Anne ve kız sessizliği paylaştılar. Leyla’nın sarı saçları, pırıl pırıl, derin yeşil gözleri vardı. Gece yatağına yatıp gözlerini tavana diktiğinde denizin uğultusunu duyardı çoğu zaman. Denizin çırpıntısında, başının üzerinden çığlıklarla geçerdi kuşlar. Gözlerinin rengini koyu yeşil yosunlardan aldığını söylemişti annesi. O gün bugündür tuz, yosun kokardı bedeni. Bu koku bir hayalin içine çekerdi onu. Ilık mavi suların içinde yeşil bir fidan tazeliğinde balık olmak gibi çoşkulu bir hayale.
Bir eli çenesinde, iri gözleri ile derin derin düşünen kadının, soğumuş çay bardağının yanına uzanmıştı diğer eli. Öylece durup duruyordu. Sırtına aldığı ince beyaz hırkası ile yıllar öncesinde çekilmiş solgun bir fotoğraf gibiydi masada. Konuşmadığı pek çok söz, çaresizlikten umuda doğru, tozlu topraklı yollarda yaptıkları yolculukların derinliklerini susuyordu.
Herkes kendi gökyüzünü yaratırdı. Kuş büyüdükçe büyümüş, yerine sığamaz olmuştu, biliyordu. Şimdi Leyla’nın değil, kendi yüreği ürkek bir güvercininki gibi titriyordu. Leyla’nın yüzüne ise uçuk pembe bir gülüş yayılmıştı. Öyle bir duruşu vardı ki kanatları bile cıvıldayan bir kuştu şimdi kızı. Hem uçuyor hem ötüyordu. Pencereden denizin mavisinin dolduğu, dünyanın bir ucundaki otel odasında soğumuş çayını içerken kızını; kızı ise yarınki şampiyonayı düşünüyordu. İkisi için de saatler geçmek bilmiyordu.
Sırtüstü, kurbağalama, kelebek, serbest veya role stillerinde kırk beş ülkeden dört yüz sporcu yarışıyordu. Leyla ise kadınlar elli metre serbest stil finalindeydi. Serbest yüzme, en hızlı yüzme çeşidiydi. Yüksek hareket gerektiren bu stilde hareket gücünün desteklenmesi bacak vuruşlarına bağlıydı. Güçlü bacak vuruşları ile sudan daha hızlı ilerlemek mümkündü. Suya karşı uyguladığı kuvvet ve direnç, Leyla’nın azminin bir sonucuydu. İnsan vücudunun ne denli zorlanabileceği ve buna bağlı ne denli gelişebileceğini gösteriyordu izleyicilere.
Dört numaralı kulvarda suyun direncini aşmak için tüm kaslarını çalıştırırken, bedenin altındaki ıslak gücü tüm kuvveti ile itiyordu. Herkes nefesini tutmuş onu izliyordu. Suyun yüzeyinde ilerlemeye çalışırken tıpkı bir balık gibi başını ve göğsünü suya batırıyordu. Sürekli tekrar ettiği antrenmanlarda suyu hissetmeyi öğrenmişti. Kasları dalgalar halinde kasılıp gevşerken suyun akışını yönetme yeteneği kazanmıştı. Kimine göre bedeni mükemmel olmayabilirdi, ama suyun üzerindeki Leyla mükemmel bir iş çıkarıyordu. Sınırlarını zorlarken içindeki gücü yeniden keşfediyordu.
Havuz, güneşin bir bulutun ardında saklanması gibi bir aydınlanıp bir karardı. Başını tekrar suya batırdığında dalga yemekten yorgun köpükleri gördü. O köpükler çocukluğuna köprü olup renk renk balıklarla dolu akvaryumun önüne attılar Leyla’yı. Koyu yeşil yosun lekeleri ile kaplı büyükçe bir akvaryum. Suyun yüzeyine çıkabilen, dalabilen ve sağa sola devrilmeden suda durabilen balıklar geçti gözünün önünden. Kıvrımlı hareketleri kuyruklarında son bulan balıklar. Peşlerine takıldı Leyla. Tıpkı bir balık gibi suyun akışına bıraktı kendini. Bitiş çizgisine vardığında bütün kameralar onu çekiyor, salon ismi ile yankılanıyordu. Gözü annesini aradı kalabalığın içinde. Umut ederek özgürleşmeyi ondan öğrenmişti. Oradaydı, tam karşısında yeni doğmuş bir yıldızın parıltısıyla ona bakıyordu. Gökyüzünü gösterdi ve gülümsedi annesine. Leyla, Paralimpik Dünya Serisinde madalyayı boynuna takarken gökyüzündeki bir kuş özgürce süzüldü üstlerinde.
***
“Sen de çok güzelsin,” dedi annesi küçük kızının saçlarını okşayarak. Küçük kızın kalbinde biriken ne varsa buğulu, hüzünlü, kırgın yeşil gözlerinin arasından usul usul süzüldü. Sıcak bir öğleden sonra rüzgârı esti. Mısır püskülü gibi saçları yüzüne düştü. Annesi yumuşak bir dokunuşla kızının saçlarını geriye aldı. Elindeki masal kitabını okumaya devam etti.
“Vazgeçmemiş. Bu küçük güzel balık uzak yerlerin doyumsuz heyecanını aramak istiyormuş. Masmavi ve göz alabildiğine büyükmüş okyanus. Parlak yollar göz kırpmış minik balığa. Bir ahtapot gibi kolları yokmuş ama kendine inanmayı öğrendiği için her şeyin üstesinden gelebiliyormuş.”
“Büyüyünce kollarım çıkacak mı anne?”
“Hayır, çıkmayacak güzel kızım. Her şeyi ayaklarınla yapacaksın. Hem de öyle güzel yapacaksın ki herkes sana hayran olacak.”
“Kolların nerede diye soruyor herkes bana. Kollarım olmadan ben de her şeyi yapabilecek miyim anne?”
“Yapacaksın tabii. İnsanlar öyle bildiğimiz gibi başarılılar ve başarısızlar diye ikiye ayrılmaz. Başarmak isteyenler ve başaramayacağına inananlar vardır. Kolların olmayabilir, ama kanatların senin ruhunda saklı. Sen kendi gökyüzünü yaratacaksın. Ben de bu eşsiz uçuşun en büyük şahidi olacağım.”
Annesinin sihirli sözcükleri el ele tutuşup Leyla’nın kalbinden içeri sızdılar. Gülümsedi Leyla.
“Ah kızım, güzel kızım. Bu gülüşü duymayı ne çok seviyorum.”
“Peki bir balık gibi yüzebilecek miyim anne?”
***
Sessizce dışarı çıktığında evde herkes uyuyordu. Sabahın bu saatlerini hiç kaçırmazdı. İçinde yüzdüğü denizin ışıltısı gözlerini kamaştırdı. Fırtına uzun boylu, lacivert bir kılığa bürünmüş, kocaman gök gürültüleri çıkarıyordu ağzından. Köpüren dalgaların gücü ile çözülen saçları dağıldı. Suya dalıp geriye attı onları. Yüzüne vuran dalgaların serinliğinde başını göğe kaldırdı. Bir martı gökyüzünde durup ona baktı. Doruklarda süzülen bir kuşa sevdalıydı Leyla. Hepi topu bir buçuk metre boyunda, kırk üç kilo ağırlığında bir bedende kocaman bir yüreği büyütmeyi bilmişti. Kolları ile değil, yüreği ile sarıldı hayata. Kanatları ise ruhunda.
Kommentare