Camgüzeli, ıtır çiçeği, civanperçemi, fulya… Bu yazlıkçı sitenin sokak isimleri ne de güzeldi. Her yer çiçekti ve her köşe başına bir çiçek ismi verilmişti. Sokak isimlerinin tamamını zihnine mühürlemek istedi bir an. En sonunda Lavanta Sokak’a gelmişlerdi. İşte, soldan üçüncü sıradaki evin önünde, elinde anahtarla onları bekleyen biri vardı.
Evi gezdikten sonra mutfağı görünce lepiska saçlarını savurarak, heyecanla eşine sarıldı. “Bu ev çok güzel, tam istediğimiz gibi.” dedi.
Önü açık, mavi- yeşil rüzgarlarla akşamsefasının mis kokusu sızlatıyordu mutlu burunlarını. Bir hafta içinde, tüm eşyalar yerini almıştı. Salon, mutfak, misafir odası, eşinin resim atölyesi ve iki ay sonra kucağına alacağı bebeğinin odası, evin en güzel odası olmuştu. Oğlunun odasının önünden her geçişinde kapıyı açıp, hayallerinin bakışını atmadan geçemiyordu bu odaya. Çok iyi biliyordu, ömrünün en mutlu günlerini bu evde geçirecek, neşenin en somut hali, balkonunun aydınlık günlerinde kucaklayacaktı onu. Geriye kendine minderli, kitaplı bir oda yapmak kalmıştı; film izlemeyi çok seviyordu, filmlerini de izleyebileceği bir oda.
Sonra bir gün, yok hayır “bir gün” değildi. Zamanını hatırlamıyordu. Bu zaman, daha uzun olmalıydı. Bir günde yemekleri tatsızlaşamaz, her gün dinlediği müziğin sesi yan odayı bu denli rahatsız edemezdi… Bir zaman sonra, pişirdiği yemeğe eline sağlık diyen olmadı. Hay Allah, aceleyle yapmıştı bugün yemeği, ondandı herhalde. Ertesi gün, eşinin en sevdiği yemekleri yaptı. İçinden makyaj yapıp, kırmızı puantiyeli elbisesini giymek geldi. Giydi de… Ancak o akşam eşinin canı yemek yemek istemedi. Aysel, buna ses etmedi.
Şimdi yukarıdan oğlunun sesi geliyordu. Oyun oynuyor komşunun çocuklarıyla. Ah şu bilgisayar oyunları! Ne çok seviyordu çocuklar bu oyunları böyle? Onca zaman nasıl da geçmişti ciğerinden… Pişirdiği yemeklerin beğenilmediği günden beri, hiç ses etmedi... Eşi de resim atölyesinden hiç çıkmadı. Aysel hep güldü. Saçlarını boyadı, tırnaklarını cilaladı. Kadın günlerine katıldı. Yılların; mutfağından, rengarenk salonundan, evinin duvarlarından geçişini izledi perdelerin arkasından. İnsan gülünce gerçekten mutlu olduğunu sanıyordu. Aysel güldükçe atölyedeki ses onu daha az rahatsız ediyordu çünkü.
Çıkamadı bu sabah çatı katındaki bu küf kokan odadan da. Kuaför randevusu vardı üstelik. Yıllardır aynı kuaföre giderdi. Sevilirdi Aysel. “Ne tatlı kadın, ne güler yüzlü!” diye anılırdı hep. Odaya şöyle bir baktı. Eski bir dolap, dolabın içinde sararmış ve eskimiş; küf kokmuş sayfalarıyla unutulmuş kitapları… Zamanında ne hevesle almıştı onları. Yok canım, dedi içinden. Elbette küf kokacaktı kitapları. Nemli memleketti burası. Yağmuru hiç dinmiyordu ki. Elbette küf kokacaktı. Kararlıydı, bugün o çok istediği odasını düzenleyecekti. Kuaförünü aradı ve randevusunu iptal etti. Kitaplık siparişini vermiş, neredeyse gelirdi. Çatı katındaki bu odayı, adam etmeliydi. Eşinin atölyesiyle karşı karşıya bakıyordu bu oda. Onunla aynı katta olmasalardı çok iyi olacaktı ama… “Neyse artık!” diye düşündü. Sonra birden durdu. Terasa bakan, yuvarlak pencereden dışarıya göz attı. Hay aksi, dedi birden. Bu sene de rahat rahat ağlayabileceği bir oda düzenlemeyi ertelemesi gerekecekti. Bu manzara, eşinin ara sıra birkaç kadeh attığı terasa bakıyordu. Telefonu eline aldı ve kuaförünü aradı.
“Randevumu iptal etmekten vazgeçtim. Birazdan geliyorum.” dedi.
Gülşen Çelik
Teşekkür ederim. 🙂
Günümüz yaşantısını çok güzel ifade etmişsiniz ,başarılar