiliği yapıyordu,” diye anılacak. Onun mecburiyetini fırsata dönüştürenler anlatacak hem de. Kendisi kim bilir ne olacak, hikâyesi kalacak. 

Dallarımın altında devriye gezen ustabaşı, bir işçiyi bir tanelerimi kontrol ederken kendi göçünü temize çekiyor. “Neyse ki doğunun da doğusu var,” diyor. Öteki olma sırasını savmış, işçinin de işçisi olduğunu öğreneli beri oyunu kuralına göre oynamaya başlamış. 

Patronun göçü ise çok daha önceye gidiyor. Gölgeme kurduğu devasa masaya öyle oturmuş ki bilmeyen hep buradaydı sanır. Onu bu toprağa getiren savaşı, değiş tokuş antlaşmasını unutmuş. Yeni zamanların savaş kaçkınlarından söz açılınca, “Elbet bedavaya çalışacaklar, kapılarımızı açtık, canlarını kurtardık, yetmiyor mu!” diyor, “beğenmiyorsa gelmeseydi, ülkesinde kalıp savaşsaydı.” 

Ne ki savaş, ata mirasını sevmiyor. Har vurup harman savuruyor. 

Patron, işçiyi neredeyse borçlu çıkaracak. İki kuşak gerisinde, Ege sularının öte yanında bıraktıklarını, onun alacak hanesine yazacak. Bilmiyor ki kendisi de mirasını, oturduğu yerde bırakacak. Artık savaş çıkmasa, mübadele nesnesi olmasa, kaçmak zorunda kalmasa bile her şey ardında kalacak. Bin yıllardır üst üste biriken medeniyetlerden biri de onunki olacak. 

Nereden mi biliyorum? Dedim ya, buradaydım, hiçbiriniz yokken. Her şeyi görecek kadar çok yaşadım. Sizden sonra da var anlatacaklarım.


Duygu Özsüphandağ Yayman


Yorumlar


bottom of page