top of page

Öykü- Emre Hasan Yıldırım- Rüzgârda Savrulanlar

Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyatİshakEdebiyat

Bünyamin: Anneme bin tane kadını feda ederim, anlıyor musun bin tane!

Firdevs Hanım: Senin hiçbir şeyden haberin yok Bünyamin, senin uğruna her şeyini feda ettiğin annen var ya…

Bünyamin: Evet, hadi kullan bakalım o zehirli dilini, ne olmuş anneme?

Firdevs Hanım: Senin o masum sandığın, melek annen...

Bünyamin: Evet ne olmuş ona?

Firdevs Hanım: Senin annen bir lezbiyen Bünyamin!

“Ne?”

Sigarasından bir nefes çekti ve daktilodaki son satırı tekrar okudu. “Bir lezbiyen, yani kadınlara ilgi duyan demek.”

“Ne anlama geldiğini biliyorum bunak herif, sen hiç akıllanmayacak mısın?”

“İzleyici aykırı şeyleri seviyor dememiş miydi Timuçin Bey? Al sana aykırılık işte.”

“Gerçekten bunu mu kastetti sanıyorsun. Hiç izlemiyor musun dizileri?”

“Allah korusun hayatım yeterince zorda zaten.”

“İzlemezsen böyle saçmalarsın işte; hayattan, dünyadan, toplumdan bu denli kopuksun.”

Pencerenin önünde durmuş, dışarıda yağan yağmuru izliyordu.

Osman, kadınının upuzun kızıl saçlarına baktı. Eskisi kadar gür değillerdi, tıpkı kurumaya yüz tutmuş sığ bir nehir gibi omuzlarından beline dökülüyordu. Ama yine de ona yakıştığını düşünüyordu. Çok zayıftı Nilay, sıska denebilecek kadar. Sinirli olduğu zaman sanki daha da zayıf görünürdü. Elinden hiç düşürmediği sigarasından derin bir nefes çekti ve sigara tutan elini Osman’ın daktilosuna doğru salladı.

“Yırt at şunu”

“Tamam.”

“Yaz şimdi, senin annen var ya Bünyamin, Bünyamin ne yahu, Borahan değil miydi başrolün adı?”

Osman kayıtsızca omuz silkti. Ne fark ederdi sanki? Nilay eli çenesinde düşünürken uzaklara daldı.

“Sen var ya sen, Borahan…”

“Evet, hadi gelsin artık,” dedi Osman sabırsızlanarak.

Çok önemli bir şey keşfetmiş gibi zaferle gülümsedi karısı, sanki elektriği ya da kahve makinesini bulmuş gibi.

“Senin annen Borahan, seni başka bir adamdan dünyaya getirdi!”

Kısa bir sessizlik anı oldu. Sonra Osman sakin ve bıkkın bir ses tonuyla, “Piç diyorsun yani. Borahan bir piç,” dedi.

“Kabalık etme, annesinin zamanında başka bir adamla ilişkisi olmuş ve bu yasak aşktan Borahan dünyaya gelmiş.”

Osman anlamaya çalışır gibi karısına dikkatle baktı.

“Yani şimdi Borahan’ın annesi lezbiyen olunca çok, çok şey oluyor...”

 Aradığı kelimeyi bir türlü bulamadı.

“Çok feci oluyor diyelim, orospu olunca seyirci bunu hoş mu karşılıyor yani?”

“Of hayır! Biraz kibar olur musun aklına gelen her şeyi zart diye söylemek zorunda değilsin. Elbetteki hoş karşılamıyor ama ne bileyim işte daha doğal geliyor kulağa.”

Yazar, çalışma masasının yanındaki kütüphanede sıra sıra dizilmiş kitaplara daldı gitti. Birkaç tanesini o yazmıştı. Çok eskiden... Bir tanesini raftan çekti çıkardı: “Büyükler Masalları Daha Çok Severler”

Kapağındaki fotoğrafta altına bebek bezi bağlanmış yetişkinler beşiğe yatırılmıştı. Başlarında beyaz sakallı yaşlı adamlar bir ellerinde biberon, bir ellerindeki kalın ciltli eski kitaplardan bir şeyler okuyorlar, bebekler de mutlu mesut biberonlarını emiyorlardı.

“O zamanlar zart diye düşündüğünü söyleyebiliyordun işte Nilay Hanım! Hatta bu bir meziyetti.”

“İşte bir türlü kabullenemediğin de bu zaten dedi Nilay. O zamanlar şimdi “bir zamanlar oldu. İnsanlar artık sadece duymak istedikleri söylensin istiyorlar. Zaman o kadar hızlı yaşanıyor ki artık kimsenin düşünmeye bile vakti yok.”

“Buzdolabından canının çektiği sandviçi alıp yemek gibi ha aşkım?” diye karşılık verdi sevgili karısının bu sözlerine. Tüm aksiliklerine, huysuzluklarına rağmen seviyordu Nilay’ı. Onun da kendisini sevdiğine emindi. Tüm basiretsizliklerine ve yanlış kararlarına rağmen...

Bir zamanlar fena paralar kazanmadığını düşündü yazarlıktan. Ama sonra “devir değişmiş ve sandviçlerin zamanı gelmişti.

“Bol kaşarlı,” diye kendi kendine söylenerek tekrar koltuğuna oturdu, köhne daktilodan takır tukur sesler yükseldi.  Millet bilgisayar klavyesinde yaz boz yaparken, o eski sevgilisinden bir türlü vazgeçememişti. Bundan çıkan her kelime kanun gibi geliyor bana demişti karısına. Bir yargıcın karar için inen tokmağı gibi. TAK! TAK!

“Evet nerede kalmıştık?”

Firdevs Hanım: Borahan sen yasak bir aşkın çocuğusun. Bunu benden yani müstakbel kayınvalidenden duymak senin için çok zor belki ama...

Telefon zır zır çaldı. Şu sesi çalar saati andıran eski telefonlardan biriydi.

“Abicim ne yapıyorsun şu an?”

“Yazıyorum Timuçin ne yapıyor olabilirim ki?”

Karşıdan bir iç çekme sesi duyuldu.

“Yazıyorsun da abicim, daha tek bir sayfa bile göremedik. Yapımcı iki hafta sonra dizinin pilot bölümünün yayınlanmasını planlıyor. Kanalla anlaşmamız da o şekilde. Akşam bana uğrasanıza Nilay’la.  Yazdıklarını da bırakırsın bir bakarız.”

“Tuvalete gidip bırakmaya benzemez bu işler Timuçin, benim de korumam gereken bir ismim var!”

Karşı tarafta çekingen bir öksürme.

“Şey, abi isim işini de bir konuşmamız lazım.”

“Ya tamam esas oğlanın ismini Bünyamin koymam yanlıştı. Daha sahici gelmişti bana, o yüzden ama hemen değiştiriyorum.”

“Ondan bahsetmiyorum abi. Senin isminde de jenerikte küçük bir değişiklik yapmak istiyor yapımcı.”

Her şeyi bekliyordu ama bunu değil. Bütün vücudunu sanki mengeneyle sıkıştırıyorlarmış gibi bir hisse kapıldı.

“Nasıl yani ulan bu yaştan sonra adımı mı değiştireceğim?”

“Abi çok küçük bir değişiklik sadece, Osman Oynak değil Osman Sabit’in muhteşem eserinden yazacak jenerikte. Oynak, izleyici de kötü bir intiba bırakabilir diyor adamlar.”

“Kötü intiba ha, vay be! Esas o seyirciler ben de öyle bir intiba bırakıyorlar ki! Hepsini... “

“Abi sen de haklısın ama, hepimizin faturalarını o insanlar ödüyor sonuçta.”

Nilay bilgiç bilgiç kafasını sallayarak onayladı bu sözleri.

“Herkes bana karşı, Allah kahretsin karım bile! Neyse Timuçin nasıl istiyorsanız öyle yazın. Ben şimdi daktilomun başına dönüp, biraz etrafa pisleyeceğim.”

“Harikasın abi, gözünü seveyim akşam...”

Telefonu çat diye kapatıp, daktilosunun başına geçti:

Borahan: Bu saçma lafları sırf kızınızdan ayrılayım diye uyduruyorsunuz Firdevs Hanım ama bu kadarı yetti artık. Namusuma kimseyi dil uzattırmam ben. Kızınız Nilsucan’ı bile bir çırpıda siler, ardıma bile bakmadan çeker giderim. Çünkü ben...

Çünkü ben diğer insanların laflarına göre hayatına yön veren kişiliksiz herifin tekiyim! 

Hızlı davranıp eğilmese karısının fırlattığı kitabı kafasına yiyecekti.

Sinirden titriyordu Nilay.

“Sana şaka gibi geliyor değil mi Osman? Ay başı geldiği zaman ev sahibi de bayılacak bu şakalarına senin. Benim akşama kadar canım çıkıyor millete çay kahve servisi yapmaktan. Sırf senin kibirli götünün rahatı kaçmasın diye. Ne olur sanki ha ne olur, biraz ayak uydursan, biz faniler gibi “sıradan” olsan. Ölür müsün ha, ölür müsün?”

Kitabı sanki kutsal bir emanetmiş gibi büyük bir hassasiyetle düştüğü yerden aldı.

“Deliler Bizden Bir Şey Saklıyorlar” Yazan Osman Oynak.

Bunun yüzünden az kalsın gerçekten öleceğini hatırladı. Kitap yayımlandıktan kısa bir süre sonra Sivas’taki şenliklere davet edilmiş ama şiddetli ishal olduğu için katılamamıştı. Her zaman götümüzü kurtarmaya bakarız ya, bazen de götümüz bizi kurtarabiliyordu işte. Arkadaşları onun kadar şanslı değildi ama, “cehennem ateşi” ile yaşarken tanışmışlardı. O tarihten sonra daha da sivrildi dili.

Kanatlarını Kuru Temizlemecide Unutan Melek” “Şeytanı Kim Dolandırdı Fikirler bok gibidir, herkesinki kendine güzel kokar peş peşe geldi. Ama artık Nilay’ın da dediği gibi devir değişmişti.

İnsanlar ‘fazla kurcalamak’ istemiyorlardı artık.

Sonuç: Altmış dört   yaşındaki yazar eskisi, kendisinden yirmi  yaş küçük karısıyla kiralık bir apartman dairesinde oturup, Şimşek Tv için pembe dizi senaryosu yazıyordu. Sevgili karısının gözlerine baktı. O güzelim göl yeşili gözler yaşla dolmuştu. Haklıydı karısı, onun için kendinden çok ödün vermişti. İstese daha genç ve “yazabilen” birini bulması işten bile değildi.

Tekrar daktilosunun başına çöktü.

Borahan: Evet Firdevs hanım çünkü ben zaten çevirdiğiniz bütün dolapların farkındayım. Babamın sizin eski sevgiliniz olduğunu ve sizi terk edip annemle evlendiği için ona düşman olduğunuzu, hepsini biliyorum.”

(Firdevs Hanım acı acı gülümser)

Firdevs Hanım: Her şeyi bildiğini sanıyorsun evladım ama annenin de intikam için benim kocamla birlikte olduğunu ve senin bu yasak aşkın meyvesini olduğunu bilmiyorsun. Kısacası Nilsucan ve siz kardeşsiniz!”

“Rüzgârda Savrulanlar” Birinci bölümün sonu...

Nilay kendini tutamayıp, “İşte bu!” diye bağırdı. Osman’ın omuzları düştü.

“Kendimi orospu gibi hissediyorum.”

“Evet ama sadece benim orospumsun!”

 Şehvetle öptü Osman’ı.


Emre Hasan Yıldırım

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page