top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Erdem Yılmaz- Kimsin Sen?

Konuşmayı sevmem. Dinlemeyi de. İçmeyi severim. Fütursuzca içmeyi. Kavgayı severim. Ona buna sataşmayı. Bağırmayı severim. Sövüp saymayı. Yürümeyi sevmem. Daha çok koşarım. Okumakla falan aram yoktur. Nadiren yazarım ama yazdıklarımı dahi okumam. O denli nefret ederim okumaktan. Uyku özeldir benim için, yaşamla aramdaki bağıntıyı koparır. Uyanmaksa düşmanım sayılabilir. Rüyalara karşı beslediğim duygular epey karmaşık. Rüyadayken severim, değilken sevmem. Geceye hayranlık beslerim. Gündüz, hatalarımı yüzüme vurur. Arabaları sevmem. Otobüsler pis kokar. Motordan korkarım. Bir motorlu gözümün önünde ölmüştü. Soru sormayı sevmem. Özellikle kendime. Çünkü cevabı yoktur hiçbir sorunun. Sokaklar sırdaşımdır. Kaçarım sorulardan. Sokaklara sığınırım. Hele bir soru var ki en çok ondan korkarım. Yakamı bırakmaz. Ne yapar eder tutar kolumdan. Ben sormasam başkası sorar. Bir şekilde çıkar karşıma. Kimsin sen? Sahi, kimim ben?

Lambaların kâh aydınlık kâh loş ışıkları aydınlatıyordu sokağı. Koşacak mecalim kalmamıştı. Dizlerim ağrıyordu. Ciğerlerim suyla dolmuş, kalbim şişip bedenime sığmaz olmuştu sanki. İnce, uzun bir adam gördüm. Kaldırıma oturmuş. Yaşı hayli ilerlemiş. Saçları pamuk tarlasına benziyor. Sakalı yere değiyor neredeyse. Şarap içiyor. Tek başına. Yanına gittim.

“Oturabilir miyim?”

“Otur.” dedi.

“Niye üzgünsün?”

“İçtiğim için.”

“Niye içiyorsun?”

“Üzgün olduğum için. Sen içer misin?”

“Bazen.”

“Neden içersin?”

“Hiç, öylesine…”

“Kederden içme de, neyden içiyorsan iç!”

“Sen kederden mi içiyorsun?”

“Bilmem. Sanırım öyle. Hem, niye içtiğini bilen adam sarhoş olur mu?”

“Sarhoş musun ki?”

“Bilmem. Ayık olup olmadığını bilen sarhoş mu olur?”

Uykum gelince kalktım ihtiyarın yanından. Apartmanın önünde kara kedi uyuyordu. Eve girecek oldum, uyanıp üzerime saldırdı. Tekme savurdum, isabet etmedi. Elimi tırmaladı. Sokmadı beni içeri. Uzaklaştım. Sahile indim. Bir grup genç esrar içiyordu. Onlara baktığımı fark edince bağırıp kovaladılar. Kalabalıklardı. Kaçtım.

Acıkmıştım. Param yoktu. Çorbacıya gittim.

“Param yok,” dedim.

“Olsun,” dedi.

Sağ olsun bir tas çorba koydu önüme. Soğuktu ama. Üşüdüm. Tir tir titredim. İhtiyarı gördüğüm yere gittim. Yoktu ortalıkta. Yolun başından motorlu geliyordu. Az ötemde bir arabayla çarpışıp otuz metre uçtu. Önüme düştü. Her yeri kandı. Gözlerine baktım, kapalıydı. Bileğini tutup işaret ve orta parmağımı üzerinde gezdirdim. Nabız yoktu. Çarpan şoför titreyerek yaklaştı.

“Ölmüş mü?”

“Ölmüş.”

Arabasına binip kaçtı. Polisler gelmeden sıvıştım ben de. Koşmak istedim ama dizlerim ağrıyordu. Kireçlenme var dizlerimde. Attığım her adımda kart, kurt diye ses çıkıyor.

Caddeye çıktım. Bir otobüs durdu önümde. Bu saatte otobüs mü olur, demedim. Bindim. İçerisi pis kokuyordu. Bir adamı gözüm tutmadı. İyice dövüp indirdim araçtan. Koku yetmezmiş gibi her durakta dur, kalk, dur, kalk, midem bulandı. Kusacak gibi oldum. Öğürdüm. Bir kadın:

“İğrenç, ne pis herif!” diye söylendi. Yüzünü ekşitti.

Otobüs hareket halindeyken attım kendimi. Pis düştüm. Kaşım yarıldı. Dudağım patladı. Doktor değilim ama kaburgamdaki birkaç kemiğin kırıldığını yahut çatladığını anladım.

Zar zor ayağa kalkarken ihtiyarı gördüm. Yolun karşısından geliyordu.

“Yollarımız yine kesişti ihtiyar!” diyerek açtım kollarımı. Kaburgamdaki ağrıya rağmen gülümsemeye çalıştım.

Yanından ayrıldığımdan beri durmadan içip kafayı iyicene bulmuş olacak ki gözlerini kısıp uzunca suratıma bön bön baktı.

“Ne saçmalıyorsun lan,” dedi. “Kimsin sen?”


Erdem Yılmaz

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page