top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Emirhan Mutlu- Müzakere

Ver yetkiyi, gör etkiyi!

-Bir muhtar adayının afişinden

 

İki gündür süren müzakerelerde hâlâ bir sonuca varılamamıştı. Söz alan her hatip ateşli bir konuşma yaparak kendi fikrinin neden en doğrusu olduğunu anlatıyor ve aynı fikri savunanlar tarafından şiddetle destekleniyordu. Bu durum her iki grup için de aynıydı. Herkes kesin bir zafer için mücadele ediyor, karşıt grubun savunduğu fikri bertaraf etmek adına olanca gayretini gösteriyordu. Bu iki günlük süreçte çok fazla fikir beyan etmeyen bir kadın, elini kaldırarak söz istedi. Kendisine söz verildiğinde önce bir yutkundu, sonra kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

“Bu müzakere karşılıklı bir tartışma haline dönmüş ve bir kısır döngüye girmiştir. Her iki tarafın da karşıt görüşe ikna olması bu saatten sonra mümkün değildir. O yüzden başından beri her iki grubun da ortaya sürdüğü fikirlerden feragat etmesini ve tarafların yeni bir fikir üzerinde uzlaşmak için müzakere etmesini öneriyorum!”

Bu cümleler iki günlük müzakere sürecinde atılmış olan ilk uzlaşmacı adımdı. Ancak konuşmacının beklediği rağbeti görmedi. Her iki tarafın da itiraz ettiği bu öneri, sonunda yuhalanarak rafa kaldırıldı.

Teklifin sahibi yenidoğanın halasıydı. Zeynel Abidin kliğinin bir mensubu olarak başladığı müzakere sürecinin vardığı noktadan rahatsız olduğu için uzlaşma talep etmiş, ama beklediğini bulamamıştı. Savunduğu fikre ihanet ettiği için kendi kliğinden tepki görmüştü. Fikrini ortaya atmadan önce beklediği bir durumdu zaten bu. Ama beklemediği durum, karşı klikten hiç kimsenin bu fikre destek çıkmamasıydı. Onun hayali, uzlaşmacı bir fikirle ortaya çıkıp her iki klik içindeki uzlaşmacıları bir araya toplayarak üçüncü bir klik oluşturmak ve müzakerelerde bu şekilde söz sahibi olmaktı. Zira kendi kliğini yalnızca aralarındaki kan bağından ötürü savunmak durumunda kalmıştı. Normalde her iki fikre de uzaktı. Üçüncü bir yolun muhakkak var olması gerektiğini düşünerek adımını atmış, ancak bu girişim tabanda karşılık bulamamıştı. Müzakere aynı iki klik arasında tüm şiddetiyle sürerken hâlâ, böylece denklemin dışında kalmıştı.

Başından beri sürecin dışına itilmiş olan bir diğer kişi, yenidoğanın annesiydi. Çocuğun cinsiyetinin öğrenilmesiyle birlikte süreçte hiç söz sahibi olamayacağı hissettirilmişti kendisine. Bir erkek çocuk dünyaya getirecekti ve kocası bunu duyar duymaz her erkeğin hayalini süsleyen o sihirli cümleyi kurmuştu. “Babamın adını veririz he, çok iyi olur.” Aslında çok da iyi olmazdı. Babasının adı Zeynel Abidin’di çünkü. Yeni doğmuş Zeynel Abidin mi olurdu? İnsan evladına mı seslenecek, yoksa üç nesil önce ölmüş dedesinden mi bahsedecek bilemezdi. Yine de ses etmedi. Kocası henüz on yaşındayken babasını kaybetmiş, yetim büyümüştü. İlk evladı erkek olunca da içindeki baba hasretini onun ismiyle dindirmek istemişti. Anne böyle düşünüyordu. Yüzünde gülümseme, içinde buruklukla “Olur, güzel olur” dedi. İşte Zeynel Abidin kliğinin temelleri bu şekilde atıldı.

Dokuz ayı aşkın bir süreç boyunca Zeynel Abidin kliği rakipsizdi. Şimdiden herkes doğmamış çocuktan Zeynel Abidin diye bahsediyordu. Üstelik hiç kimse bu iki isimden yalnız birini kullanmıyor, herkes üstüne basa basa Zeynel Abidin diyordu. Bu açıdan dünyanın en net Zeynel Abidin’i olacaktı. Tabi ki bu isme muhalif gruplar da söz konusuydu. Özellikle annenin tarafı ilk duyduğunda şiddetle karşı çıksa da anne inisiyatif alarak koyulacak ismin arkasında durmuş, sebebini anlatmış ve ikinci çocuğu da düşündüklerini, o zaman kendi istedikleri ismi koyabileceklerini söyleyerek geleceğe dair bir plan da sunmuştu. Muhalif grup bu şekilde susturulmuş ve ileriye dönük hazırlıklar yapmaya koyulmuştu.

Ne olduysa çocuğun dünyaya geldiği gün, daha doğrusu gece olmuştu. Bir akşamüstü sancıları artan anne apar topar hastaneye yetiştirilmiş, geceleyin de doğum yapmıştı. Nur topu gibi, gayet sağlıklı bir bebek dünyaya gelmişti. Hastanenin koridorlarında yaşanan sevinç görülmeye değerdi. Alelacele hastaneye koşturan ailelerin giydikleri kıyafetleri görenler, onları bir dergahtan gelmiş zannediyordu. İşte ikinci klik tam da buradan filizlendi.

Bebek, Mevlid Kandili’nde dünyaya gelmişti. Her iki aile de Müslüman olduğundan geceyi evlerinde ibadetle geçireceklerdi. Aldıkları haber sonucu üstlerini değişmeye dahi fırsat bulamadan hastaneye koşmuşlardı. Erkeklerin kıyafeti yine normaldi, ancak kadınlar geniş namaz etekleri ve üstlerine bir nebze bol gelen hırkalarla gelmek durumunda kalmışlardı. Ayrı ayrı giyildiğinde oversize modasına uyum sağlayan bu kıyafetler birlikte giyildiğinde dini bir hava veriyordu. Öyleydi de nitekim. O kıyafetlerle gece hastanede geçirildi, ertesi günün öğle saatlerine doğru bebeğin hayatına başlayacağı eve gelindi.

Müzakere sürecini başlatan ilk kurşun tam olarak burada atıldı. Babaannenin yenidoğana “Zeynel Abidin’im” diye hitap etmesi üzerine dededen, yani annenin babasından itiraz geldi. Dedeye göre bu çocuğun Mevlid gecesi dünyaya gelmesi bir mucize, ilahi bir mesajdı. Onların görevi de bu ilahi çağrıya uyup bebeğe Mevlüt adını vermekti. Allah’ın bebeğin dünyaya gelmesi için bu geceyi seçmesinin hikmetine dönük bir şükür olacaktı bu aynı zamanda. Yenidoğanın amcasından bu öneriye şiddetli bir itiraz geldi.

“Amca biz de Müslümanız yani, ama bir kere Zeynel Abidin dendi. Rahmetli babamın hatırasına da mı saygınız yok!”

“Ulan senin rahmetli babanın hatırası Allah’ın hikmetinden daha mı mühim, o nasıl söz?”

“Yalnız benim babam da Müslümandı!”

“Eee, ben Müslüman değil mi dedim?”

“Yok yani yanlış anlaşılma olmasın da!”

Neyin tartışıldığı anlaşılamayan bu diyalog daha da hararetlenmeden baba araya girdi, tarafları sakinleştirmeye çalıştı. Karısının yeni doğum yaptığını, dolayısıyla dinlenmeye ihtiyacı olduğunu ve bu şekilde yüksek sesle tartışmanın onu rahatsız edebileceğini söyledi. Ancak tarafların yatışmaya niyeti yoktu. İki gün boyunca aynı argümanların farklı kişiler tarafından farklı şekillerde dillendirilmesiyle tartışma yürüdü. Baba da bu tartışmaların şiddet eylemlerine dönüşmemesi için moderatörlüğü üstlenmek zorunda kaldı. Söz isteyenlere söz veriyor, süresini aşanları uyarıyor, laf kesmeye dönük çabaları yahut karşılıklı laf dalaşlarını engellemeye çalışıyordu. Defalarca kez oturuma beş dakikalık ara vermek zorunda kaldı.

Halanın uzlaşmaya dönük adımının boşa gitmesi, anne ve babayı giderek endişelendirmeye başlamıştı. Tartışmalardan bir sonuç çıkacağa benzemiyordu. İki günü bu tartışmalarla geçirdikleri için geriye yirmi sekiz günleri kalmıştı. Bu süre içerisinde çocuğa isim bulup nüfusa kaydettirememeleri halinde otuz beş liralık para cezasına çarptırılacaklardı. Elbette otuz beş lira bir şey değildi ama bu cezayı almış olmanın insanda uyandıracağı salaklık hissi paha biçilemezdi. Ömür boyu evlatlarına baktıkları zaman ödemiş oldukları otuz beş liralık cezayı hatırlayacak olmak ne kadar büyük bir azap olurdu onlar için. O yüzden bir şekilde bu tartışmayı sonuca bağlamaları şarttı.

Cevapsız kalan ilk uzlaşma çağrısı Mevlüt kliğinde bir kişinin benzer bir düşünceye kapılmasını tetiklemişti. Bu kişi yenidoğanın dayısıydı. Birçok dayı gibi bu dayı da bu yaşına gelinceye kadar kendini dayılığa hazırlamış, ailenin hayırsız evladı olabilmek için elinden geleni yapmıştı. İki ablası da ailesine yük olmadan bir şekilde hayatlarını yoluna koymuşken kendisi anne babasını borca sokmaktan bir dakika bile geri kalmamıştı. Ancak evin tek erkek çocuğu olmanın kendisine sağladığı sonsuz kredi, hayattaki her adımını anlamsız bir özgüvenle atmasına neden olmuştu. Burada da benzer bir özgüvenle süreci takip ediyordu. Halanın uzlaşma çağrısının ardından aklına gelen fikrin her iki tarafı da tatmin edeceğinden emin bir şekilde elini kaldırdı, söz istedi. Baba sözü kendisine verdiğinde, şimdiden sorunu çözmüş olmaktan emin olmanın verdiği mağrur bir ifadeyle konuşmasına başladı.

“İki gündür aynı lafları dinliyoruz iki taraftan da. Bu işin böyle çözüleceği yok. İki tarafın da gönlü olacak şekilde Zeynel Mevlüt koyalım çocuğun ism…”

Cümlesini tamamlayamadan kafasının arka kısmına bir tokat indi. Dayı ilk anda bu tokadın karşı klikten biri tarafından atıldığını düşündü, ama arkasını döndüğünde öfkeli gözlerle kendisine bakan babasını gördü.

“Senden mantıklı bir laf çıkacağını bekleyende zaten kabahat. Otur yerine geri zekalı!”

Dayı yerine otururken çaresiz gözlerle karşı kliğe bakıyor, teklifine destek bekliyordu. Ancak Zeynel Abidin kliğinin bu konudaki tavrı netti. “Zeynel olacaksa Abidin de olacak” diye bastırıyorlardı. İlk uzlaşma çabasının bedeli yuhalanmak olmuştu. İkincisinde ise uzlaşma teklifini sunan kişi şiddete maruz kalmıştı. Tarafların işi şiddete vardırmaktan kaçınmayacağını göstermesi, uzlaşmacıları iyice sindirmişti.

Bu kısır döngüden bir çıkış görünmüyordu. İş iyice uzamış, sinirler gerilmiş, dişler bilenmişti. Anne halsiz, yenidoğan isimsizdi. Böyle gitmezdi. Moderatör baba her iki kliğin temsilcilerine söz vermeye devam ediyor, ancak aynı argümanlardan başka bir şey duyamıyordu. En sonunda kendisi inisiyatif almaya karar verdi.

“Arkadaşlar, arkadaşlar! Sessiz olalım lütfen. Müsaadeniz varsa şimdi ben bir şeyler söylemek istiyorum”

(Her iki sıradan “Müsaade senin” sesleri)

Teşekkür ederim. İki gündür burada aynı konuyu tartışıyoruz. Henüz çözüme yaklaşamadık bile. Sizlerin de yorgunluğu gözlerinden okunuyor. Her iki taraf da iyi niyetiyle, tamamen yenidoğanın iyiliği için konuşsa da bu kadar uzun süreli bir tartışmada haliyle sinirler de gerildi. Defalarca kez beşer dakikalık aralar verdik, birkaç kez de on beşer dakikalık aralar kullandık, yine de tartışmanın seyri değişmedi. O halde bu tartışmayı sürdürmenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Zamanında Zeynel Abidin önerisi ortaya ben atmış olmama rağmen müzakereler süresince tarafsızlığımı korudum. Şahit misiniz, buna itirazı olan var mı?

(Her iki sıradan “Şahidiz” sesleri)

Teşekkür ederim. O halde, şimdi sizlerden sorunun çözümü için inisiyatif istiyorum. Eğer her iki taraf da razıysa, şimdi çıkıp Nüfus Müdürlüğüne giderek bebeğimizin ismini yazdıracağım. Her iki tarafı da memnun edecek bir çözüm bulmak için gayret göstereceğim. Döndüğümde sonuç ne olursa olsun, itiraz etmeden evlerinize döneceksiniz. Şimdi, bu teklifi oylamaya sunuyorum. Kabul edenler? Etmeyenler? Oy birliğiyle kabul edilmiştir.

Babanın son karar mercii olmasında oy birliğiyle uzlaşılmasının ardından baba moderatör koltuğundan kalktı. Karısının bulunduğu odaya girdi, yarım dakika kadar bir süre orada kaldı ve ardından odadan çıktı. Gerekli evrakların bulunduğu dosyayla birlikte evden çıkan babanın ardından eve derin bir sessizlik hâkim oldu. İki gündür sözlerin hiç bitmediği bu evde, şimdi sessiz bir bekleyiş başlamıştı. Kimi halının desenlerine, kimi perdenin işlemelerine bakıyordu. Kadınlardan bazıları sağın solun tozunu alıyordu. Zaman geçtikçe heyecan da artıyordu, heyecan arttıkça bekleyiş de zorlaşıyordu.

Yaklaşık iki saat sonra kapıdan anahtar sesi geldi. Mama vermesi için sahibini bekleyen kediler gibi ayaklandılar sesi duyar duymaz. Ancak kimse kapıya yönelmedi, herkes bulunduğu pozisyonu korudu. Baba kapıyı açtı, ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Montunu portmantoya astı. Müzakerecilerin bulunduğu odaya girdi. Cebinden kimliği çıkardı, herkesin görebileceği bir mesafeye gelip gösterdi. Kimlikte Zeynelabidin Mevlüt yazıyordu. İki kliğin mensupları da önce kimliğe, sonra birbirlerine baktılar. Kimse ses çıkarmadı. Herkes çıkmak için kapıya yönelirken, baba da karısının yanına girdi. Ayakkabılarını giyerken konuşuyorlardı. Dede yüksek sesle, “Senin yapacağın işin, bulacağın çözümün içine sıçayım,” dedi. Teyzenin fırlama çocuğunun, “You had one job be enişte, you had one job,” dediği duyuldu, ardından kapı kapandı.

Anne ve baba odada sinirden kahkahalar atarken, Zeynelabidin Mevlüt uyanmış ağlıyordu.

Emirhan Mutlu

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page