top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Elmas Tunç- Baki Kalan Şu Şişede- 2

"Ey genç kız,

kendini yine suya at da

her ikimizi kurtarma şansına bir kez daha ereyim!"

Albert Camus- Düşüş


Vay anasına! Gömleğinin sınır kapılarını hayrına, ardına kadar açaydı da biz de kaçak göçmenler gibi elimizi kolumuzu sallaya sallaya gireydik be! Gözümüz gönlümüz bayram ederdi fena mı? Şaşı edecek bizi iyi mi? Baktığımı anladı mı yoksa? Yok lan. Nereden anlayacak? Alnımızda mı yazıyor dikizlediğimiz. Ağzının suyunu sil Bako! Karı gözünü dikti bana. Ters ters bakıyor. Sağa sola bakıyormuş gibi yap. Koltuklar da iyiymiş ha. Deri. Kırmızı. İşi biliyorlar. Üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun. Off, o kıpkırmızı dudaklara yapışmak vardı dinime imanıma. Telefona bakıyor, çaktırma. Hah, içerideki çıktı. Şimdi çağırırlar. Saçım başım düzgün mü? Topuklular olmasa taş çatlasın bir altmış. Surat mahkeme duvarı gibi yalnız. Niye çağırmıyorlar odaya? Vay dingil vaay! Hemen kaynadı araya. Sıramı yedirir miyim lan?

"Bakar mısın bayan?"

"Efendim? Bana mı dediniz?"

"Evet. Gelen giriyor, gelen giriyor. Kaç saat oldu?"

"Onlar randevulu yalnız. Sizden önce başvurmuşlardı."

"Biz neciyiz? On bir dediniz, iki saat oldu. Alt tarafı doktor bir ilaç yazacak."

"Sizi anlıyorum beyefendi. Fakat seans bazen uzayabiliyor."

"Ben anlamam bayan."

"Bayan değil yalnız, kadınım ben."

Şuna bak hele! Saçını savura savura küstah cevaplar, üstten bakan tavırlar. Kırmızı görmüş boğa gibi dalacaktım ya zor tuttum kendimi. Göğsümü şişirdim. Boğazımı temizledim. Bir adım öne atıldım.

"Ben de amcaoğlu demedim. Kadınsan kadınlığını bil, uzatma!"

"Sakin olur musunuz lütfen! Doktor hanıma haber veriyorum hemen."

Nasıl yokluktaysam somurtuk karıya hâllendim az önce. Bunlar hep uykusuzluktan oğlum Baki. Miyop mu oldun gözüne tükürdüğüm? Sekreterin dişlerinde tel varmış. Konuştukça gözüme çatal çutal geldi. Tövbe bismillah! Mona piza mıdır Liza mıdır cin çarpmış gibi duran tablodaki karının hık demiş burnundan düşmüş. Böyle insan mı çizilir lan? Çipil çipil gözler, çarpık çurpuk ağız... İçince gördüğümün aynısı. Ressamın kafası güzelse demek ki. Şerefsizim versinler elime kalemi kâğıdı, bundan iyi çizmezsem ben de adam değilim. Çizmek demişken otoparktaki arabaları çizmeyi özledim be. Hele o "gıcıırt" demesi yok mu of içim gıcıklandı.

...

"Baki Kalan!"

"Geldim."

Merhaba. Şöyle mi geçeyim? Koridordaki gürültü için kusura bakma doktor hanım. Bekleyince gerildim de biraz. O yüzden atıştık. Önemli bir şey yok.

Kulakları duymuyor mu acaba? Hiç tepki yok. Allah Allah! Sessiz sinema mı oynuyoruz anlamadım ki. Ohh! Oturur oturmaz koltuğa gömülüverdi kıçım. Yumuşacık. Bıraksan bizimkilerle ne âlem yaparız burda. Al işte! İti an çomağı hazırla! Kesin Muro arıyordur. Lan, herif belâlı sevgili gibi. Yakamdan düşmüyor. Aylar önce çağırmadım, yerimi söylemedim diye üç gün trip attı. Sonra gene yapıştı. Bildiğin amele sümüğü! Sessize almakla hata ettim. Göt cebim titreşip duruyor ha bire. Ben böyle ısrar görmedim arkadaş. Gururunu pazarda mı sattın? Oda da fena değilmiş ha! Gene o acayip tablolardan asmışlar buraya da. Şeytan çarpmış gibi duruyor. İki saattir duvarla, koltukla bakışıyoruz. Doktor hanımda hâlâ tık yok. Bakışarak mı anlaşacağız? Şükür açtı ağzını.

Neden mı burdayım? Şöyle anlatayım: Ben aylardır uyuyamıyorum da. Eczaneye gittim. "Reçetesiz ilaç veremiyoruz," dedi dallama. Dal.. Şeeey yani adam. "Yav n'olacak, ver işte bilâder," desem de "Psikiyatristin yazması gerekiyor," deyip sepetledi herif beni. Zor tuttum kendimi camı çerçeveyi indirmemek için. İnsan yardımcı olur değil mi? Kafasına göre ilaç veremez diyorsunuz. Yan etki yapar. Öyle mi? Benim bünyeyi görsen -iz yani görseniz... Turp gib... Tamam, devam edeyim. Ben de internetten baktım işte özellere. "Madalya" ismi çıktı. Müşterileriniz pek memnunmuş. Öyle demiyoruz. Ne diyoruz peki? Danışan. Ne demiş atalarımız? "Bin bilsen de bir bilene danış." Oradan geliyor değil mi? Danış-an. Neyse işte, buraya geldiğim duyulmazsa sevinirim. Sonuçta bizim de kendimize göre bir çevremiz var. Madara olmak istemem. Niye mi? Deli doktoru diyorlar ya. Tamam düzeltiyorum. Psikiyatrist. Oldu mu?

Eee, ne yazıp duruyor ha bire? Alt tarafı ilaç yazacak. Bir düşünmeler, elini çenesine koymalar. Arada suratıma bakıp hafifçe gülümsemeler filan. Sanırsın iyi polisi oynuyor "dökül" dercesine. Nezarette bu kadar bunalmadım. Buraya gelmekle hata mı ettim acaba? Bizim andavallara da anlatılmaz ki. Of! Her yanım şıpır şıpır terliyor. Denize çivileme atladım da böyle stres yaşamadım. Elim ayağım titriyor. Hele kalbim, resmen kulaklarımda atıyor. İçeriye girişim de olaylı oldu zaten. Hakkımda ne düşünmüştür kim bilir.

O sırada psikiyatrist, önündeki deftere danışanla ilgili ilk izlenimlerini aktarıyordu:

"İlk seans. Oldukça heyecanlı ve gergin görünüyor. Üzerime meraklı bir bekçi gibi diktiği kırmızı ve şişmiş gözlerini ara sıra kaçırıyor. Cüretkâr görüntüsünün altında sakladığı, anlatmaktan kaçındığı bir şeyler var sanki. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor. Kaygı bozukluğu ve uykusuzluk şikâyeti ile kliniğimize başvurdu. Belli ki öfke kontrolü sorunu da yaşıyor. Danışan, işbirliğine henüz temkinli yaklaşıyor."

Diyorum ki böyle mi oluyor bu işler? Deminden beri kendim çalıp kendim söylüyorum. İlaç diyordum. Yazsan, yani yazsanız. Ben mi? Kendimi mi anlatayım? Doktor hanım bunun uykusuzluğumla ne alâkası var? Çok mu ilgisi var? Hadi ya! Yok canım, işinize karışmak gibi olmasın da şaşırdığımdan öyle tepki verdim. İlacı direkt yazmıyorsunuz yani. Her şeyi mi anlatacağım? Siz de dinleyeceksiniz? Nasıl anlatayım bilemedim ki şimdi. Çocukluğuma mı inelim? Ohoo, orası dipsiz kuyu gibi mübarek. İnsek çıkamayız. Benden söylemesi.

Madem şart diyorsunuz benden günah gitti o zaman. Nasıl bir eve mi doğdum? Dayağın, hırgürün eksik olmadığı, ayyaş bir babanın cehenneme çevirdiği bir eve. Aslında dört kardeşin en küçüğüyüm. Işığı gören gelmiş, gören gelmiş. Üç ablamdan sonra ben doğmuşum. Biri doğumda ölmüş. Öteki bakımsızlıktan. Üçüncüsü mü? Yok. O duruyor. Galiba? Şimdi şöyle oluyor. Kocaya kaçtığından beri arayıp sorduğu yok. Nerededir onu da bilen yok. Öldü mü kaldı mı? Tabii bizim pederin mortingen olduğundan da haberi yok. Olsa gelirdi. Ne diyordum. Bizimki kemerle bir döverdi Allah'ıma, kitabıma. Ablam da hâliyle çareyi kocaya kaçmakta buldu. Ondan arta kalan dayaklar da israf olmasın diye rahmetli anamla bana düştü. Allah seni inandırsın, -kusura bakmayın yani sizi diyecektim doktor hanım- peder bey dövmelere doyamazdı. İşinin ehliydi bu konuda. Kimse eline su dökemezdi. Ayık, sarhoş fark etmezdi. Misal, eşeği suya salar, su diye sek rakı koyar, bizi öyle döverdi. Merkep sudan gelmek bilmezdi. Meğer ona da kafayı buldururmuş. Anla işte doktor hanım öyle bir adamdı. Yoo, hayatta değil. Hasta da değildi. Kader işte. Rögar kapağı... Pat diye... Boşver orasını. Uzun hikâye.

Kıyak yermiş ha. İyi ki üstelemedi. Acayip para kırıyordur buradan. Karnım da acıktı. Akşama mangal mı yapsak bizimkilerle? Keyfim de yok gerçi ne zamandır. Kaç lira masraf yapmıştır acaba bu binaya? Oturduğumdan beri telefonum titreşiyor. Ulan Muro! Şuradan bir çıkayım, çekeceğin var. Yavşak oğlu yavşak! En iyisi komple kapatayım. Ulaşamasın. Doktor hanım da amma ketum çıktı ha. Aslında kafayı çekse dili çözülür de. Varsa yoksa Baki anlatsın, o yanağını kaşısın, kafasını sallasın. Siyah çerçeveli gözlükleri burnuna indirip baktı mı aynı ilkokul öğretmenime benziyor. O da önce dik dik bakar, sonra kulaklarımı çekerdi. Sınıftaki veletler, yapmadığı ödevler için yok elektrikler kesikti, yok misafirlikteydim diye yalanlar söylerken ben sarhoş babamın defterlerime kustuğunu, rakı bardağı devirdiğini söylerdim de bir türlü inandıramazdım. Ulan, hadi bana inanmadın, anason kokulu defterlerim de mi yalandı ha! Eski defterleri fazla karıştırma Baki. Anlattıkça lastik gibi sünüyor. Uykusuzluğa gel.

Pederi defnettik işte doktor hanım. Tam rahata ereceğiz derken bu sefer de anamı kaybettim. Dostlar sağ olsun. Ölüm sebebi mi? Pıhtı atmış. Ciğere. Çok çekti garibim, çok. Gülmedi yüzü bir kere bile. O ölünce hepten boşluğa düştüm. Öyle böyle bir boşluk değil, bildiğin obruk. Ev bana bakıyor, ben duvarlara. Yiyip içip sıçıyorum affedersin. Hep aynı döngü, aynı terane... Ağzımın tadı yok. Eskiden amacım var mıydı? Bilmem ki. O zaman yarını düşünmüyordum belki ama bozuk plak gibi takılmıyordum aynı şeye. Labirentin içinde dönüp duran fare gibi hissediyorum çoğu zaman. Peyniri bulsam ne olacak ki? Geberip gideceksem niye doğdum diyorum. İçimdeki Baki'yle gelin kaynana gibiyiz. Didişmediğim gün yok. Önceleri pek takmazdım. Dünya yansa saçımı tarardım. Şimdi öyle mi. Hele o gece aklıma geldikçe... Hangi gece mi?

Baki, o topa hiç girme aslanım. Girme de doktor cevap bekliyor. Beklesin, topu taca at sen! Yuh. Ne pozisyondu. Beşiktaş güldür yüzümüzü be! Güldürsün de gülecek halim mi kalmış. Olsun. O kadar para alsam ben de oynarım anasını satayım. Top ayağına kadar gelmiş işte. Yapsana hareketini, taksana doksana. Sen de mevzuyu ufaktan toparla. Muro, bana ulaşamayınca ortalığı velveleye vermiştir. Kuş kadar beyin yok. Bir ara onu da hastaneye getireyim de olmayan beynini açsınlar, otopsi yapsınlar. Belki kadavra olarak işe yarar.

Bizim davarlara açıldım işte beynimi kemiren bu soruları. Sonrasında dedim ki: "Hafakanlar basıyor, uyuyamıyorum. Gözünüzü seveyim bana bir çare bulun." Bunlarda çıt yok. Ha yetersiz bakiye ha siz diyorum, aval aval yüzüme bakıp sırıtıyorlar. En son dedim ki: "Belanızı siktirtmeyin oğlum. Bana çözümle gelin." Muro dangıl dungul demesin mi: "Senin hayatında heyecan meyecan yok Bako. Banka soyalım. Oradan gelen parayla pavyonda felekten bir gece çalarız. Kalanıyla da benim borçlara el atarsın, eşşek değilsin ya!" deyince tepem attı. Az daha eşek cennetine yollayacaktım hergeleyi. Hako önüme geçti de frenledi beni. Seyfo çekine çekine: "Oğlum belki de üç harfliler uylamıştır sana. Nefesi kuvvetli bir hoca var. Bizim komşunun kızını da götürdüler. İyi geldi. Bir deri bir kemik giden kız, gün gün semirdi, şişti. En çok da karnı. Bir görsen! Sende de işe yarar bak. Demedi deme. Ah benim dangoz kafam! Uydum bunlara gittik Manavgat'a. Herifin evinin önünü bir gör doktor hanım. Sanırsın halk ekmek kuyruğu. Yanlış anlama da senin buradaki kalabalık onun yanında devede kulak kalır. Güç belâ sıra geldi. Bu dürzü otlar, çöpler, tuhaf kokulu bir şeyler yaptı içirdi bana. İçim karıştı. Kalktı, tütsü yaktı. Çürümüş balık gibi kokan nefesiyle tüküre tüküre ellerini vücudumda gezdirerek bir şeyler söyledi. Cince mi lamaca mı orasını bilemeyeceğim. Başım fır fır dönmeye gözümün önünde karaltılar uçuşmaya başladı. Gözümü bir açtım ki bu at hırsızı tipli herif... Nasıl desem... Üstüme abanmış... Nasıl olduysa Hako, heriften huylanmış. Beni güç belâ uyandırdılar. Biz bir olup ağız burun daldık sapığa. Görseniz doktor hanım, cin çarpmışa döndü sahtekâr. Ah ben nasıl anlamadım mevzuyu, gebeş Seyfo kızın karnı şişti dediğinde.

Kafama taktığım bir şeyler oldu mu diye soruyorsunuz değil mi? Aslında bunu söylemek hiç kolay değil. Nasıl desem, acayip acayip şekiller beliriyor duvarlarda. Meselâ dalga sesleri geliyor kulağıma. Suya kocaman bir kaya fırlatmışlar gibi. O gecekinin aynısı. Hangi gece mi? Hani televizyonlarda bir haber çıkmıştı ya genç kadının intiharı diye. Benimle ne ilgisi mi var? Aslında yok. Yani var da yok. Hem var hem yok. Baştan anlatayım en iyisi.

Kafam bir milyondu. Yalnızdım. Falezlerde... Efkârlıydım. Bir kaya kopmuş gibi... Suda... Dalga seslerine karışan tiz bir çığlık... Defalarca yinelendi. Bilmiyorum. Bilemiyorum. Çok geçti. Ne mi yaptım? Orada kalakaldım. Evet. Koşmak istedim ama kımıldayamadım. Sonra mı? Konuşmak mı? Hayır. Kimseyle konuşmadım. Haberlerde gördüm. Ne oldu? Haftaya yine mi geleyim? Hay ben böyle işin... Yok, bir şey demedim.

İlâç? Şimdi değil diyorsunuz. Sonraki seanslarda. Oldu o zaman. Hadi eyvallah!

Haftalar sonra...

Hani bana ilk geldiğim sıralar bir şey anlatmıştınız doktor hanım. Hatırladınız mı? O zaman çok dikkat etmemiş, üstünde düşünmemiştim. Eski zamanlarda yaşamış benim gibi lânet bir heriften bahsetmiştiniz. Adı mı? Fosla biten bir şeydi. Pisi fos. Yok. Neydi? Hah. Sisifos. Hani kayayı dağın tepesine çıkardıkça yuvarlanırmış da tekrar çıkarırmış ya. Onu düşünmemi istemiştiniz. Ben de fikir tasını deldiğimin beyinsizi! Çıkarıp da ne yapacaksın, bırak gitsin, zümrüt mü pırlanta mı sanki diye epey saydırmıştım yalan yok. Meğer adam, bencileyin vicdan yükünü taşırmış ya ha bire. O yuvarlanan taş değil kızın kendini buz gibi sulara bırakmasıymış. Baki de sustuğu için lânetlenmiş işte. Adam sandıkları Bako meğer fos çıkmış. Hani demiştim ya doktor hanım beni pek görmezler, -çok afedersin- it yerine koymazlar. Bana dalaşacaklarına çalıyı dolaşmayı yeğlerler diye. Ben de meğer o gece onlara benzemişim, beni görmeden geçip gidenlere...

Denizin dibindeki o kız da kaya olup yuvarlanmış kâbuslarıma. Ben artık yoruldum doktor hanım. O taşı falezlere taşımaktan çok yoruldum. Sırtımda oluşan o kamburu bırakmak istiyorum artık. Amacım ne? Niye taşıyorum? Sahiden istiyor muyum diye soruyorsunuz. Hafiflemenin başka bir yolu olsa keşke. Bakifos da bu lânetten kurtulsa. Mümkün mü sizce doktor hanım? O geceye yeniden dönme şansım olsa o kıza ne mi söylerdim?

"Ey genç kız, kendini yine suya at da her ikimizi kurtarma şansına bir kez daha ereyim!"


Elmas Tunç


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page