Cesibano Di Stefano, Cenova’nın nemli havasına bir türlü alışamamasında yüzyıllarca karasal iklimde yaşamış Macar atalarının payı olduğuna inanmayı seçmiş bir kadındı. Tıklım tıkış binaların şehirden yeşili kovan egemenliği Monza’daki çiftlik evinde büyümüş Cesibano’nun uçarı ruhuna iyi gelmiyordu. Şeffaf parmaklıklarla çevrili olduğu hissinden bir türlü kurtulamıyordu.
Bu kadim şehrin kaldırımları yaz kış köpek sidiği kokardı. Sıcaklık arttığındaysa denizden gelen çürük balık ve şehir ifrazatı gibi tüten esintiler katlanılmazdı. Belki bu koku problemi denizden daha içeride bir muhitte oturularak çözülebilirdi ancak bir terlik firmasında oldukça önemli bir pozisyonda olan kocası Camillo’nun zaman konusundaki hassasiyeti buna engeldi. Üretim binalarına yakın oturmak zorundaydılar ve lanet olası fabrika sahil yolundaydı. Sürekli görmek zorunda olduğu Ligurya Denizi’nin durulmak bilmez dalgaları Cesibano’nun vertigosunu azdırırdı ayrıca. Talihsiz kadın sevgilisi Mericelli’nin fotoğraf stüdyosuna da haftada bir uğramasa nefes alamayacağını, boğulup gideceğini düşünürdü.
Cenova evli çiftler için de uygun bir şehir sayılmazdı Cesibano’nun fikrince. Her sokağı fahişe kaynıyordu. Kocasının aşkından emindi ama şehvet kokan sakıncalı kaldırımların şeytani fısıltılarının kocasına ulaşma ihtimalinden tedirginlik duyuyordu. Camillo’yla beş yıllarını geçirdikleri bu şehrin, bütün sıkıntısının kaynağı olduğu düşüncesini saplantı haline getirmişti. İçini kaplayan bunaltıyla ara sıra ani öfke krizleri geçiriyor, bağırıyor, çağırıyor, cam çerçeve indiriyordu. Peşinden kocasına fazla yüklendiğini düşünüyor, pişmanlık ve ağlama nöbetlerine tutuluyordu. Âşık koca Camillo ise bu anlarda fırtınanın dinmesi için saatlerce karısının başında beklerdi. Elini tutar, şefkatle saçlarını okşardı.
Di Stefano ailesi sürpriz bir gelişmeyle Cenova kabusunu arkasında bıraktı. Uluslararası bir şirket olan Morelli, Camillo’yu Fransa distribütörü olarak Marsilya’ya atadı. Haberi alan Cesibano çılgınlar gibi sevinmiş, adeta bayram etmişti. Camillo da sevgili eşinin oynak duygu durumuna iyi gelebileceğini düşündüğü bu değişiklik için çok mutluydu. Taptaze umutlar, arınmış ruhlarla tatlı bir nisan günü Marsilya’ya taşındılar.
Zayıf Fransızcalarının sorun olduğu söylenemezdi. Taksiye binecekleri, alışveriş yapacakları zaman kazıklanmamak için Fransızcayı düzgün kullanmaya dikkat etmeleri yeterliydi. Diğer zamanlarda ise gevrek gevrek gülerek cümle sonlarını abartılı vurgularla uzatmalarının misafirperver Fransızlar açısından sevimli bile bulunduğunu fark etmişlerdi.
Cesibano yeni muhitine hızla alıştı. Marsilya’daki evini sevmişti. Neredeyse bütün büyük alışveriş mağazaları elinin altındaydı. Sosyal açıdan oldukça canlı bir çevreye dahil olmuşlardı. Tiyatrolar, sinemalar, resim sergileri, müzikaller hayatlarını bir panayıra çevirmişti. Soluklarını kesen bu tempoya ilk zamanlar alışmakta biraz zorluk çektiler. Balolar, operalar ve yat gezilerinin ardı arkası gelmiyordu. Çapkın erkeklerin radarından hiç çıkmayan Cesibano yeni arkadaşlarından herhangi birinin yakışıklı kocasına olan sakıncalı mesafeleri aşıp aşmadığını kontrol etmeyi ihmal etmiyordu. Sülün gibi güzel, sarışın Helin’den ara ara şüphelenmiyor değildi.
Cesibano bir zaman sonra içini ele geçiren o kasvete tekrar teslim oldu. Bahçe partileri, barbeküler, eğlenceler, dinletiler onun için gittikçe artan bir yorgunluğa dönüştü. İlk aylarında bayıldığı arkadaşlıkların içinde beliren yapay motifler, maskelenmiş hırslar, kıskançlıklar çekilmez olmaya başlamıştı. Marsilya anksiyetesine ve vertigosuna harika gelmişti fakat sivrisinek ordularına teslim olmuş şehirde Cesibano sık sık malarya atakları geçiriyordu. Günlerce süren bu dönemlerde halsizlik, kırgınlık ve ateşle yataklara düşüyor, makyaj tazeleyecek mecali bile kalmıyordu. Fransa’daki birinci senelerini tamamladıklarında Marsilya’nın yaldızları çoktan dökülmüş, Cenova’dan bir farkı kalmamıştı.
Cesibano bir süre favori terapi şekli olan alışverişe kaptırdı kendini. Bitmek bilmez mağaza turları kocasının kredi kartlarındaki yüklenmeye itiraz etmesiyle son buldu. Bir müddet de saçının rengiyle, biçimiyle oyalandı ama Camillo’nun şaşkın ve hayranlıktan uyuşmuş sevdalı hâllerinden sonunda gına getirdi.
Kocasının aşktan kör gözlerine güveni çok olmadığından aldığı kıyafetlerin, makyajının ve güzelliğinin daha objektif değerlendirmelere ihtiyacı vardı. Eskiden olsa kadın bedenini ve ruhunu iyi bilen sevgilisi Mericelli’ye giderdi fakat onunla buluşmak hafızasından silmeye uğraştığı Cenova’yı tekrar hatırlamak demekti. Yeni bir değerlendirici odak bulması kaçınılmaz oldu. Mahzun bakışlı, tereyağı suratlı psikoloğu Elroy Berri’nin dinlemeye her zaman hazır, güven veren yaklaşımı Bayan Stefano’nun ilgisini çekmeyi başardı. Buluşmaları hasta hekim ilişkisi çerçevesinde başlar, evli insanlar için uygunsuz şekillerde devam ederdi. İki arkadaşın dertleşmesi, genellikle Bayan Cesibano’nun ağlama nöbetleri ve ardından Elroy’un teselli seanslarıyla son bulurdu.
On yedinci buluşmalarında aralarında şöyle bir diyalog geçti:
"Sevgili Elroy, bazen öyle oluyor ki kendimi Emma Bovary’den farksız hissediyorum. Kalbim pişmanlıkla doluyor, sıvı deterjanla intihar edesim geliyor.’’
"Benim kıymetli Cesibano'm hiç olur mu öyle şey? Madam Bovary kocasından ölümüne nefret ediyordu bir kere. Sense kocana hâlâ âşıksın. Ayrıca o lüks, şatafat ve eğlence peşindeydi. Senin kocan çok ama çok zengin, bense sıradan bir adamım. Bunları düşünmen asla kabul edilemez tatlım. Sen sadece kendini keşfetme sürecinde varoluş sancıları çekiyor ve bunu gidermek için toplum ahlakı tarafından yadırganabilecek bazı cesur yollara sapmaktan çekinmiyorsun, bu kadar. Biz birbirimize âşık değiliz, birbirimize ait de değiliz. Aramızdaki her şey sana bir fayda sağlaması umuduyla yaşandı, hepsi bu.’’
"Ah Elroy, sözlerin nasıl ince ve iç rahatlatıcı. Her zaman öylesine nazik ve içgörü sahibisin ki! Sen konuştukça kuş gibi hafifliyorum. Fakat şu kapıdan çıkıp gittiğimde, kaldırımlar sanki ayağımdan kayıyor. Bütün binalar üstüme çökecek sanıyorum. Eve vardığımda kocamın o sarsılmaz mükemmelliği bir tür işkenceye dönüşüyor. Neler olduğunu anlamıyorum. Gerçekten soruyorum Elroy, benim sorunum ne?’’
Cesibano sorunu üzerinde düşünmeye ve kocasına olan aşkını test etmeye devam etti. Elroy’dan sonra aerobik eğitmeni Bay Mutombo da bu konuda pek yardımcı olmadı. Bu iri yarı siyahinin fazla hassas bir adam olduğu söylenemezdi zaten. Yine de Cesibano’nun ağlama krizleri geldiğinde geniş ve kaslı omuzlarının diğer erkeklerde olmayan bir teskin ediciliği vardı. Cesibano’yu kocaman kolları arasına alarak:
"Hadi üzülme ama, üzülme ama hadi, ama üzülme hadi, üzülme hadi ama, hadi ama üzülme," kombinasyonlarını değiştire değiştire kullanıyor, Cesibano üzerinde son derece rahatlatıcı bir etki sağlıyordu. Salondaki üçüncü ayında kombinasyonların büyüsü de kayboldu. Bir Ganalının kısıtlı Fransızcasıyla bir İtalyan güzeline daha fazla çare olamayacağı belliydi. Mutombo’dan ayrılan Cesibano yine mutsuz, yine mutsuzdu.
Marsilya’daki üçüncü yılları bitmek üzereyken Cesibano bir akşam Camillo’yu yabancı bir kadınla yakaladı. Terzisi Marcel’e abiye ölçüsü vermiş, oradaki işi uzayınca kocasına gideceğini söylediği filmin saatini kaçırmış ve eve dönmeye karar vermişti. Kapıyı kendi anahtarıyla açarak içeri girdiğinde evde bir tuhaflık olduğunu hemen sezdi. Kadın ayakkabısı ve pahalı bir kadın parfümü. Üst kattan gelen caz müziği. Kocasının kadın kahkahasına karışmış kuğurma sesi. Sessizce merdivenlerden çıkarken yabancının Helin olduğunu anladı. Boşuna şüphelenmemişti demek. Cesibano’nun odaya girdiğini gören Helin yıldırım hızıyla evden kaçmış, kocasıysa oturduğu yerde yarı çıplak kalakalmıştı. Kafasını kaldıramıyordu. Yüzü kıpkırmızı, işaret parmaklarını birbirine geçirmiş öylece duruyordu.
Cesibano ayakta bir süre kocası gibi hareketsiz bekledi. Düşünmesi gerekenleri düşünmeye çalışıyor; hislerini, hissetmesi gerekenleri ayrımsamak istiyordu. İçinde öfkeden çok sevinç olmasına ilk başta anlam veremedi. Aldatılan bir kadın için ortalığı dağıtmak, bağırıp çağırmak, tehditler savurup evliliğini bitireceğini haykırmaktan doğal ne olabilirdi? O ise gidip Camillo’nun yanına oturdu. Beraberce düşünmeye devam ettiler.
Cesibano derin iç muhasebesinin sonunda ruhunda olan bitenin şifresini kırmayı başardı. Kocasına o kadar âşık ki, içinde zerre öfke oluşmadan onu affetmişti bile. Aşkının artık şüphe götürmeyen katıksızlığından adeta mest olmuştu. Mükemmel kocasının bir kusuru olduğunu hiç bilmiyor görünmeyi seçmenin kendini harika hissettireceğini keşfetmişti. Onu ancak bir âşığa yaraşır şekilde affedip teselli edilebilecekti.
Ellerini kocasının ellerinin üstüne koydu. Camillo neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Kaçamak bakışlarla karısını yokladı. Gözleri buluştuğunda Cesibano’nun sevgi dolu bakışları karşısında afalladı. Kocasının bir deliye bakar gibi görünen gözlerine aldırmayan Cesibano evlilik hayatı boyunca ilk defa o kadar kalpten, ilk defa o denli âşkla sordu:
“Bugün yemeği dışarıda yiyelim mi sevgilim? Yeni bir balık restoranı açılmış, kalamar çorbası çok iyi diyorlar.”
Fatih Selvi
Comments