top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Erkan Sevindik- Işık Karnavalı

Gürültülü sesiyle, boyaları yer yer dökülmüş, her tarafı, her çukurda dağılacakmış gibi duran eski bir kamyonet arkasındaki uzun yolculuktan sonra annemin köyüne varmıştık. Babam her yaz bizi, tatil başlar başlamaz, buraya getirirdi. Biz derken: Ben ve benden iki yaş büyük abim.

Yaz tatilimizin hemen hemen yarısı burada geçerdi. Köyde anneannem, dedem, dayılarım, teyzelerim yaşardı. Biz de abimle kaldığımız süreyi dolu dolu geçirirdik. Babam bunu her yıl yapardı. Bizim için de artık tatilin başlangıcı demek, köy günlerinin başlangıcı demekti.

Asıl yaşadığımız yer küçük bir kasaba olsa da köydeki diğer çocuklar, hatta yetişkinler arasında tarifi imkânsız bir itibarımız vardı. Bu itibar bir, bilemedin iki hafta sonra kaybolur, yerini sıradanlığa bırakırdı. Artık tüm köy ahalisi bize alışırdı; biz de onlardan biri olurduk, yüzümüz eskirdi yani. Günü gelip de köyden ayrılırken, gidişimiz kimsenin umurunda olmazdı.

Köye geldiğimizin üzerinden bir hafta geçmişti. Biz gene köyün çocuklarıyla oraya koş, buraya atla, ağaçlara tırman, kazları kovala, köpeklerle oyna, buzağıları sev derken o gün de akşamı ettik. Geçmiş tatillerden kalan gözlemlerimle köy çeşmesi hep ilgimi çekmişti. Bu çeşme, gündüz genellikle, üç beş kişinin uğrak yeriyken akşam saatlerinde kalabalıklaşmaya başlardı. Nedense suya da hep köyün genç kızları gelirdi. Renkli renkli köy peştamalları, yazmalar ve tatlı tatlı kahkahalar… Çeşme kısa süreli de olsa bir karnaval yerine dönerdi. Benim asıl ilgimi çekense ortalıkta, o şen köy güzellerinin yüzlerinde dolaşan ışık yansımalarıydı. Bütün bu olanların içinde gözlerim ışıkların nereden geldiğini ararken sağda solda, evlerin bacalarında grup grup oturmuş köyün gençleri dikkatimi çekmişti. Hepsinin elinde küçük birer ayna, güneşi takip ediyorlardı. Çeşme başına kovalarla su almaya gelen karnaval kızlarının da bu durumdan şikayetleri yoktu. Yani herkes halinden memnun gözüküyordu.

Merakımın peşinden gitmek istiyordum. Birkaç ev bacasına çıktım. Yaşça daha büyük abilerimin yanlarına vardım. Ama herkes ellerindeki aynaya yoğunlaşmış, kimse yaşanan durumla ilgili bir açık vermek istemiyor gibiydi. Bu sebeple her bacadan eli boş ayrıldım; yani bu etkinliğin sebebini anlayamadım. Kimse bir şey söylemeye yanaşmayınca ben de cesaret edip evdekilere de soramadım.

Ertesi gün abimle koyunları dayımın evinin hemen arkasındaki ahıra sokar sokmaz, soluğu abimin “nereye” seslenişlerine aldırmadan evin bacasında aldım. Yansıma etkinliği ne zaman başlayacak diye beklemeye başladım. Kimsecikler çeşmeye gelip gitmeyince, sonradan anladım ki daha erkendi. Karnım kurt gibi açtı, mutfağa yöneldim. Yengem, ocakta her günkü gibi acıkmış kalabalık bir grup için akşam yemeği hazırlığındaydı. Dolayısıyla gözü kimseyi görmüyordu. Benden başka kimse de ortalıklarda yoktu. Büyük bir leğenin içinde duran, belki üç belki beş günlük kuru tandır ekmeğinden avuçlarımı dolduracak kadar kopardım. Derdim ışık karnavalı olduğundan kimsecikleri sormak benim de işime gelmiyordu doğrusu. Tüm bunlarla kafamın içinde uğraşırken gözlerim terekteki küçük bir aynaya takıldı. Bu, dayımın tıraş aynasıydı. Yengemin yemek hazırlama yoğunluğundan faydalanarak, aynayı kaptığım gibi koynuma indirdim.

Bacaya nasıl çıktığımı hatırlamıyorum bile. Kendime çeşmeyi gören bir yer buldum ve oraya çöküverdim. Büyük bir heyecanla aynayı koynumdan çıkardım. O an, ayna benim için çok değerliydi. Bir taraftan elimdeki kuru tandırdan zorla da olsa küçük ısırıklar alırken bir taraftan da başladım güneşi takip ederek aynanın yansımasını aramaya. Bir taraftan da çeşmeyi kontrol ediyordum. Bazen genç diyemeyeceğim daha yaşlı kadınlar çeşmede kovalarını doldurup evlerinin yolunu tutuyorlardı. Atına su içirmeye gelenler oldu. Bir ara üç beş köpek, dilleri dışarda, sularını içip uzaklaştılar yalaktan. Sanki herkes birazdan başlayacak ışık karnavalı için ortam hazırlıyordu. Bu arada ben yansımayı bulmuştum. Küçük, yuvarlak, parlak bir ışık huzmesi. Onu istediğim yöne götürebiliyordum. Kontrol bendeydi. Duvarlarda, pencerelerde, ağaçlarda, ot yığınlarında hatta köpeklerin yüzlerinde bile dolaştırıyordum “ışığımı”. Belki de köydeki en mutlu günümü yaşıyordum.

Benim için artık keyifli bir oyuncaktı. “Işığımı”, bazen kaybediyor, telaşlanıyor, yeniden buluyor, seviniyordum. Bir ara yine kayboldu. Elimde ayna, güneşi ararken bir kadının bağırışıyla irkildim. Köyde herkes tanırdı beni. Ne de olsa yazdan yaza misafirdik burada. Yerimiz başkaydı. Sesin geldiği çeşmeye doğru kafamı çevirdim. Kadının, günün yorgunluğu üzerine sinmiş, yüzündeki hafif kırışıklıklardan genç olmadığını, yaşım küçük olsa da anladım. Asıl ne söylediğini anlamaya çalışıyordum. Daha dikkatli bakınca kadının her gün zaman geçirdiğim, arkadaşım Ali’nin annesi olduğunu seçebiliyordum. Hala ne söylediği anlaşılmıyordu. Kulaklarımı iyice kabarttım. Ali’nin annesi, yani o çeşme başında kovaları dolduran kadın bana: “Ne o len Mustafa, sen de bana mı ayna tutuyorsun?”

İşte o an bu ışık karnavalının sebebini anlayıverdim.


Erkan Sevindik

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page