top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Gülhan Tuba Çelik- Kalbimiz Kırıldı Kalbimiz

Sen geleceksin diye, ben bu pencerenin önünde akşama kadar oturdum lan, diye kendine sarıldı hüngür hüngür ağlarken. Saat gece yarısını geçmişti. Tüm ışıklarını söndürmüştü evin. Hayatında ilk defa dört sigarayı arka arkaya yakmıştı. Yemek masasının sandalyelerinden birinde, açık pencereden karanlığa bakarak ağlıyordu yarım saattir. Sıcacıktı gözyaşları, hınçlıydı, yaralıydı.

Hava da öyle güzeldi ki bugün. İnsanı ılık ılık saran, kuşatan, koynuna alan, dondurma kokulu bir hava. Çöpleri atmak için dışarı çıktığında çok istemişti bu havanın içinde bir yerlerde onunla el ele olmayı. Âşık olduğu adamın nerede olduğunu bilmiyordu. Uğramamıştı kaç gündür. Sınavları, toplantıları, görüşmeleri vardı hep. Bugün pazardı. Biliyordu nasılsa kadının evde olduğunu. Bu güzel güneşin altındaki karanlık evinde kendisini bekleyeceğini tahmin ederdi. Vardı o kadar muhabbet aralarında. Nasıl âşık olduğunu biliyordu nasılsa. Kıyamaması lazımdı. Öğlene kadar bir şekilde geçmişti zaman. Sevdiği adamın uyanıp uyanmadığını kontrol etmişti vatsaptan. Son görülmesi gece saatlerinden sabaha geçtiğinde umutla dolmuştu içi. Umut ne kadar güzel bir şeydi. Göğsünde hiç konuşmadan dakikalarca yatmayı, arada sırada da hep kaçırdığı ela gözlerinin üstünden öpmeyi öyle özlemişti ki. Sevdiğinin kayısılı parfümünün kokusu Nisan ayının ilk dondurmalarının kokusuna karışmıştı açık gökyüzünün altında. Aklından çıkaramıyordu onu. Gelmediğinde, mesaj atmadığında, bir şekilde yanında olmadığında kafasının içinde bir çekiç onun adını vuruyordu beyninin çeperlerine: Gökhan. Gökhan. Gökhan. Gökhan. Gökhan. Gökhan. Gökhan. Gök. Gök. Han. Sonra o ses çoğalıyor, yankılanıyor, dolaşıyordu kafasının içinde. Tırtıklı bir sesti. Kıymıklı. Dolandıkça canını acıtıyordu. Ve buna dayanmak, gün geçtikçe zorlaşıyordu.

Aslında her şey güzel başlamıştı. İlk zamanların ayrı bir tadı olur, keyfini çıkar; demişti yakın arkadaşlarından Karani. İşin içine duygular girince işlerin karışacağını hatırlatmıştı yine de. İnsan her seferinde nasıl kanıyordu aşka. Ve sonra ne çok kanıyordu. Ne çabuk unutuluyordu acılar da yeni bir maceraya çıkılıyordu? Doğum esnasında tövbeler edip yeniden doğurmak gibi. İnsan unutur. Fakat insan hatırlar da. İşyerinde kapının önünde dikilirken önce sesini duymuştu yan taraftan. İnceye yakın ama tok bir ses. Başını çevirince görmüştü Gökhan’ı. Görür görmez beğendiği ilk erkek. Genelde konuştuktan, bir süre konuştuktan sonra beğenirdi erkekleri. Gökhan’da öyle olmamıştı. Kirli sakallarının çok yakıştığı, yumuşak ifadeli ama kendinden emin, sevecen bir yüzü vardı. Elini uzatıp okşayası gelmişti oracıkta. Şef tanıştırmıştı onları, ikisini de birbirine ayrı ayrı överek. Gökhan gittikten sonra şeften dedikoduları almıştı hemen. Hayatında kimse yoktu bildiği kadarıyla, birkaç yıl önce boşanmıştı, çalışkan ve iş bitirici adamdı, iyi bir insandı. Bu sözlerin üstüne hiç düşünmeden ekledi sosyal medya hesaplarından. Takibe takip gecikmedi. Ertesi gün kahve için buluşmuşlardı bile. Seren. Adı üstünde. Sererdi kendini hemen ortaya. Çok hoşlandım senden, dedi; görür görmez beğendim. Gökhan’ı da onun deliliği çekmişti biraz. Neden olmasın, değerlendirelim bakalım, dedi. İlk aylar dondurma kokulu, ılık, insanı sıcacık kuşatan günler gibiydi. Kendini güvenle saran, şeffaf, kocaman bir balonun içinde mutluydu. Ne kıskançlık, ne kuşku, ne değersizlik ulaşabiliyordu oraya.

Bu Nisan günü, gece yarısı, yemek masasının sandalyelerinden birinde beşinci sigarasını yakarak ağlamaya devam etmesinin temelleri ilk buluşmalarında bile vardı aslında. Ama ısrarla görmek istememişti bu işaretleri. Kahvelerini içerken Gökhan’ın telefonunda bir an ekrana bildirim düşmüş, napıyon, diye bir mesaj belirmişti. Bir saniyeden bile kısa zamanda okumuştu Seren mesajı ve kadının adını. Gökhan’a baktı. Eski eşim, dedi Gökhan. Arada haberleşiriz. Tuş kilidine basıp telefonu yeniden masaya değil cebine koydu. O gece ve ertesi sabah mesajlaştılar, ikinci kez buluştular; el yordamıyla, sakince ama çok da uzatmadan birkaç hafta içinde adını koydular. Seren zaman zaman ekranda gördü o ismi. Zaman zaman dışarı çıktı Gökhan, ekranda adını gördüğü kadınla. Kaç yılın hukuku var arada, bağlar kolay kopmuyor; dedi hep. Seren’in kafası karışıktı. Bir yenilgiyi beklemekle aşkının peşinden gitmek konusunda kafası karışık. O kadının olduğu rüyalar gördü sık sık. Rüyalardan birinde sevgilisi ve kadın aynı evde yaşıyordu. Odaları ayrı olsa da birbirine yakındı. Aynı evde yaşadıklarına değil odaların yakın olmasına takılmıştı. Yatmadan önce ona iyi geceler öpücüğü verebilir diye endişelenmişti. Yine bir başka rüyada sevgilisi ile evleniyordu. En mutlu olması gereken günde içinde bir sıkıntı vardı. Sağa sola baktığında o kadının da düğünlerine geldiğini gördü. Bu kadarı gerçekten fazla diye düşündü. Biraz güç bulsa orayı terk edecekti ama yapamadı. El ve ayak bileklerini kıpırdatmasına engel olan koca bir ağırlık vardı kalbinde. Uyandığında düşünüyor, düşünüyor; yine de çıkamıyordu işin içinden. Gökhan iki kişiydi sanki. Anlayamadığı iki adam vardı Gökhan’ın içinde. Hangisinin gerçek olduğundan emin olamıyordu. İki Gökhan da ayrı dünyaların insanıydılar. Bir tanesi Seren’le aşırı ilgili, nazik, sevecen, cömert, duyguluydu. Onu daha çok, en çok, hatta sadece ev içlerinde görüyordu. Diğeri daha başına buyruktu. Kız arkadaşlarıyla geceleri dışarı çıkıyor, onların evlerinde kalıyor, eski karısıyla sosyalleşiyor, narince ellerinden tuttuğu gösterişli kadınlarla flörtleşiyordu. Yine de kendine bir saygısızlık etmediğini, etmeyeceğini düşünüyordu Seren. Durması gereken yeri biliyor gibi görünüyordu. Daha doğrusu kendine ısrarla, yüksek sesle bunları telkin ediyor; eğer kendini tutamayıp yazacaksa arkadaşlarına durumu açıyor ve böylece içini onlara döküp rahatlıyordu. Gökhan fiziksel olarak yanında olmadığında dünyada da yokmuş gibi geliyordu hep. Kafasının içine getiremiyor, çağıramıyordu kendini seven bir Gökhan imgesini. Bölük pörçük hatırladığı bir şey vardı. Bazen rüyalarına da girerdi. Birkaç yaşındaydı, ilk adımlarını atıp ayakta durmaya yeni yeni başlamıştı. Hem gitmek, hem kalmak istiyordu. Hem ayrılmak, hem onaylanmak. Mutlulukla birkaç adım atıp kafasını geriye çevirmişti salonun ortasında. Annesine bakmıştı. Anne ortalıkta yoktu. Annenin onaylayan gözleri yok. Sıcak gülümsemesi yok. Başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Salonun bütün kahverengisi birbirine karışıp çamur olmuş, çamur girdaba dönüşmüştü. Bütün dünyada yapayalnız kalmıştı o an. Kimsesiz. Bacaklarındaki güç çözüldü. Yere düştü. Gökhan’dan üç beş saat haber alamayınca da öyle hissediyordu. Bu duyguyla baş etmesi çok zordu. Yine de direniyordu Seren. Elindeki bu aşkı kaybetmemeye çalışıyordu. Çünkü onunla geçirdiği birkaç saat, önceki birkaç günün bütün acısını siliyordu. Siliyordu silmesine ama çamurların içinden çıkıp gökyüzüne yükselmek her seferinde daha tatsız, gökyüzünden düşüp çamurların içine geri girmek de her seferinde daha acılıydı.

Yemeği de yapayım, çamaşırları da atayım, temizliği de aradan çıkarayım, lavaboyu da fırçalayayım derken akşamı etmişti. Ses seda yoktu hâlâ. Bir bölüm dizi izledi. Downton Abbey. Üçüncü sezon, yedinci bölüm. Yarım kalan kitabını bitirdi. Kazancakis. El Greco’ya Mektuplar. Yirmi üç olmuştu saat. Gökhan’ın son görülmesi yirmi birde kalmış. Yirmi üçtü saat. Gelmesi beklenen birinden artık umut kesilmesi gerekiyordu. Telefonu kapatıp uyumakla telefonu kapatmadan uyumak arasında kararsız kaldı. Belki arardı. Hâlâ aranmak için beklediğini fark edince kendine acıdı. Kendine acıyınca instagramı açıp daha buluştukları ilk gün eski kocasına napıyon yazan kadının adını ve kızlık soyadını arattı. Şaşırdı. Bin kere bakmıştı profiline. Normalde kilitli olan hesabı ilk kez açıktı. Profil resminin kenarında kırmızı bir çember vardı. Sitoriyi açıp açmamak konusunda kararsız kalsa da merakına karşı koyamadı. Sabahtan beri deli gibi nerede olduğunu, gelip gelmeyeceğini merak ettiği sevgilisi oradaydı işte. Gökhan’ın, elinde bir yüzükle diz çöktüğü fotoğrafı şu cümlelerle paylaşmıştı kadın.

Bir kere evet demek yetmedi aşkımıza. İki kere evet.


Gülhan Tuba Çelik

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page