Nihayet paydos. Neyse ki bugün fazla mesai yok. Hafta sonuna sıkışırız, diyor ustabaşı. Yeni kumaşlar gelince yeni fason siparişler yetişecekmiş. Overlok makinesi, yeterince canıma okudu zaten, sağ olsun. Ömrümden ömür kesip biçti.
Bizi, yaşamlarımızı idame ettirdiğimiz vasat yuvalarımıza taşıyan servis arızalanmış bugün. Tam da gününü buldu. Cam kenarı hayali su gibi buharlaşıverdi. Kahretsin! Ayaklarımı uzatıp odama çekilecektim annemin, “Amma yabanisin Gülfidan!” sataşması eşliğinde. Yorgunluktan bütün gün canım çıkmışken ayakta beklemek olacak iş mi şimdi? Kafamda kablolar kısa devre yapmış gibi hafiften bir cızırtı başladı az önce. Hayrolsun! Sanırım akşama kadar makinelerin gürültüsüne maruz kaldığım için. Üstünde durmasam iyi olacak.
Etrafa bakınıyorum. Durakta tek tük insan var. Sırtları başka başka taraflara bakıyor, gözlerini ya telefona ya durağın camındaki kayıp ilanına dikmişler. İşteyken geçmeyen zaman, burada da siftiniyor. Güneş, baba evine küs gitmiş gelin gibi kızarıp bozarmış; yüzünü pek göstermiyor. Gökyüzü, bozuk çalan kaynana gibi karardı kararacak. Akşam ezanına az kaldığı dibi tutmuş tencereyi andırmasından belli. Çantanın tam kapanmayan fermuarını asılıyorum asabice. Sessizde unuttuğum telefona bakıyorum arayan soran var mı diye. Bir diş kalmış namussuz; kapandı kapanacak. Gerisin geri bırakıyorum içine. Emziğini arayan bebek misali huzursuzum. Otobüs beklerken sıkıntıdan elim yine çantama gidiyor. Sigara paketini arıyorum hızlı hızlı. Nihayet buluyorum. Çakmak biraz uğraştırıyor beni. Çantanın astarı yırtılmış meğer. Bizim firari de orada oluşan gizli bölmeye sıkışmış. Ağzımı hafiften kıpırdatıp çakmağın yedi ceddini kalaylıyorum. Antidepresanımı dudaklarımın arasına kıstırıp bir elimle sönmesin diye siper yapıyorum, diğer elimle de çakmağı çakıyorum. İçime derin derin çekiyorum tütünün ucu parlayana kadar.
Hava da rüzgârlı. Sigaramı söndürmese bari! Nisanın ortasına geldik, daha yağmur gelecek diye bekliyoruz. Anca esiyor tıpkı anam gibi. Ne zoru varsa benimle. Ben biliyorum ama onun aklına kimin girdiğini. Dudu Teyze denen mahallenin ifsattan sorumlu organize elebaşısına uyup kendi kriterlerince evde kalmışlığımı diline doluyor. Halbuki otuza bile girmedim, daha iki senem var. Neyin acelesi bu anlamıyorum. Ardımdan süvari alayı mı kovalıyor? Organize sanayi durağında epey bekledikten sonra gelen soluk kırmızı renkli otobüs, sevinç nişanesi oluyor yüzümde. Farlarından birisi soluk yanıyor. Bana ne canım, diyorum. Bir an önce evime varayım yeter ki. Yaklaşınca bakıyorum ki içerisi balık istifi.
Konservenin boş bir yerini ararken şoförün, “Arkaya ilerleyelim,” komutuyla insan selinde kayboluyorum ortalara doğru. "Yer mi var da ilerleyecekler," diye söyleniyor sonradan binmemizden hoşnutsuz orta yaşlarda gösteren pitbul suratlı, gıdısı yerçekimine yenik düşmüş bir kadın. Ters ters bakmak istiyorum suratına, "Biz de bayılmıyoruz sizinle komposto gibi kaynaşmaktan," imasında bulunmak için. Kafasını üfleyerek başka tarafa çevirince hamlem boşa çıkıyor. Otobüsün içi tütün kolonyasını andıran ucuz parfüm, tütün, ter, soğan kokuyor. Öğürmeme ramak kalmışken tüm mide sıvılarım adeta vakumla geri çekiliyor. Dikkatimi o pis kokudan uzak tutmaya çalışıyorum. Sağa sola bakınıyorum.
Karşıma şimdi de yengeç suratlı, sarı bıyıklı biri geçmiş, dik dik bana bakıyor. Görmezden geliyorum ilkin. Arsız gözleri durmuyor. Matkap gibi üzerimde... Kan beynime sıçrıyor. Otobüsten atma planları yapıyorum. Haince kahkahalar atıyorum içimden, belli etmemek için hayli çabalıyorum. Renk veriyor da olabilirim. Bir şey mi diyor o sarı bıyık? Dudakları kıpır kıpır. Kimse rahatsız olmuyor mu onun bu garip tavrından, diye etrafa göz gezdiriyorum. Kim kime dum duma... Herkes kendi dalgasında. Otobüs dura kalka ilerliyor.
Bugün vaktin benimle ne derdi var anlamıyorum, geçmek bilmiyor. Otobüsün kalabalığı, suyu görmüş pamuk şekeri gibi yavaş yavaş eriyor. Nihayet benim durağa geldik. Arkama bakıyorum, sarı bıyık da inmiş, Nuri Alço misali pis pis sırıtıyor. Evi öğrenmesin diye başka sokağa sapıyorum. Kaldırımlar kalabalık. Çaktırmadan yine arkamı gözlüyorum. Kör olası hâlâ peşimde. Elim ayağım titriyor, sinirlerim boşalıyor. İçimde tüm Dudu teyzelerin manifestoları yankılanıyor. Sarı bıyığa ben mi dedim sanki gel takıl peşime diye. İzimi kaybettirmek için yol kenarındaki bir süpermarkete dalıyorum. İçerisi tıklım tıklım... Kendime poşetlerini taşımak için hamle yaptığım tonton bir teyzeyi siper yapıyorum. "Yok olmaz kızım," dese de ısrarla evinin bulunduğu yere kadar taşıyorum. Arkamdaki sarı gölgeden kurtulmayı başarıyorum. Şişmiş tabanlarımla ceylan gibi seke seke eve varmayı başarıyorum.
Annem oturmuş her zamanki koltuğuna. Almış eline kumandayı, kanalları karıştırıyor. Sanırım televizyon onun öz evladı. Zira sataşmadığı zamanlarda beni pek gözü görmüyor. Yarım ağız, "Hoş geldin," dedikten sonra, "mutfakta sarma var, açsan git ye," diyor. Otobüsten beri yaşadığım korkudan haberi yok tabii. Üfleye püfleye içeri geçiyorum. Kafamın içi "piston aşağı" diyen şoförün sebep olduğu curcuna gibi. Yorgunum ayrıca. O da ne? İçerideki peşimde dolanan sarı bıyık değil mi? Pişmiş kelle gibi sırıtıyor. Annem görmedi mi hiç? Odama kadar nasıl girebildi? Benden ne istiyor? Zihnimde deli sorular. Çığlık çığlığa salona, annemin yanına koşuyorum. Dünya yansa umurunda değil kadının. Elinde kumanda, "Ne oldu Gülfidan? Neden bağırdın öyle?" diyor. Dilim kabız sanki. Cümleler bir anda çıkmıyor. "O… orada, içeride."
"Kim içeride, ne diyorsun kızım sen?"
"Gel anne, gel de kendi gözlerinle gör," diye çekiştiriyorum annemi odama doğru. Elindeki kumanda düşüyor.
"Bak, karşıda!"
"Kim orada Gülfidan? Neyi kastediyorsun? Kafayı mı yedin çocuğum?"
"Ama nasıl olur? Oradaydı."
Annem söylene söylene salona geçiyor. Ben de peşinden gidiyorum. Yerdeki kumandayı almış, çoktan haber bültenine gömmüş kafasını, endişem umurunda değil. Sitem etmeye hazırlanacağım sırada gözlerim televizyona çakılıp kalıyor. Ekranda sarı bıyığın fotoğrafı. İki gündür kayıpmış. Son görüldüğü yer Organize Sanayi durağıymış. Otuz yaşlarında, bir yetmiş beş boylarındaymış.
İşe bak sen! Bir de kayıp ilanı verdirtmiş ardından. Ama bir yanlışlık var. Son görüldüğü yer benim odam. Polisi aramak asıl şimdi şart oldu. Telefonum neredeydi? Kahretsin, kapanmış tabii bunca zaman çantanın içinde. Annemse kaykılmış koltuğunda, reklamları izliyor. Gel de sinirlenme!
Elmas Tunç
Comments