Elimin ayasını minibüs camına yapıştırdım. Cam kenarında oturan Pelin’in eliyse benimkine eşlik etmedi. Hatta kafesinden aşmaya çalışan bir makak görmenin ürküntüsü yayıldı yüzüne. Gözleri panikle etrafını yokladı. İleri gittiğimi düşündürttü bana. Onun gibi namuslu bir kıza... Öyle güpegündüz el alemin ortasında... Bozuldum sayılmaz ama canım biraz sıkılmadı değil.
Öncesinde, erkek adamın işidir ilk adımlar, ilk açılımlar, diyordum. Motivasyon kazanlarımı harlıyordum engin kadın bilgimle. Gönül işlerinde doğal eğilimlere fırsat vermek gerekliliğine, sıra dışı, şaşırtıcı hamleler yapılabilmesine inancım vardı. Elimin cama bir kurbağa ayağı gibi yayıldığı ana kadarki hâlimin bilinmesi için ekliyorum bunları. Bu tür bilinç süreçlerinde biçimlendirilerek yapıştırılmıştı o el. İster gülün ister alay edin, işin aslı bu. Sadece bu mesafeli durağanlığa bir minik fiske atmıştım kendimce. Uzun zamandır benden bir hamle bekleniyor sanmıştım.
Ne olacaktı ya, hemen yelkenlerini suya indirip enginlerine mi açılacaktı, diye azarladım kendimi minibüs kalkarken. Askıntısını savsaklamış bir namus abidesi gibi görünüyordu koltuğunda. Gıptalı gözlerin ağları işte. Halbuki orada anlamak lazımmış işi. Nereden bileceksin ki?
Şimdi hafızamı zorlayıp o minibüsteki yolculardan birinin gözüyle kendime baktığımda, yüzümde gördüğüm zoraki gülümsemede alçaltıcı bir hamlık seziyorum. Tamamen masum olup olmamakla ilgisi yok bunun. Bazen bulunmamanız gereken bir yerde kılınızın kıpırdaması bile içinizi acıtır. O acı da size o anda hissedilemeyecek kadar yabancıdır, ancak sonradan işler insana.
İkimiz de muhasebe okuduk. Tanışıklığımız oradan. Okuldayken işler nasıl gelişti tam bilmiyorum ama zamanla birbirimizi gözler olduk. Bir uygunluk söz konusuydu. Çeyrek sevgili, üçte bir sözlü, yarım porsiyon görüşülendik. Bazı dokunaklı mesajlarımı okumuşluğu, bana hediye oyuncak Devrim Arabası almışlığı olmuştur Pelin’in. Yalan yok şimdi elini, belini tuttuğum olmadı. Bir vaadini de işitmedim ama...
Okul iki yılda bitince, ben uzunca süre iş aradım, bir avukatlık şirketinde işe girdim aylar sonra. O hemen bir beyaz eşya mağazasının hesap sorumlusu oldu. Görüşmeye devam ettik. Geldi çaylar, gitti çorbalar. Pastanede, kafede buluşmalar... Kaçamak süzüşmeler, gülüşmeler... Evlilik temalı bir mizansenin işlemsel sorunlarını kademeli olarak aşmaya çalışıyoruz diye düşünüyor, telaş etmiyordum. Kaplanın sahneye çıktığı ana kadarki hikâyemiz böyleydi.
Çalıştığı yere gittim bir gün çat kapı. Çakma sarışın bir kızla gevezelik ediyordu. Beni görünce telaşlandı, beti benzi attı. İçimden, arkadaşlarına henüz benden bahsetmemiştir, diyerek tanış vermedim. Bu dedikodulu ortamlarda görüştüğü birinin olduğunu söylemekten çekinmiştir, dedim. Kadınlar garanti iş sever, dedim. Kesinleşmemiş bir birlikteliği ifşa etmek, bir aksilikte genelde kadına eksi yazar anekdotuyla destekledim savımı. Adaletimi sevdim, sağduyumu, köfteyi hemen çakmamı. İçsel içsel güzelce sarmaladım kendimi, hayırlara yordum olan biteni. İdrakimi kalayladım, keyiflendim. Yanağımı sıkacaktım handiyse. Öyle dolu dolu yaşadım iç huzura ulaşma kademelerini. Kolayca rolüme girdim peşinden. Bir yabancı gibi sorular sormaya başladım diğer kıza. Yok buzdolabı bakıyordum da evlenmek üzereydim de şöyle dayanıklı Alman malı olsa fena olmazdı da. Güzel zırvalıyordum.
Birden omuzlu, göğüslü, civanmert bir adam girdi içeri. Görme kusuru olsa gerekti, hiçbir yere bakmadan Pelin’e doğru ilerledi. Kızın yanaklarını yalarcasına öptüğü anda ben adamın arkasında kalan Pelin’in yüzüne odaklanmıştım. Nevri maviye dönen bu yüz, utanan birininkinden ziyade hilesi açığa çıkmış bir pazarcının eksik gramajı fark eden müşterisine dönük korkulu yüzüydü.
Öpücüklü adam Pelin’in afallamasından işkillenip etrafı süzmeye başladı. O alevli bakışlarıyla beni keşfetti. Gözleri avı paylaşıma kapalı bir savaşçı kaplanın yırtıcılığıyla parlıyordu. Pelin’in yakınlarından birine yakalanmış sulu damat utancıyla, olası bir başka flörtten kıskançlıkla kudurmaya ve hesap sormaya hazırlık arasında gelgit yaşıyordu. Adamdan ürktüm diyemem fakat derhal anladım ki Pelin onun hakkıydı. Bu hayatta ne istediğini iyi bileceksin, tuttuğunu hakkın saydıysan da söküp alacaksın. Pelin’i söküp alacak kudretin adamın zerrelerinden taştığını anlamamak ahmaklıktı. Pelin’in ona ve bana bakışları mı bana böyle düşündürttü emin değilim.
O esnada, ‘’Hoş geldiniz Kaplan Bey,’’ diyerek kırıttı tezgâhtar kız. -Dünya küçük Aslı, bak sen şu işe. Ahaihikikukiki öyle Kaplan Bey, Nasılsınız, asıl siz kasıldınız, iyilik boşluk, demek sen de buradasın? Adamın kuyumcu dükkânında bir aralar çalışıyormuş da pek iyi ayrılmışlar.- Bilezikler ağladı sen gidince, Ahaihikikukiki, Ne içersiniz? Aa olur mu? Hemen söylüyorum, geliyor çaylar, kahveler, gülücükler, öpücükler...
Adamın durumumu anlamaması için buzdolabı merakımı zirveye çıkararak kapakları açıp kapıyor, olası sebze kıtlığında içine balkabağı sığabilecek bir dolap bulmak için ölçümler yapıyordum. Tabii orada adamın fark etmemesi için yırtındığım asıl şey -benim de yeni öğrendiğim-, bir yedek olduğum gerçeğiydi. Bunu fark ettiğinde yüzünde muhtemelen göreceğim önce muzaffer, sonra acıyan ifadeden kaçıyordum. Hemen akabinde Pelin’in beni titizlikle betonlayacağı o an gelecekti. Öldürücü son darbe olarak bir yedek, belki bir hayalet olduğum ilan edilecekti.
Korkulan olmadı. Bana ilgisini kaybeden Kaplan, Pelin’in pelüş saçlarıyla oynamaya başladı. Yabancılardan çekindi utangaç maralım, diye düşünüp rahatladı sanırım. Yeterince ikna edici davrandığıma emin olarak, kahve höpürdetme faslı başlamadan müsaade istedim. Diğer mağazaları da gezme bahanesiyle hızla oradan ayrıldım.
O gün bugündür görmedim Pelin’i. Has erkeğiyle evlenip kımıl kımıl iki erkek kaplan doğurmuş diyorlar. Şimdiden birkaç gelin adayı belirleyip riskler gereği yedeklerini bile bulmuştur diye tahmin ediyorum. Bense içine balkabağı yerleştirebileceğim kafama göre bir buzdolabı bulmaya çalışıyorum hâlâ.
Fatih Selvi
Comments