Biliyorsun ki ben artık kâhin yazarım. Öyle diyorlar ve benden yeni kehanetler bekliyorlar. Ben de uyduruyorum işte bir şeyler. Dünya yörüngesinden çıkacak ve evreni dolaşacak, ten rengini değiştiren bir ilaç icat edilecek ve insanlar istedikleri zaman siyah ya da beyaz olabilecek, duygular ölecek, insanlar evlerini cebinde taşıyacak, üç maymundan önce görmeyeni, ardından duymayanı ve en sonunda da dilsiz olanı ölecek, dünyayı mizah anlayışı olan insanlar yönetecek, kanser ölümcül olmaktan çıkacak, beyindeki açlık merkezinin iptal edilmesiyle dünyadaki açlık sorunu ortadan kalkacak, fillerin nesli tükenecek, gerçeklerinin yerini sanal elbiseler alacak, melez hayvanlarla melez bitkiler çoğalacak ve yeni türler ortaya çıkacak, falan filan…
Aslında gerçeğe dönüşen o öyküm olmasa, beni pek tanıyan yoktu. Şu anki ünümü yıllar önce yazdığım o öyküme borçluyum. Duymuşsundur belki, ben o zamanlar kara mizah ve absürt metinler yazardım. Ama okuyan yoktu. Belki de insanlar mizahtan hoşlanmıyordu. Ya da benim mizah anlayışım onlara uymuyordu. Ardından absürt metinler yazmayı bıraktım ve gerçekçi öyküler yazmaya başladım. Ama sonuç değişmedi. Ne bileyim belki de gerçekler rahatsız ediciydi. Ya da sorun bendeydi; eskiden en yakın, şimdiyse en uzak arkadaşlarımdan birinin dediği gibi. İyi yazamıyordum belki.
Sonunda fantastik kurguda karar kılmıştım. Eh, beklediğim gibi olmasa da küçük bir okur kitlesi yakalamıştım. Aldığım teliflerle en azından bastırdığım kitapların masrafını çıkarmış, arta kalan parayla da tost makinesi, mikrodalga fırın ve su sebili gibi küçük ev eşyaları almıştım. O tost makinesini hâlâ kullanıyorum. Sekiz tost ekmeği alıyor. Ama somun kullanırsam alan biraz daralıyor. Çok iyi tost yapıyorum; sucuklu, eski kaşarlı ve yumurtalı. Çocuklarım ve torunlarım bayılırdı, tabii olsalardı. Şimdi düşünüyorum da evlenmeliydim… Neyse, sonunda öykümün gerçeğe dönüşmesiyle ünlü oldum ve yazdıklarım kıymete geçti. Gazeteler üslubumun fevkaladeliğinden ve yazdıklarımın modern klasiklerden olduğundan falan bahsetti. Ben de inandırmaya başladım kendimi bunlara, kitaplarım peş peşe yeni baskılar yapmaya başlayınca. Beni ünlü yapan o öyküyü biliyorsun herhalde. Evet, kahramanlardan birisi uçan halıydı. Şimdi bende de var üç beş tane. Çoğu ünlü üreticilerin hediyesi. Hele bir tanesi var ki harika. Kabinli. Halısı hereke. Kabini titanyum, hızı saate 80 km’ye çıkıyor. Dört vites. Ani yön değiştirmeleri mükemmel. Ah genç olacaktım ki! Çok kız kaldırırdım bu uçan halıyla.
Neyse konuyu dağıtmayayım. Aslında bu öykümü teknik açıdan sevdiğim söylenemez. Sonunu aceleye getirmiştim. Şu anki aklım olsa biraz daha açardım öyküyü ya da üstkurmaca tekniklerinden falan faydalanırdım. Böylece daha derli toplu bir şey çıkardı ortaya. Ama öyle ya da böyle, Defo beni bir yerlere taşıdı, hatta uçurdu diyebilirim. Sen okumuş muydun Defo’yu?
DEFO
Baş döndürücü bir hal almıştı uçan halı çılgınlığı. Gün geçmiyordu ki bir şikâyet olmasın. Hava trafiğini hiçe sayıp müsaade edilmeyen yüksekliklere çıkanlar, son model uçan halılarıyla tehlikeli yarışlar yapanlar, uçan halıdan aşağı çöp atanlar, insanların üzerine tükürenler ve hatta işeyenler… Daha geçenlerde ünlü bir çift uçan halı üzerinde seks yapıp kayda aldı ve bunu da sosyal medyadan paylaştı. Epey ses getirdi bu paylaşım, tıklanma rekoru kırdı. Bir diğer ünlüyse ilk çocuğunu elli metre yükseklikte, uçan halının üzerinde dünyaya getirdi. Doğumu yaptıran doktor çocuğu çıkardığı anda az kalsın aşağı düşüyordu. Uçan halılı düğün organizasyonları da popüler hale geldi. Çiftler ilk danslarını havada yaparken, arkasında, “Mutluluktan uçuyoruz!” yazan uçan halılar düğün arabalarının yerini aldı…
Kız arkadaşını uçan halısı olan bir zibidiye kaptıran Tayyar kafasına koymuştu. O da alacaktı bir uçan halı. Öyle son model falan değil, sıradan da olsa yeterdi. Lakin fiyatlar çok yüksekti. Doktorluktan kazandığı parayla uçan halı alması hayaldi. Mecburen defolu ürün bakacaktı. Hafta sonu kendini, şehrin en büyük halı mağazası Uçanos’a attı. Girişte onu karşılayan satış görevlisi nasıl bir şey aradığın sorduğunda Tayyar boğazını temizleyip kısık ve çatallı bir sesle cevap verdi: “Defolu ürün bakacaktım.” Satıcı, “Hay hay,” deyip Tayyar’ı peşine taktı ve mağazanın sol arka köşesindeki defolu uçan halıların teşhir edildiği yere yöneldi. Yatay platformlar üzerinde üst üste konmuş rengârenk uçan halılarla doluydu köşe.
“Abi bunların defosunu fark edemezsin bile.” dedi eliyle halıları işaret eden satıcı, “Fabrika çıkışında kalite kontrole takılıyorlar. Aha bak şuna, geçen ay aynısından bizim oğlana aldım.”
“Hımm.” deyip memnuniyetle başını salladı Tayyar adamın gösterdiği kartal desenli kırmızı halıya bakarken. “Sizin personel indiriminiz de vardır tabii.”
Satıcı uysalca boynunu büküp gülümsedi: “Yüzde on kadar yapıyorlar sağ olsunlar.” Sonra solundaki platformda duran kelebek desenli mavi halının ucundan tuttu. Diğer eliyle Tayyar’a gel işareti yaptı. “Yaklaş abi. Mesela şu hali. Bak Allah aşkına, bunun defosunu anlayabilir misin?”
Tayyar rahatlamaya başladığını hissetti. Göğsünde kavuşturduğu kollarını yanlarına salıverdi. Yaklaşıp eğildi, iyice baktıktan sonra dudağını büküp ellerini açtıktan sonra, “Valla bilemedim,” dedi.
Adam halının ucunu bıraktı, “Bilemezsin abi.” dedi, “istersen akşama kadar bak… Bunun defosu iplik germesi.” Ardından halıyı okşadı.
“Peki bu iplik germesinin zararı ne?” diye sordu Tayyar, sesi artık daha gür çıkıyordu.
“Hiçbir zararı yok,” deyip elini savurdu satıcı, “Sadece vites geçişleri biraz sert. Arada halı kendini ileri atıyor.” Sanki uçan halı kendisiymiş gibi olduğu yerde tekledi.
“Peki ya şu?” diye işaret etti Tayyar adamın arkasındaki arı ve çiçek desenli yeşil halıyı göstererek.
“Onun orta kesiminde ilmek hatası mevcut. Her zaman değil ama hızlandığında bazen türbülansa girmiş gibi titriyor.”
“Hımm. Bayağı güzelmiş, rengi de iyi hani.” dedi Tayyar memnuniyetle başını sallarken.
Satıcı halıyı okşadı “Çok da yumuşak abi.” dedi ve sesinin alçaltıp sağı solu kolaçan ettikten sonra devam etti. “Uçan halıya kız falan atanlar en çok bu modeli tercih ediyor. Bak bunun defosuzu da var ancak fiyatı yaklaşık iki katı. Bence değmez abi orijinalini almaya. Sana bunu vereyim.”
Bu sırada Tayyar’ın bakışları biraz ileride tek başına duvara zincirlenmiş halıya kilitlendi. Kiremit renginde, üzerinde alaycı kuş resmi olan, eskitme desenli bir halı. Sanki Tayyar’a eski bir tanıdık gibi gülümsüyordu. “Peki şuradaki!” dedi halıdan alamadığı gözlerini kırpmadan.
Satıcının gözleri iri iri açıldı, sol elini dur işareti yapan bir polis gibi kaldırdı. “Amman abi gözünü seveyim. Uzak dur o halıdan. Sana gelmez.”
Tayyar gözleri hâlâ halıda, uzaklardan gelen bir sesle cevap verdi: “Niye ki?”
“Abi o halı manyak. Baksana, yerinde tutmak için zincirledik. Yakında zaten geri dönüşüme vereceğiz.”
Tayyar aniden dönüp satıcıya baktı, yüzü gerilmiş ve kaşları çatılmıştı. “Böyle bir güzelliğe kıyılır mı? Hem, hem bunun defosu ne ki?”
“Görünüşte hiçbir şeyi yok. Ancak kendini komik sanıyor, eşek şakası yapıp duruyor.”
“Nasıl yani!”
Satıcı kafasını yana sallayıp elini savurdu. “Hangi birini anlatayım abi. Daha önce zincirli değildi bu. Personelden bazılarını tutup tutup uçurdu, havada top gibi zıplattı. Hele bizim bir Cafer abi var. Garibanın teki. Yükseklik korkusu var adamın, az daha altına ediyordu. Bir defasında kimsenin haberi olmadan gitmiş normal halı reyonuna karışmış. Platforma boylu boyunca uzanmış. Nişanlı bir çift halı bakıyor bu sırada. Kız yorulmuş ve bunun üzerine oturmuş, bu da kızı dakikasında kaldırmış, ortalık karıştı…” Tayyar elini çenesine atmış çıtını çıkarmadan satıcıyı dinliyordu. Arada kimsenin okuyamayacağı silik bir gülüş konduruyordu yüzüne. Satıcı anlatmaya devam ediyordu:
“Bununla kalsa iyi. Başka bir sefer de girişteki panolardan birine normal halıymış gibi geçmiş. Yaşlı bir kadın ona bakarken birden hareket edip kadına sarılmış. Kadın az daha kalp krizi geçiriyormuş. Hatta bir ara sattım da bunu ha. Tam kurtulduk deyip tüm mağaza küçük bir kutlama yapmıştık ki sattığım adamın karısı ertesi gün halıyı iade etti. Adamda da suç var aslında. Halıya balkondan binmek istemiş. Kendisi balkonda, halı binanın dışında. Tam binecekken tutmuş bu manyak, adamın altından çekilmiş. Adam küt diye yere yapışmış. Bereket versin birinci katmış da sadece bir kaburgası kırılmış...”
Ne olursa olsun, Tayyar halıyı çok beğenmişti. Ona sahip olmalıydı. Satıcıyı bir şekilde ikna edip aldı da. Hem de kafasındakinden çok daha ucuz bir fiyata. Satıcının söylediği kadar vardı halı. Çılgındı. Bazen alçak uçuşlar yapıp insanların şapkalarını düşürüyor bazen de kuşlarla yarışıyordu. Balkondan kendi kendini silkeliyor, geceleri bir köşeye dürülüp yatıyordu. Tayyar bazen halının üstünde uyuyordu ve bir keresinde az daha yere düşüp ölüyordu. Halı uykudayken Tayyar’ı göklere çıkarmıştı. Başka bir gün Tayyar’ın arkadaşını çöp konteynırına atmıştı halı, çünkü adam tam kuş resminin üzerine çay dökmüştü. Ama ne yaparsa yapsın kızamıyordu halıya Tayyar, hatta hoşuna gidiyordu bu aşırılıkları. Halı da Tayyar’ı seviyordu galiba. Sanki birbirlerini tamamlıyorlardı. Tayyar’ın yapmak istediği ancak yapamadıklarını yapıyordu halı. Ama bu güzel rüya uzun sürmedi. Komşuların ve çevredekilerin şikâyetleri her geçen gün artınca yetkililer halıyı Tayyar’dan almak istedi. Birkaç gün sonra Tayyar ile uçan halısı ortadan kayboldu ve bir daha onları gören olmadı. Üst komşusu Tayyar’ı balkondan uçup giderken gördüğünü iddia etti. Ama halısız. Bir kuş gibi süzülüp gitmiş ve üzerinde kiremit renkli kalın bir tulum varmış. Bazı söylentilere göre Tayyar halıyı söktürüp her ilmeğini kendi vücuduna nakşettirmiş. Ve uçan halı Tayyar olmuş, Tayyar da uçan halı. Arada küçük muzırlıklar yaparken görenler oluyormuş Tayyar’ı; havada taklalar atarken ya da elektrik tellerinin üzerinde yürürken…
Demek okudun. Beğenip beğenmediğin sormayacağım, aslına bakılırsa pek umurumda değil. Beğenilme kaygısını bir kenara bırakalı çok oldu. Ne de olsa ben artık ünlü bir yazarım, beğenmesen de beğeneceksin eminim. Belki benim uçan halım da kara mizahtı ha, ne dersin? Defolu bir mizah anlayışı olabilir kimilerine göre. Onu terk etmek yerine onunla bütünleşmeliydim belki de. Düşünüyorum da zamanında popülerlik kaygılarını bir tarafa bırakmalı, sadece sevdiğim için ve sevdiğim gibi yazmalıydım. Şu anki geldiğim noktaya bakarsak hayatımda pek bir şeyin değiştiği söylenemez. Eskiden sıradan tanınmamış bir yazarken şimdi sıradan ünlü bir yazarım. Sana bunları neden anlattığımı merak ediyor olabilirsin, sırlarımı niye açık ettiğimi. İnsan içini döküp rahatlamak istiyor ve biliyorum ki ağzın sıkıdır. Ama insanlara güvenilmeyeceğini bilecek kadar çok yaşadım, iyisi mi işimi sağlama alayım:
“Kâhin yazarı şarlatanlıkla suçlayan öyküye okurdan tepki gecikmedi. Öykünün yazarı yazdıklarının kurgudan ibaret olup gerçekleri yansıtmadığını, hem kâhin yazardan hem de okurlardan özür dilediğini beyan etti:
Bu öykü için herkesten özür dilerim.
Ebuzer Kalender
Commentaires