Başka türlü bir hayatı olabilir miydi? Olabilirdi. Başka türlü bir hayatının olması için ne yapması gerekiyordu. Çalışması. Ayakları üzerinde durmalı, kimseye muhtaç olmamalıydı. Sırt çantasını her akşam oturduğu sandalyeye bıraktı. Kendisi de çantası gibi devrilmeliydi bir yere. Teslim etmesi gereken projeler, ders ve çalışma saatleri arasında sıkışıp kalmıştı. Ah kendini bir bıraksa. Bir yığın gibi, içi boş bir çanta gibi devrilse. Dik durmak zorunda kalmak olmasa. Yıpranmış çantaya baktı. Daha güzel bir çantası olabilirdi, gelecek ay belki. Bu ay hiçbir şey alamazdı. Gerçi başka çantaya da kitapları sığmazdı. O, kaplumbağa gibi sırt çantasıyla gezmek zorundaydı. Şık çantalar başka kadınlar içindi.
Sahte gülümsemelere, zoraki ilişkilere katlanamayacağını düşündü. Asansör yerine merdivenle indi. Tam dokuz kat. Yemekhanenin duvarlarına sinmiş yağ kokusu ve çalışmadığından emin olduğu havalandırmanın gürültüsü karşıladı onu. Bir bulantı geldi. Buradaki kimseden bir farkı olmadığını düşündü. Hepsiyle aynı kötü şartların içinde debeleniyordu. Şikâyet etmek bir çözüm değildi, onun bir ayrıcalığı yoktu. İnsanlara baktı, mesai arkadaşlarına, hepsi konuşuyor, sohbet ediyordu. Uzun bir masanın üstüne streç filmlerle sarılmış sandviçlerden bir tane aldı. Her gün sadece bir tane. Günde altı saat telefonla konuşmanın karşılığı bir sandviç. Herkesten uzak bir köşe buldu. Sadece ses çıkararak varlığını sürdüren havalandırma gürültüsü eşliğinde sandviçinden ilk ısırığı aldı, kaşarlı, salamlı. Gözlerini kapadı. Beyaz kumlarla kaplı, mavi bir deniz hayal etti. Tertemiz, plaj havlusunun şezlonga bıraktığını, aheste adımlarla denize yürüdüğünü, suyun önce ayak parmaklarına sonra bileklerine değdiğini. Ağzına sert bir parça gelene kadar hayaline devam etti, salamın bir kısmı kurumuştu. Ağzının tadı kaçtı. Yukarı çıkmaya karar verdi, bu sefer asansörle.
Aldığı eğitimlerin birinde eve her gün farklı yollardan gitmelerini tavsiye etmişlerdi. “Zihniniz monotonluğa alışmasın.” Her gün aynı, eski, körükleri gıcırdayan otobüse biniyor. Büyük bir kampüsün içindeki köhne binasındaki soğuk amfilerde derslere giriyor, sonra koşa koşa aynı servise biniyor, aynı masaya oturuyor, farklı insanlar olsa da aynı konuşmaları yapıyordu. “İyi akşamlar ben Zeynep, size nasıl yardımcı olabilirim?” Bulantısı arttı. Bu gece neler yaşayacağını düşündükçe karnına ağrılar giriyordu. Kendini asla yeterli hissetmiyordu, aldığı eğitimler, onlarca telefon konuşması, hep çömez kalacaktı. Yemekhaneden çıkarken müdürüyle karşılaştı, selamlaştılar. Ondan memnun muydu emin değildi. En son gelen mailin neden büyük harflerle yazıldığını başta anlamamıştı. Hiç susmayan telefonlar, “Size nasıl yardımcı olabilirim?” sesleri eşliğinde, telefonunu molaya alıp tekrar tekrar okumuştu. Yaptığı hatalarla böyle yüzleşmek canını sıkmıştı.
Klavyeye hiç bakmadan şifresini girdi. Her günkü duasını etti, hisse senedi işlemleri dizlerini titretiyordu. Arayan müşteriler, önemli olduklarını biliyorlar, bunu her adımda görmek, göstermek, hissetmek istiyorlardı. En ufak bir hatada aşağılıyorlardı. İlk çağrı kredi kartını kaybeden yaşlı bir adamdandı. Bir an bir şeylerin ters gittiğini anladı, kimlik bilgilerinde yazan yaşın sesi değildi telefondaki. “Lütfen Cemil Bey ile konuşabilir miyim?” Sesi istediğinden daha sert çıkmıştı. Bunu söylerken kendinden nefret ediyordu. Cemil Bey’i görmese de biliyordu bu işleri beceremediğini, oğlundan ya da yeğeninden rica ettiğini. Adamın çaresizliğini biliyordu. Anlamamış gibi yapabilirdi ama ses kayıtlarını dinliyorlardı, daha uyanık olmasını söyleyeceklerdi, işinde yeterince iyi olmadığını. Çağrı merkezinde herkesin işi seslerleydi, bu yüzden en ufak değişimi anlıyorlardı. İyi niyet göstermek bile suç olabilirdi. Dayanamadı telefondaki adamı azarladı. Azarladığına da pişman oldu.
Sıradaki çağrıyı kabul etti. Telefonu açar açmaz küfürlerle karşılaştı. Bankadan öfkesini çıkarmak isteyen biriydi. “Beyefendi böyle konuşmaya devam ederseniz telefonu kapatmak zorunda kalacağım.” Ezberlenmiş sözlerdi bunlar. Sakin kalması gerekiyordu. Telefonu kapatmadan önce en az iki kere uyarmalıydı. Adam küfretmeye devam etti. Adam karşısında gerçek bir insan bulmanın coşkusunu yaşıyordu. Bir katarsisti. Gözyaşlarını tutmaya çalıştı. Mola vermek istedi ama şimdi veremezdi. Onun bile zamanı vardı.
Birkaç çağrı sonra ilk molasını verebilecekti. Sessiz bir yer bulamayacaktı. Sigara içmiyordu. Sığınacak hiçbir yeri yoktu. Kapana sıkışmış küçük bir fare gibi hissediyordu. Tuvalete gitti, yüzüne su çarptı. Evine dönmek istiyordu, sessizliğe. O an evinin de huzurlu olmadığını düşündü. Gidecek hiçbir yeri yoktu. Tek istediği biraz sessizlikti. Kapıyı açtığında kendini Fight Clup’taki ofiste hissetti. Bir an o binanın büyük bir gürültüyle patlamasını diledi. O ise sadece seyredecekti.
Yeni bir çağrı, bir çağrı daha. Bitmek tükenmeyen sesler. Saat ilerledikçe yavaş yavaş çağrılar azaldı. Her gece olduğu gibi. Herkes gevşedi. Gece o saatlerde uyanık olan herkese olduğu gibi garip bir neşe geldi üzerlerine. Sandalyeler masalar arasından dolaşmaya başladı, yemekler söylendi.
Bir çağrı daha geldi. Diğerlerine baktı. Herkes kendi dünyasındaydı, ikinci kez çalmasına izin vermeden açtı telefonu. “İyi akşamlar, ben Zeynep. Size nasıl yardımcı olabilirim?” Genelde insanlar telaşla, sanki telefon bir anda kapanacakmış ve onlar da süresi bitmeden konuşmak zorundaymışlar gibi dert anlatmaya başlarlardı. Klasik müzik çalıyordu, şaşırdı, sonra duru bir ses karşıladı onu.
“İyi akşamlar Zeynep Hanım, hisse senedi alım talimatı verecektim.” Eğitimli olduğu her halinden belli bir kadın sesi. Hepsini bildiği halde sırayla ve sabırla soruları yanıtladı. “Anne kızlık soyadımın beşinci ve sekizinci harfi Adana, ikisi de.” Gecenin vakti böyle bir telefon onu şaşırtmıştı. Kimlik bilgileri lazım oldu. “Sizi biraz bekleteceğim, malum geç oldu. Emin olmadan bir şey söyleyerek sizin de vaktinizi almayayım.” Kadın cüzdanından kimliğini çıkartıyordu, çağrı merkezindekindeki müziği dinliyordu. Chopin miydi, Mozart mıydı? Asla anlayamayacağını düşündü.
“Ne güzel bir parça.”
“Evet, çok güzeldir. Ben de çok severim. Klasik müzikle ilgilenir misiniz?”
“Hayır. Evet. Yani aslında sadece dinlerken etkileniyorum.”
“Bu eser Camille Saint- Saens’in, The Carnival of the Animals, dinleyin. Seversiniz eminim.” Kimlik kartındaki sıra ve seri numarayı söyledi. Arka planda çalan şarkı değişti. Zeynep rakamları girdi.
“Alice Sara Ott’u da dinleyin lütfen.” Zeynep yutkundu. “2017’de Bodrum’a gelmişti. Orada da dinlemiştim. Tanıştık da hatta. The Guardian ondan övgüyle bahseder. Bahsettikleri kadar da vardır.” Telefondaki birkaç isim daha söyledi. Zeynep not alamadı. Soramadı da. Konuşmak istiyordu ve dinlemek. O kadının hayatını öğrenmek istiyordu. Kadın da anlatmak. “Çocukken piyano ve keman dersleri aldım, tabii ders almak yetmiyor. Yetenek de lazım.” Kadının gülümseyerek anlattığını anlıyordu. “Sorsalar, evet keman çalmasını biliyorum derim ama dinlemek daha keyifli.”
“Öyle olmalı.” Bu ilginç diyaloğun nasıl tepki alacağını düşündü. Belki sonraki eğitimlerde müşterilerle sohbet etmeyin başlığı altında dinletilirdi.
İki kadın bir telefonla birbirlerine bağlanmışlardı. Başka türlüsü mümkün değildi. O kadınla hiçbir zaman aynı ortamda olamayacağını düşündü, aynı restorandan yemek yiyemeyeceklerdi, aynı plajdan denize giremeyeceklerdi. Sesin billurluğu aklını başından aldı. Evdeki hoparlörü cızırdıyordu, onu bile değiştiremezdi. Bir an gözünde telefondaki kadının evi canlandı. Kadın boğaz manzaralı ve kuyruklu piyanosu olan bir evde yaşıyordu. Akşam eve geldiğinde, plakların arasından bir tanesini seçmiş plakçalara koymuş, elinde şarap kadehiyle manzarayı izliyordu. Boğazın ışıkları evin içini aydınlatıyordu.
Korktuğu hisse senedi işlemlerinden birini yaptılar. Sabaha satın alma talimatı girdiler. Kadının sesi o kadar huzurluydu ki ona da sirayet etti.
“İşleminizi onaylıyor musunuz?”
“Evet, onaylıyorum.”
“Zeynep Hanım size ve oradaki arkadaşlarınıza iyi çalışmalar diliyorum. İyi geceler.” Kadının nezaketi onu şaşırtmıştı. Beklemediği bir anda merhametle vurulmuştu. Hiçbir zaman öyle bir hayat yaşayamayacağını anladı. Asla o kadın gibi olamayacaktı. Onun gibi sakin ve zarif. Ne kadar çalışırsa çalışsın, ne yaparsa yapsın. Müzik huzur vermişti ama telefonu kapatır kapatmaz kaosa gömülecekti. Onun hayatı buydu.
Telefonu kapadı. Arkadaşları sohbetlerine devam ediyorlardı. Sesler kesilmişti. Tek tük gelen çağrıları paylaşıyorlardı. Kulaklığı çıkardı. Çantasını aldı. Merdivenlerden aşağı indi. Tam dokuz kat.
Esra Karadoğan
Comentarios