Geçen gün sevdiğim bir arkadaşımla konuşuyordum. Bana, “Neden yazıların hep umutsuz?” diye sordu. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Kendime sordum soruyu. Neden yazıların hep umutsuz? Verebileceğim cevaplar hayatımı ilgilendiren cevaplardı. Evden çıktım ve arkadaşımı aradım.
“Cevap bulamadım.”
Arkadaşım işlerden yoğun halde bana, “Biraz beklesene,” dedi. Rüzgârla dağılan saçlarımı düzelterek arkadaşımı beklemeye başladım. Yorulunca saçlarımı kendi haline bıraktım. Ağzıma giren saçlarımın beni rahatsız etmediğini fark ettim. Gözlerime gelen küçük buklelerimin ise gözlerimin bir kısmını kapattığını fark ettim. Komşularımın o aralıktan bana el salladığını gördüm. Ben de karşılık verdim. Tiz bir ses bana seslendi.
“Eylem! Eylem!”
Etrafımı izlemeye o kadar dalmıştım ki elimde bir telefon olduğunu unutmuştum. Telefonu kulağıma götürdüm.
“Efendim?”
“Neye cevap bulamadın?”
“O gün dediğin şeye yani… Belki bu aralar her şey üst üste geldi. O yüzden sanırım. Umutsuz ve olumsuz olmamın sebebi.”
“Rol yap o zaman.”
“Nasıl yani?”
“Yazar değil misin arkadaş! Rol yap işte. Mutluymuş gibi davran, çiçekler senin için açıyormuş gibi davran, hatta biraz daha çıldır arkadaş, Tanrı ol.”
“Tanrı mı olayım?”
“Evet, Tanrı ol!”
Bir süre daha konuştuktan sonra Tanrı olmaya karar verdim. Tanrı olarak ilk icraatım annemi aramaktı. Ona Tanrı olacağımdan bahsettim. Annem ilk başta kahkahayı bastı. Ama sonradan korktu. Korkmakta o kadar haklıydı ki… Ben bile bir süre sonra bu düşünceden çok korkmaya başladım. Eve döndüm, üzerimdekileri çıkardım ve aynada hiç de pürüzsüz olmayan bedenimi incelemeye başladım. “Benden Tanrı olmaz,” dedim. Sonra kendimi kandırmaya başladım. Neden olmasın? Tanrı bizi kendine bakarak yaratmıştı. Ben de belki öyleyimdir. Hatta belki ben de kusursuz olmayan Tanrıyımdır. Ve Tanrı olarak ikinci icraatım bir banka gidip oturmak olacak. Doğum günümde bana hediye edilen termosa sabahtan kalma bayat çayı doldurdum. Asansörü çağırdım fakat asansörle inmekten vazgeçtim, sonuçta ben Tanrıydım. Ben yorulmazdım. Dememe kalmadan merdivenlerden yuvarlandım. Arada olur böyle şeyler. Sonuçta Tanrı bile halen dünyadaki açlığı bitiremedi. Pantolonumda oluşan yırtığa aldırmadan apartmandan çıktım. Bir saat yürüdüm. Bir ağacın altına yerleştim. Bankın yanında duran kuşlara, “Merhaba,” dedim. “Merhaba ben Tanrı!” Hadi be oradan bakışlarıyla terk ettiler bankı. Çayın tadı berbattı. Ama rol yapmam lazımdı. Hayatımdaki en güzel çayı içiyormuş gibi yaptım. Önümden geçen arabalara, iğrenç egzoz gazına aldırmadan derin bir nefes aldım. Annemin karnından çıktığım anda aldığım ilk nefes kadar güzeldi. Yanımdaki ağaca, “Merhaba,” dedim. Tam Tanrı olduğumu söyleyecektim ki vazgeçtim. Biraz gizli tutmam lazımdı, herkes bilmemeliydi. Fakat buradan geçtiğim de belli olmalıydı. Gerçek Tanrı nasıl peygamberler gönderdiyse benim de varlığımı kanıtlamam lazımdı. Sevgili ağaca çantamdaki bir bez parçasını bağladım. Anneannemin ben ve abime gösterdiği her taşı öpüp başımıza koymamız gibi belki birileri de bu ağacı gelip öper dedim. Ben de muhteşem çayımdan bir yudum alıp sevgili yaşlı ağacı öpüp kalktım banktan. Beni uzaktan izleyen birkaç kadına da selam vermeyi ihmal etmedim tabii ki. İki hafta sonra arkadaşım buluşmak için aradı. Ben de buluşma yerimiz olarak bankın olduğu yeri tarif ettim. Tanrı olarak geçirdiğim ilk günü anlatacaktım ona. “Çaylar benden,” diye de ekledim. Çantama iki plastik bardakla birlikte taptaze çayımdan koydum ve evden çıktım. Banka gidene kadar annemle konuştum. Arkadaşım banktan uzak bir yerde insanları izliyordu. Anneme, “Görüşürüz,” dedim ve telefonu kapattım.
“Ne oluyor burada böyle?”
“Sen tam olarak nerede Tanrı olmuştun?”
“Şu bankın yanındaki ağacın orada.”
Lafımı tamamlamadan insanların ağacın dallarına bez parçaları bağladığını gördüm. Herkes ağacı öpüyor, ona su veriyordu. Bazıları ise mezarlarına götürmek için yaşlı sevgili ağacın kökünden toprak alıyordu. Arkadaşım bana gülerek baktı.
“Merhaba Tanrı.”
“Merhaba…”
Gonca Royem Gündoğan
Comments