İshakEdebiyat
Öykü- Fatma Yavuz- Sürpriz
Yeni taşındığım otuz yıllık bu yaşlı binanın eskiyip dökülmüş merdivenlerinden indiğin anda inanılmaz bir karmaşanın içinde buluyorsun kendini. Büyük bir hızla soldan sağa sağdan sola koşturan kamyonların, şehir içi dolmuşların, otobüslerin telaşından dalga dalga yükselen gürültünün altında eziliyor yaşama sevincin. O, masmavi, ışıl ışıl, anlayışlı bir sevgili misali sana yumuşacık bakan denizle arana bir duvar gibi dikiliyor anayol sesleri.
Kapıyı çarpıp çıktığımda, "Cehenneme kadar yolun var!" diye haykırmıştı peder arkamdan. Şu vaziyetimi görse o bildik zafer tebessümü birden yeşeriverir dudaklarında, biliyorum. Bir insanın haklı olma sevinci, evlat sevgisinden ağır basabiliyor. İnanılır gibi değil! "Ben de mi böyle bir baba olacağım?" diye düşündüm, onun o haykırışının ardından. Anında, en az ondan nefret ettiğim kadar nefret ettim kendimden. Ona benzememek uğruna, soyumun kurumasını da aile kurma saadetinden mahrum kalmayı da göze alabilirim gibi geldi. Gerçi hangi evlat sevgisinden bahsediyorsam?
Gözümü Serçe’nin mesajıyla açtım yine bu sabah. Kesin ağlayarak yazdı. Kurduğu cümlelerin sağlamlığından ruh halini tespit edebiliyorum artık. E sekiz yılın adı var. Babam beni sokağa atmakla tehdit ediyor, yazmış. Devrildi devrilecek türde bir cümle. Hemen ardında da Serçe’nin kırlangıç ötüşü hıçkırıkları gizli. Ayyaş yerine babam kelimesini kullandığına göre tehdidi ciddiye almış olmalı, diye düşündüm tabii. Ah, tutup elinden, çekip alamadım ki yanıma sevdiceğimi. Ne yazacağımı bilemedim önce. Sonra da dedim ki: "Topla pılını pırtını bana geliyorsun!" Ama onun o keçi inadı, hammaddesi mantık olan taş gibi kelimeleri, kafamı gözümü yardı. Baba konusundaki talihsizliğimizi, hayatı ip üzerindeki bir cambaz kaygısıyla sürdürme çabamızı düşündüğümde ne kadar çok benzediğimizi hatırladım yine. "Topla pılını pırtını bana geliyorsun!" Cümledeki kararlılığa ve özgüvene bakar mısın? Kız kalkıp gelse mesela bana, daire diye kakaladıkları bu deliğe sığabilir miyiz acaba, diye düşündüm hemen sonrasında. Neyse ki mantıklı biri de hem durumu hem gururumu kurtarabiliyorum sayesinde. Yağmasam da gürlüyorum arada böyle.
Buraya geldiğim günden beri kapı kapı dolaşıp iş arıyorum. Çoktan bulduğumu sandığım bir iş için gelmiştim ama hayatımdaki en trajik ve aptalca dolandırılma hikâyesini bu kriz döneminde yaşayacağımı nereden bileyim? Sosyal medya üzerinden tanıştığım birine nasıl oldu da o kadar güvenebildim, düşündükçe katlanarak artıyor hayretim. Hiç benlik değil çünkü böyle şeyler. Esasında temkinli biriyimdir. Ama denge mi bıraktı evdeki anlık muharebeler? Yaptığım ve yapabileceğim hiçbir şeye şaşırmamalıyım aslında. Yine de kim ne derse desin, o on bini isteyince adam, uyanmalıydım diye düşünüyorum. Basiretin bağlanması dedikleri bu olsa gerek. Neyse artık, olan oldu bir kere.
Israrla aramamın neticesinde bir iş bulabildim nihayet. Oldukça işlek, şık bir kafede garsonum artık. Memleketin öbür ucuna ne halt etmeye gittin, diyen pedere verecek bir cevabım oldu en azından. Dolandırılma hikâyesini kimsenin bilmesi gerekmiyor sonuçta. Sabah sekiz akşam dokuz mesai saatini ve haftada bir gün, büyük bir lütufta bulunuyorlarmış edasıyla verdikleri tatili çok fazla kafama takmazsam eğer mutlu bile olabilirim burada. Biraz toparlayınca kendimi, güzel bir ev bulur taşınırım belki. Sonra da derim ki Serçe'ye: "Hadi evlenelim!" Neden olmasın?
Bu aralar kafam yerinde değil. Aşırı yorgunluktan mıdır yoksa stresten midir bilmiyorum, sokakta beni dolandıran adamı görüyorum iki seferdir. Galiba bilinçaltım aşamadı bu şekilde aşağılanmayı. İkincisinde koşup yakalayayım şunu ensesinden dedim ama kalabalıkta birden yok oldu. Tek tuhaflık bu da değil. Peder aradı geçen akşam. Tarihte bir ilk. Beni merak etmişmiş. Hayat sürprizlerle dolu gerçekten! Yahu sen beni, çocuk yaşımda iki gün boyunca kaybolup sokaklarda kaldığımda bile merak edip aramamış insansın. Bu bahanenin nesine inanayım? İçimde garip bir şüphe uyandı. O aradığından beri tedirginim. İşin tuhafı Serçe'nin sesinin soluğunun kesilmesi de aynı döneme denk geldi. Arıyorum açmıyor. Yazıyorum görmüyor. Hayırdır inşallah deyip bekliyorum ama nereye kadar bakalım? İnsan gergin ve tedirgin olunca zaman bir girdap gibi kuşatıyor çevresini. Dönüp duran, insanı hiçbir yere ulaştırmayan bir hareket biçimine dönüşüyor. Bu daha da katlıyor insanın sıkıntısını.
Çalışmaya başlayalı bir aya yakın bir zaman geçti. Bu süre içerisinde iki sefer aradı peder bey. Ona bir büroda çalıştığımı söyledim. Neden böyle bir şey yaptığımı ben de bilmiyorum ama bizim peder gibi insanlar, dürüstlüğü hak etmiyorlar bence. Sesinden anladığım kadarıyla benim ayrılmam da çözüm olmamış evdeki kavgalara. Bir ara dön diye yalvaracak sandım ama neyse ki o, borç istemekle yetindi. Hoşuma gitmedi desem yalan olur. Şimdi daha net görüyorum kapıyı çekip çıkmamın ne kadar doğru bir karar olduğunu. Her şey tamam da Serçe'ye ne oldu anlamadım. Biraz daha ses çıkmazsa eğer kapısına gidip göreceğim onu. Başka yolu yok.
O yol bitmek bilmedi. Dört saat boyunca neler kurdum kafamda neler? En büyük korkum da bıraktığım adreste bulamamaktı onu. Otobüsten indiğimde bedenim tıka basa doldurulmuş büyük boy bir valiz gibiydi. Hayli zorlandım sağa sola taşımakta ama neyse ki açık havada yürüdükçe açıldım biraz. Hafifledim. Serçe'ye neler söyleyeceğimi toparlamaya çalıştım kafamda fakat düşüncelerim camdan misketler gibi. Toparladığım an dağılıyorlar. En son, onu görünce olduğu gibi davranmaya karar verip kapattım konuyu. Çünkü bilmediğim bir sebepten bana kızgın olduğunu düşündüm nedense hep. Anayoldan patikaya sapıp evinin bulunduğu o yokuşu tırmanırken hayli de heyecanlandım. Ev karşımda belirir belirmez sevdiceğimi pencerede görmek içimi sevinçle ve umutla doldurdu. Bu kadarı bile hayata neşeyle bakmama yeterdi doğrusu. Ama o kısacık görüntüde garip bir telaş hissettim. Hızla çekilip pencereden, arkasındaki gri karanlıkta kayboldu Serçe. Fakat evdeydi işte. Gerisi bir şekilde hallolur diye düşündüm. Ben evinin önünde aldığımda soluğu, o da kapıda belirdi. Üzerinde ince, kahverengi, penye bir elbise; ayağında lacivert terlikler ve tam bel hizasında biten küçük triko bir hırka. Kararsızca bana doğru yürürken yüzüme yayılan tebessüme engel olamadım. Ama onun yüzünde gülümsemeden eser yoktu. Yine de hayra yordum durumu. Galiba, dedim, yorgun.
Serçe yaklaştıkça yüzündeki ciddiyet anlamsız bir mahcubiyete dönüştü. Görsel olarak okuduğum her şeyi boş verip sıcacık bir ‘merhaba’ dedim. Gözleri benden uzakta, hırkasının önünü kapatıp kollarını bağladı. Onun merhabası bir yabancınınkinden halliceydi ama olsun. Anlarız nasılsa diye geçirdim içimden. Nasılsın, diye devam etmek istedim ama sevdiceğimin içindeki sabırsız çocuk fırlayıverdi iki dudağının arasından.
“Buraya kadar gelmene gerek var mıydı gerçekten,” dedi.
“Yok muydu?” diye karşılık verdim.
“Yoktu tabii…”
“Ulaşamıyorum ama sana. Ne yapmalıydım?”
“Dönecektim ben sana. Biraz meşgulüm bu aralar.”
“Nasıl bir meşguliyet haftalarca sürer Serçe? Bilemedim doğrusu,” dedim.
“Sana tek tek işlerimi mi izah edeyim,” diye tersledi beni. Başka bir mevzuu vardı ama neydi? Ne yapsam da söyletsem diye düşünürken telefonum çaldı. Hastaneden arıyorlarmış. “Babanız burada. Bir an önce gelseniz iyi olur!” dediler. İlk anda biri şaka yapıyor sandım. Kısa süreli bir duraksamanın ardından kararsız bir ‘tamam’ çıktı ağzımdan. Serçe meraklı gözlerle beni süzüyordu. Anlayamadığım bir telaşla “Gidiyor musun?" dedi. "Babam iyi değilmiş," dedim. O anda bana anlatmak istediği şeyler olduğu izlenimine kapıldım. Konu her neyse, bir çırpıda söyleyiverseydi keşke ama hiç onun tarzı değildi böyle şeyler. "Benim hastaneye geçmem gerekiyor. Yine uğrarım sana," deyip ayrıldım yanından.
Hastaneye vardığımda babamın durumunun ciddi olduğunu öğrendim. Adamın biriyle ölümüne kavga etmiş. Pederin bir de silahı olduğunu öğrendim böylece. Diğer adamın durumu da ciddiymiş. Öyle dedi hemşire. Ben olaya şaşırırken kalp ritmimi değiştiren bir şey daha çarptı gözüme. Serçe büyük bir telaşla girdi hastanenin kapısından. Karşıladığımda onu, benim hemen ardımdan, onu da aynı hastaneden aradıklarını öğrendim. Onun da bir türlü tanışmayı beceremediğim babası kaza geçirmiş ve iyi değilmiş. İşin tuhaf yanı bir hastane yatağında tanıdığım müstakbel kayınpederimin beni dolandıran ve babamla kavga eden kişinin ta kendisi olmasıydı. Bizim pederin bu adamla ne işinin olduğu düşüncesi kemirirken zihnimi her ikisinin de ruhunu teslim etmesi tam bir sürpriz oldu doğrusu. Ben meğer nasıl bir kuşatılmışlık içinde yaşıyormuşum, dedim.
İkisinin eceli Serçe’yle ikimize açılan birer özgürlük penceresi oldu. Serçe’nin sus pus halleriyse babasıyla babamın bana kurduğu kumpası öğrenip bunu bana nasıl açıklayacağını bilmemesinden kaynaklıymış. Cenazede hafif nemli gözlerle konuşup açıklığa kavuşturduk bütün konuları. Sahi bir cenazeden ne kadar zaman sonra düğün yapmak ayıp karşılanmaz acaba? Merak ettim şimdi.
Fatma Yavuz