Sanmam, balık olamam. Duygularım bir kutuya doldurulmuş da tavan arasına kaldırılmış eski oyuncaklar gibi. Onlarla en son ne zaman oynadığımı hatırlamıyorum bile. Aslan da olamam. Çünkü her şey hakkında bir fikrim yok, üstelik kendini beğenmiş biri de sayılmam.
Nüfus cüzdanımda yazan tarih, gerçek doğum günüm değil. Yıl gerçek olabilir sadece. Burç işini aklıma arkadaşım düşürdü. Kişilik özelliklerim hangi burca daha çok uyuyorsa, doğum tarihimi üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirmişiz. Annemle babamı tanımadım. Haklarında hiçbir şey bilmiyorum. Kim ya da nereli oldukları, falan filan… Hatta bir annemle babam olduğundan bile emin değilim. Belki ben de Hz. İsa gibiyim. Seçilmiş kişiyim. Onun babasız dünyaya geldiği gibi ben de annesiz ve babasız dünyaya gelmiş olabilirim. Onlar hakkında çeşitli söylentiler var tabii. En sık dile getirileni ise babamın pezevenk, annemin de onun sermayelerinden bir orospu olduğu...
Aynı apartmanda oturduğumuz bir adam vardı. Adam karısı ve sermayesi ile birlikte yaşardı. Sermayesine âşıktı da. Bazen müşterilerini evinde ağırladığı olurdu. O zamanlar balkondan kebap dumanları tüm mahalleye savrulur, kadeh tıkırtıları ve kahkahalar köhne apartmanı doldururdu. Adam, “Bu sadece iş,” derdi, “iş ayrı, aşk ayrı. Hem şu dünyanın bir yarısı pezevenk, diğer yarısı da orospu. Kimileri kendini satar, kimileri de birilerini pazarlar.” Pezevenk felsefesi. Tatilde oldukları bazı zamanlar sofralarına beni de davet ederlerdi. Adam birkaç defa sermayesini işaret edip, “İster misin?” demişti, “sana indirim de yaparım.” Kabul etmemiştim. Çünkü benim gözüm adamın karısındaydı. Nitekim yattım da karısıyla. Hem de birçok kez. Ama daha sonra kadınla ilişkimiz farklı bir şekle evirildi. Seksi bıraktık... Oturup sohbet ederdik. Ben dizine yatardım, o saçlarımla oynardı. Yemek pişirirdi bana, hem de en sevdiklerimden. Çamaşırlarımı yıkardı. Sonra para da koyardı cebime. “Genç adamsın, lazım olur,” derdi. Öldü o kadın, kocası öldürdü. Ben ara sıra kabristana gidip kadının mezarına çiçek bırakırım. Ruhuna dua okurum.
İnsanlar beni öykücü olarak bilse de yazmaya romanla başladım. İlk yazdığım ÖTEKİLER adlı roman, taslak olarak kaldı. Bastırmadım. Yetersizdi; teknik ve üslup yönünden. Hem içerik de biraz özenti kokuyordu. Kahramanım bir piçti. Toplum tarafından dışlanmış bir öteki. Başka bir ötekiyle arkadaş oluyordu. Çelimsiz ve kekeme bir oğlanla. Esas oğlan piçlikten kurtulmaya çalışıyordu, üzerindeki yaftayı sökmekti amacı. Ancak kekeme, bir yaftanın ancak diğeriyle değişebileceğini ve bunun zor olacağını söylüyordu. Aralarında şöyle bir diyalog geçiyordu.
“Birinci Dünya Savaşı’nın adı ne zaman değişti?” Bunu soran kekeme oğlan.
“Bilmem. Nereye varacaksın merak ediyorum,” diye karşılık veriyor öteki.
“İkinci Dünya Savaşı çıktıktan sonra.”
“Yani?”
“Yanisi, Birinci Dünya Savaşı önceden sadece Dünya Savaşı’ydı. Adının değişebilmesi için ikincisinin, yani yeni bir felaketin çıkması gerekti…”
Romanın sonunda kahramanımız nihayet lakabını değiştiriyor. Ancak diyalogdakine benzer şekilde. Annesini kaybettiği bir kaza sonuncunda. Kendisi de bu kazada tek gözünü kaybediyor ve ondan sonra kör lakabıyla anılmaya başlıyor. Bu arada kahramanımızın babası, teyzesinin kocası çıkıyor. Adam baldızına tecavüz ediyor, bunu gören abla ise ses çıkar(a)mıyor…
Geçenlerde romanıma benzer bir film izledim. Aslında film daha önce çekilmiş ya, ben yeni izledim. Bir travesti ile cücenin arkadaşlığını anlatıyor film. Yani onlar da ötekiler... Onları bir araya getirense ortak paydaları, dışlanmışlık.
Bana kalırsa ne babam gerçek bir pezevenk ne de annem gerçek bir orospuydu. Bence babam da bir yazardı tıpkı benim gibi ve benim izlediğime benzer bir film izledi. Sonra yabancısı olduğu bu dünya ilgisini çekti. Kendi konforlu hayatının paralelinde böyle yaşamların da olduğunu ilk kez enine boyuna düşündü. Ve bu karanlık dünyayı satırlarına taşımak adına içinde güçlü bir itki hissetti. Ama gerçekçi karakterler yaratmak için gözlem yapması gerekliydi. Bu yüzden soluğu İstanbul’un arka sokaklarında aldı ve o dünyayı içeriden keşfetmek için pezevenk kılığına girdi. Gerçek bir pezevenkten dersler almaya başladı ve orada bir kadınla tanıştı. Kadın oyuncuydu ve bir projede orospuyu oynayacaktı. O da aynı pezevenkten ve onun sermayelerinden ders almak için gelmişti. Bu kadın annemdi. Gerçek pezevenk, babamla annemi tanıştırırken asıl kimlikleri hakkında bilgi vermedi. Annem babamı pezevenk, babamsa annemi orospu bildi. Pezevenk ikisini de eğitmek adına annemi babama teslim etti ve “Artık bu kadın senin sermayendir,” dedi. Annemle babam aralarında bir anlaşma yapıp gelirden alacakları pay yüzdelerini hesapladılar. Küçük bir daire tutup aynı evde yaşamaya başladılar.
Başlarda annem, eski müşterilerinin olduğunu ve onları şimdilik bırakmak istemediğini söyleyip işe gidiyormuş gibi her gün evden ayrıldı. Bu durum babamın da işine geldi ve yüzdesini verdiği takdirde bunun sorun olmayacağını anneme söyledi. Ve bu bir süre, planlandığı şekilde devam etti. İlk başlarda annem babamda sadece bir pezevenk, babamsa annemde bir orospu gördü. Birbirlerinde vicdan, namus ya da sevgi gibi duyguların olabileceğine ihtimal vermediler. Ama sonra işler değişmeye başladı, aralarında bir çekim gerçekleşti. Bu çekim, bir gece annemin rol gereği bir müşteriden dayak yediği yalanıyla eve üstü başı yırtık, saçı başı dağınık ve makyajı akmış bir şekilde gelmesiyle had safhaya çıktı. Babam anneme sarılıp teselli sözleri söyledi. Onu soyup banyoya götürdü, temizlenmesine yardım etti, yıkadı. Saçlarını kuruttu, sonra dizine yatırıp başını okşadı. O gece birbirlerinin oldular. Ben o sırada annemin rahmine düşmüş olmalıyım.
Babam olayın ertesi günü, artık müşterilerle kendisinin ilgileneceğini, anneme yenilerini bulacağını ve eskileri unutmasını söyledi. Bunların özel müşteriler olacağını da ekledi. Nedendir bilinmez, annem itiraz etmedi. Birkaç hafta daha, iş olmadan beraberce vakit geçirdiler. Artık birbirlerine âşıktılar. Bunun böyle devam etmeyeceğini ikisi de tahmin ediyordu. Sonunda o gün geldi. Babam anneme ilk müşterisiyle görüşeceğini söyledi. Annem, “Bu akşam mı?” diyebildi sadece. Babam başını sallamakla yetindi. İkisi de birbirine kızgın olmalıydılar. Annem babamın sevdiği kadını nasıl başkasına pazarladığına, babamsa annemin itiraz etmeden başka erkeklere gitmeyi kabul etmesine kızmıştır muhtemelen. Ama neticede bu bir işti.
Annem o akşam gitti, tıpkı sonraki akşamlar gibi. Giderken babamla birbirlerinden de yavaş yavaş gittiler. Uzaklaştılar. Ama birbirlerini sevmeye devam ettiler. Ancak babamın bilmediği bir şey vardı. Annem sevişmeden önce içkilerine ilaç koyduğu müşterilerini uyutuyor sonra da onları boğup öldürüyordu. Böylece ne kendi kirleniyor ne de babama ihanet ediyordu. Her müşteri öldüğünde sanki babam da güçten düşüyor ve her geçen gün sararıp soluyordu. Bir gün babam anneme artık son müşterisine gideceğini söyledi. Hakikaten de öyle oldu. Annem gece eve döndüğünde babam son nefesini vermek üzereydi. Annemin bilmediği önemli bir şey vardı. Gittiği müşteriler babamın daha önce yazdığı öykülerdeki kahramanlardı. O kadar gerçekçilerdi ki bu kahramanlar, dünyada kendilerine yer bulmuş ve yaşamaya başlamışlardı. Ve bu kahramanlar, birçok yazarın da yaptığı gibi babamın kendinden bir şey kattığı varlıklardı. Yani aslında onlar da bir yanıyla babamdı. Onlar öldükçe babam da öldü.
Annem eve dönüp de babamı o halde görünce gözyaşlarına boğuldu. Babamın öleceğini anladığında gönderdiği adamların hiçbiriyle yatmadığını ve onları öldürdüğünü söyledi. Babam sevinç gözyaşları döktü ve “Biliyordum beni aldatmayacağını,” dedi. “Nasıl gönderebildin beni başka adamlara?” diye sitem etti annem. Babam aslında o adamların da bir bakıma kendisi olduğunu söyleyip durumu izah etti. Annem bir yanıyla sevinirken diğer yanıyla da kahroldu. Çünkü babamı o öldürmüştü. Babam, “Üzülme!” dedi, “bu ölüm benim için bir hediye. Hiçbir erkek benim kadar şanslı değildir.” Babam annemi kucağında can verdi. İkisi de birbirlerine gerçek kimliklerini söylemedi, çünkü birbirlerini öyle sevmişlerdi. Babam annemi bir orospu, annem de babamı pezevenk bildi. Ve onların yanılgıları diğer insanlara da bulaştı. Evet, babam o gece öldü. Anneme gelince… Ona ne olduğunu bilmiyorum. Belki beni doğururken öldü, belki kendisini öldürdü, belki oynadığı bir filmin içinde hapsoldu, ya da babamın ölmeden yazdığı bir öykünün içinde yaşamaya devam ediyor.
İşte böyle olabilir annemle babamın öyküsü. Bence herkesin bir annesi ve babası olmalı. Ardından rahmet ya da beddua okuyacağı, seveceği, kızacağı, günahlarını ve sevaplarını üzerine yükleyeceği, örnek alacağı ya da onlar gibi olmaktan kaçacağı, başında dua okuyacakları ya da unutacakları mezarları olan anne ve babaları… Bu bebeğin de olmalı. En azından bir babası. Uyanıyor galiba, kıpırdanmaya başladı. Bu sabah kız arkadaşım bıraktı. Benmişim babası. Umarım öyledir. Ama kararımı verdim. Ne olursa olsun bu kızın babası ben olacağım. Ve kızım doğum tarihini bilecek. Bu arada galiba ben bir boğayım.
Ebuzer Kalender
Commentaires