“Anneee… Anneee!” diye bağırdı Kâmil. Banyonun kapısını aralayıp kafasını uzattı. Islak, önü seyrelmiş saçlarından yere sular damlıyordu. Üşüdü hafiften, dizlerini birbirine yaklaştırıp büzüştü. Anladı: İçeriden gelen televizyon sesini bastırmak için daha yüksek perdeden atması gerekiyordu sözcükleri ağzından. Öyle de yaptı, çatallanan sesinin boğazını yırtıp geçmesine izin verdi.
Dürdane televizyonun sesini kısıp dikkat kesildi. Kaşlarını çattı ve öne doğru eğildi. Kulağını kapıya doğru uzatıp “Sen mi seslendin kurban olduğum?” diye bağırdı.
“He anne ben seslendim ya. Banyodayım da, yanıma temiz atletle külot almamışım. Bi zahmet sen versen.”
“Ne zahmeti gadasını aldığım, dur hemen geliyorum.” Takip ettiği programın en heyecanlı yeridir demeyip tombul bedenini bir uçurumdan yuvarlar gibi kanepeden aşağı bıraktı Dürdane. Ayakları yerle temas eder etmez soluğu Kâmil’in odasında aldı. Gardıroptan bir atletle baksır don kaptığı gibi banyonun kapısına vardı. Aralık kapıdan uzattı elindekilerini.
“Ne zaman uyandın yavrum, hiç haberim olmadı,” dedi Dürdane yumuşak bir sesle.
Annesinin elindeki iç çamaşırlarını alan Kâmil, kapıdan kafasını gösterdi. Cevap vermedi, omzunu silkmekle yetindi. Dürdane sırıtıp gözünü kırptı ve “Bak hele, ne banyosu bu sabah sabah!” dedi, ardından sesini alçaltıp ekledi: “Rüyalandın mı yoksa?”
Kâmil gözlerini kaçırdı, “Tövbe de ana gözünü seveyim. Ne rüyalanması!” dedi yüzü kızarırken.
“Hafta sonu işte, banyo yapalım dedik.”
Dürdane sırıtarak üsteledi.
“Hafta sonları benden habersiz banyo yapmazdın sen, hele de böyle sabah sabah.”
Kâmil kafasını sallayıp gülümsedi.
“Yahu ana bırak şu gevezeliği Allah’ını seversen,” dedi. “Yaşım neredeyse kırk oldu. Sen daha bana çocuk gibi davranıyorsun.”
“Ne varmış senin yaşında?” dedi Dürdane oğlunun solgun tıraşlı yanaklarını mıncıklarken.
“Küçücüksün sen daha. Hele aç şu kapıyı da sırtına bir kese atayım.”
“Anne bari komşuların yanında bana çocuk gibi davranma ya,” dedi Kâmil ve annesini içeri almadan önce bir havlu sardı beline. Ardından da kapıyı açtı.
“Geçen bakkal Salih abi ne dedi bana biliyor musun?” Dürdane ellerini kalçasına atıp kaşlarını çattı.
“Annen seni sünnet ettirdi mi Kâmil, deyip güldü.”
“Ne yapacakmış o Salih denen sakalı boklu senin çükünü? Bir tarafına mı… Tövbe tövbe!” Kâmil kıkırdadı.
“O gitsin, kafayı çekip çekip orospuların koynunda uyanan oğluna baksın. Sana laf söylüyor ha, rezil ederim valla onu. Kokmuş kızını almadım ya sana, kuyruk acısı hep ondan.”
Kolundan tuttu Kâmil’i ve hafifçe iteledi, “Hele geç bakalım şöyle,” dedi. Kâmil tabureye otururken kollarını bileklerine kadar çemredi Dürdane ve çiçekli eteğini çıkarıp kenara koydu. Uzun paçalı donuyla, keseye hazırdı artık. Kuvvetli bir darbe kesesi atıp oğlunun beyaz sırtında kızarmış bir yol bıraktıktan sonra sordu:
“Sen kilo mu aldın oğlum?”
“He, birazcık.” dedi Kâmil ve sol eliyle yanlara taşan biçimsiz göbeğini kaşıdı.
“Bugün pazara çıkacağım sana biraz don atlet alayım, götün de büyümüştür şimdi senin,” dedi Dürdane, “Dik dur la biraz!”
“Pamuklu olsun anne. Yaza giriyoruz, pişik oluyorum sonra,” dedi Kâmil.
“Pişen yerlerini yerim senin,” diye mırıldandı Dürdane ve seri kese darbelerine devam etti sessizce. Kesenin ardından oğlunun kafasını iyice şampuanladıktan sonra banyodan çıktı ve mutfağa geçip çay suyunu koydu. Eskilerden bir türkü tutturdu, pencereye yaklaşıp aşağı göz attı. Karşı komşuları Necla’nın kızını, eteğini yukarı doğru çekiştirirken buldu. Gözleri parladı, yaklaştı pencereye iyice.
“Gene kimi gözetliyorsun anne,” diyen oğlunun sesiyle irkildi. Koca memeleri şöyle bir hopladı. Arkasını dönüp oğluna baktı.
“Karartın kalkmasın Kâmil ödümü koparttın.”
Kâmil bıyık altından gülümsedi ve pencereye yaklaştı. Uzaklaşan kızın arkasından baktı.
“Valla gene orospuluk peşinde bu kız,” dedi Dürdane. “Eteğini öyle bir yukarı çekişi var ki sorma. Hele de bacakları güzel olsa!”
“Orospuydu da niye bana istedin?” dedi Kâmil kendisiyle konuşur gibi.
“Ben ne isteyeceğim,”
Elini havaya savurdu Dürdane.
“Habibe yenilmedi. İlla bakalım şu kıza dedi. İyi ki de vermemişler oğlum. Yoksa o kız senin dengin mi? İşin var, gücü var, yakışıklısın, ahlaklısın… Neymiş evlenmeyi düşünmüyormuş. Böyle diyen kızların çoğunun dostu var.”
“Boş ver ana, alma elin kızının günahını.”
“İftira mı atıyorum be oğlum! Biliyorum da konuşuyorum. Sen daha güzellerine layıksın. Sana peri kızı alacağım peri,” dedi Dürdane ve boynunu sola devirip gülümseyerek hayran hayran baktı oğluna. Kâmil dik durmaya çalıştı, göbeğini içine çekip göğsünü kabarttı ve bir an için kendisini, annesinin gözüyle görmeyi diledi. Kim yanılıyordu? Kendisi mi, annesi mi?
“Bu eve öyle bir gelin getireceğim ki komşular hasedinden çatlayacak,” diye devam etti Dürdane. Kâmil göğüs hizasına gelen annesine sıkıca sarıldı ve ağarmaya yüz tutmuş ince telli saçlarından öptü. Bir süre ayakta öylece kaldılar. Sessizce salındılar; bir sarkaç gibi…
Çenesini annesinin kafasına dayayan Kâmil, annesinin boynuna doladığı kollarını biraz daha sıktı. Oğlunun sırtını tıpışlıyordu. Kâmil’in gözleri kısıldı, kollarını daha da sıktı. Dürdane’nin sağ eli oğlunun sırtına sertçe iniyordu şimdi.
“Yavaş oğlum boğacaksın beni, haydi oturalım sofraya,” dedi boğuk bir sesle…
Ama Kâmil durmak istemedi. Sıktı, daha da sıktı. Tüm dünyadan hıncını alıyormuş gibi sıktı. Zincirlerinden kurtulmaya çalışan bir mahkûmdu sanki, birazdan özgürlüğüne kavuşacaktı. Annesinin önce artan sonra giderek zayıflayan debelenmelerine, yumruklarına, hırıltılarına aldırmadan sıktı… Ta ki kollarındaki beden hareketsiz kalıncaya kadar! Kâmil anasının cansız bedenini, ağır bir çuval gibi yavaşça yere bıraktı. Kadının dehşetten büyümüş kahverengi gözlerini elleriyle kapadı. Derin bir nefes aldı Kâmil, tüm vücudunun gevşediğini hissetti. Geçti ve kahvaltı masasının başına oturdu. Çatalıyla ağzına bir şeyler attı; keskin, ekşimtırak bir tat alınca bunun tulum peyniri olduğunu anladı. Derinlerden bir ses duydu, tanıdık bir ses! Ses giderek yaklaşıyordu, çok sürmeden bir bomba gibi kulağında patladı.
“Oğluuum!”
Kâmil silkinip kendine geldi. Suçlu suçlu etrafına bakındı.
“Kaçtır sesleniyorum be oğlum. Bir garip oldun ha, ayakta uyuyorsun. Oyun oynamayı bırak da yemeğini ye,” Eline aldığı kaynamış bir yumurtanın yarısını oğlunun ağzına tıkıştırdı. “Haberin olsun civanım.” diye devam etti, “Yarın sana kurşun dökeceğiz Habibe’yle. Çok göz var üzerinde, nazara geliyorsun.”
Kâmil ses etmedi, annesi kafasına koyduysa yapardı o şeyi. Elini yanağına koydu, yüzüne buruk bir gülümseme yerleşti.
“Birazdan çıkıyorum ben, pazara gideceğim. Donları mavi renk alıyorum ha,”
Kâmil başını sallamakla yetindi…
Ebuzer Kalender
Sevgili Ebuzer öykünü görünce çok sevindim. Tanışıklığımız Kayıp Rıhtım'dan. Kendi içinde sakince akan, toplumda gelenekselleşmiş anne oğul ilişkisini irdeleyen güzel bir öykü okudum. Kalemine sağlık.
👍👍👍👏👏👏
Bu öykü nasıl bitecek diye düşünürken, sonuna geldiğimde gördüm ki tam adına yakışacak şekilde bağlanmış. Elinize sağlık.