— Hayatımda bu kadar dik apartman merdiveni görmedim, Everest’e çıkıyoruz sanki. Çıkar şu anahtarları Fikret!
— Ben de neden çatı katında ve asansörsüz bir binada ev tuttuğumuzu anlamıyorum.
— Onu çömeze soracaksın. Evde eşya bile yoktu. Bir aydır soluduğumuz rutubet de cabası.
— Kapıyı kapatma, büfeye gitti, gelir şimdi.
— Isınamadım o çömeze.
— Bütün ayak işlerini ona yaptırdık, şikâyet etme.
— Ne yaptı ki? Eşyasız ev tuttu, gittik spotçudan yer yataklarıyla masa, sandalye aldık. Arabayı kullandı, kırmızı ışıkta geçti. Ya o parlak saçları… Dikkat çekmek için her şeyi yaptı zibidi.
— Arabayı da kiralamış.
— Ne? Kiralamış mı? Kimliğini de bıraksaydı! Ben ondan çalıntı araba istedim.
— Sahte kimlik kullandım, dedi.
— Oğlum Fikret, manyak mısınız siz? O parlak kafasıyla her yere kamera kaydı bıraktı bulanık beyinli.
— Tamam sus, ayak sesleri geliyor apartmandan, duymasın, afili bir şey zaten.
— Duyarsa duysun, çok da şeyimdeydi. Haspam!
— Ayakkabılarını çıkarmana gerek yok artık, evdeki son günümüz zaten. Oturup konuşmamız gerek.
— Cigara versene. Bu kadar mı kaldı? Bu gece yetmez bu bize.
— Gencal’a, karşıdaki büfeden şarap almasını söyledim.
— Tamam işte, niye cigara söylemedin?
— Aklıma gelmedi. Sinirlerim bozuk, alkole gitti aklım.
— Kimin sinirleri bozuk değil ki? Ne bok yedik lan biz? Sadece şarap mı içeceğiz?
— Tek derdimiz şarap mı Ecevit? Koçu’nun torununu soyduk. Aklımız neredeydi? Kasadaki parayı görünce gözümüz mü döndü? Paraların üzerindeki bantları üçümüz birden nasıl görmeyiz?
— Oldu bir kere Fikret. Bu gece bir karar alıp onu uygulayacağız. Ya herrü ya merrü… Kapıyı nasıl çarptığını duyuyor musun? Bana yapıyor bu afra tafraları.
— Çocuğun üstüne çok gitme. Gencal! Gencal şarap buldun mu?
— Buldum Fikret abi, ama senin istediğin marka değil. Yanına da fıstık aldım.
— Bardakları çıkarsana Ecevit.
— Hemen kuruldunuz masaya beyimiz!
— Başka yer mi var?
— Abi şarap bu, bak. Büfeci, ben de içiyorum, dedi; çok methetti. Işıkları neden yakmadınız abi?
— Karşıdaki evin ışığı yetiyor.
— Harbiden, buradan bir atlasam kocakarının balkonundayım. Gencal bardaklar nerede?
— Ağzında cigara varken konuşma her yere kül dökülüyor.
— Ayakkabıyla dolaş diyorsun, kül mü sorun oldu? Gencal bardaklar nerede diyorum?
— Abi bu sabah en son çay içtik, bitti. Ben size sordum, nasıl olsa gidiyoruz, dediniz.
— Çocuk doğru söylüyor, şişeden içeriz. Oturun hadi, bu gece karar vermemiz lazım.
— Abi ben odaya geçiyorum, yatacağım. Siz ne derseniz ben tamamım.
— Canın mı sıkkın senin?
— Yok abi, hadi iyi geceler.
***
— Var bu çömezde bir şey. Kokusu sonradan çıkmasın. Sürekli telefon açıyor bir yerlere.
— Manitasını arıyor. Aklı memlekette.
— Manitası mı varmış bizim çömezin? Bana hiç bahsetmedi.
— Çocuğu dinlemiyorsun ki.
— Fıstıkları koyacak kap da yok. Her neyse, evet, ne düşünüyorsun Fiko? Üç eşit parçaya mı bölüyoruz, yoksa çömeze düşük yüzde mi?
— Ne diyorsun sen Ecevit? Koçu’nun torununu soyduk, diyorum. Uyan artık şu rüyadan. Meksika sınırını geçince işlerin hallolduğu bir ülkede yaşamıyoruz. Yaşatmazlar oğlum bizi.
— Sen neden bıyıklarını kestin Fiko? Millet tanınmamak için bıyık takar, sen kesiyorsun. Hem kafada saç yok hem bıyık yok. Odayı sen aydınlatıyorsun var ya.
— Yaptık bir hata işte, hem konuyu bulandırma. Sen kendi sakallarına bak önce, hangi tarikata üye oldun?
— Şimdi moda bu oğlum. Modaya uyarsan dikkat çekmezsin. Geçenlerde bir öyküde okudum, ne diyordu, ha: “Eğer herkes gibiysem, aslında hiç kimseyimdir.”
— Sen öykü mü okuyorsun?
— Evet, beğenemedin mi?
— Yok, ilginç geldi. Çömez de şiir yazıyormuş.
— Hadi ya. İyiymiş, çömeze bak sen. Romantik, âşık, hırsız ve de şair. Uzatsana şişeyi, tadına bakalım.
— Ben parayı geri vermekten yanayım Ecevit.
— Tamam, yarın telefon açıp iban numarası isterim, eft yaparız. Ne biçim şarap lan bu?
— Ekşitme yüzünü ninemin dişsiz ağzı gibi, fıstık at hemen ağzına. Dalgayı da bırak, ben çok ciddiyim. Ver şişeyi, ben de bakayım. Bildiğin şarap işte, ne bekliyordun?
— Çömez ne diyor bu konuda?
— Lafını etmedi. Biz ne dersek o, duydun. Dur, gidip konuşayım, vardır elbet bir düşüncesi.
— İyi madem.
— Şarabı fondipleme sakın.
— İşine bak sen.
***
— Gencal, uyuyor musun evlat?
— Yok abi, uzandım öyle, kulaklarım çınlıyor.
— Heyecandandır, az buz şey yaşamadık. Moralin bozuk senin. Kız meselesi mi? Konuşsana oğlum, bizden sır çıkmaz. Sen Ecevit abine bakma, onun da ağzı sıkıdır. Ser verir, sır vermez.
— Babası sorun çıkartıyor.
— Ne gibi?
— Paracı herif. İşsiz güçsüz adama kız vermem, demiş.
— Bu paraya ihtiyacın var yani.
— Evet abi. Bana düşenle memlekette iş kuracağım, sonra da isteyeceğim kızı, başkasıyla baş göz etmelerinden korkuyorum. İçim içime sığmıyor. Bu işe de bu yüzden girdim zaten. Bir daha tövbe. Bana göre değil Fikret abi.
— Sahte kimliği nasıl buldun?
— Amcaoğlu bilir bu işleri, ben anlamam.
— Her neyse… Yani sen şimdi paradan yanasın.
— Sen ne düşünüyorsun Abi? Ecevit abi ne diyor?
— Koçu’nun torununu soyduk Gencal. Boyumuzdan büyük işe kalkıştık. Bilsem o depo onların, baştan kalkışmazdım. Ben parayı geri vermekten yanayım. Ecevit parayı istiyor. Yaşatmaz bunlar bizi. Pencereyi açsana biraz, oda çok havasız. Gecenin bir vakti bu ne sıkıntı anlamadım ki?
— Sokaklar köpek dolu.
— Uyutmuyor şerefsizler zaten. Çete kurmuşlar, didişip duruyorlar, meydan onların. Daha çok gençsin evlat, Koçu’yu tanımıyorsun. Torununu bilemem ama Koçu eski topraktır. Bu para onlara koymaz, ama gururunu kırdık, kasasından para yürüttük.
— O zaman parayı versek de garantimiz yok Fikret abi.
— Aynen öyle. Ecevit’i ikna etmek zor olacak. Sen de sabaha kadar kararını ver. Yarın evden çıkacağız. Ondan sonra sen sağ ben selamet. Kimse kimseyi arayıp sormayacak. Anlaşıldı mı?
— Anladım Fikret abi.
— Saçlarını da düzgün bir renge boyat, bu ne oğlum?
— Başlama abi sen de, içimden geldiği gibi.
— İyi, iyi… Cigara içer misin?
— Yok abi, o size anca yeter.
— Sabah beşte dağılıyoruz, saatini kur.
***
— Ecevit neredesin?
— Heladayım, bekle.
— Şarabı yarılamışsın, yuh!
— Hela leş. İnsanlıktan çıktık bu tavan arasında.
— Sen hani şarabı sevmiyordun.
— Şarap sevmiyorum demedim ki, tek başına gitmiyor meret, dedim. Ne diyor çömez?
— Otur karşıma, ayakta dikilip durma. Parayı istiyor. İş kuracakmış. Kız meselesi de var. Ama kafası karışık. Sabaha kadar mühlet verdim. Biz de sabaha kadar orta noktayı bulalım Ecevit.
— Orta nokta yok Fiko. Ben parayı istiyorum, sen benim istediğimi geri vermek istiyorsun. Bunun ortası mortası yok. Sen kendi payını ver çok istiyorsan. Çömezle biz payımızı alalım.
— Dalga mı geçiyorsun? Adamlara, biz sizi soyduk, ben tırstığım için payımı geri getirdim, ama arkadaşlar kendi paylarıyla tüydüler mi, diyeceğim? Onlar da beni bırakıp sizin peşinize mi düşecekler? Sakinleşmemiz lazım.
— Ben sakinim. Sen paniksin.
— Hayır, sen çok rahatsın, ben tedirginim ve mantıklı olmaya çalışıyorum.
— Yaptığımız işin neresinde mantık var da şimdi mantık arıyorsun Fikret. Seni anlamıyorum. Ben bir risk aldım, hayatımı riske ettim; şimdi de karşılığını almak istiyorum.
— Bizi öldürecekler, diyorum. Yerin dibine de girsen bulurlar. Nereye kaçacaksın? Ben yaşamak istiyorum.
— Ben de yaşamak istiyorum, ama yaşamdan anladığımız farklı şeyler demek ki… Zaten öleceğini bile bile yaşıyorsun…
— İkisi aynı şey mi?
— Evet, aynı şey. Öleceğin zamanı biliyor musun? Ecelinin ne olduğunu?
— Yaşamayı seviyorum ve sadece yaşamak istiyorum oğlum, bunda ne var? Ve bu para için değmeyeceğini düşünüyorum.
— Evet ama uğruna öleceğin bir davan yoksa yaşamanın ne anlamı var ki? Yaşamış olmak için yaşamak istemiyorum. Bir kere geliyoruz anasını sattığım dünyasına ve ölene dek tadını çıkarmak istiyorum.
— Benimle devrimci ağzıyla konuşma Ecevit. Devrim yapmadık, depo soyduk; Koçu’nun torununun deposunu…
— Benim hayatımda devrim etkisi yaratacak bir olay, seninki için olmayabilir.
— O zaman…
— O zaman ne Fiko?
— Ver şu şarabı…
Emre Albayrak
Başarılı. Kendinize ait bir sayfanız varsa sosyal medya ve web anlamında paylaşırsanız sevinirim. Takip etmek isterim Emre Bey.
Yüreğine sağlık. Pazar günüme keyif kattı. Kalemin daim olsun. 😊