top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Hüseyin Kılıç- Havva Durumu

Pazar

Gece, iç. Ev, salon. Televizyon açık. İzleyecek bir şey yok. Mehmet’in kaynanası gelmiş, çıkamadı. Hayri mesai yapıyormuş iki aydır, yatacakmış. Gülsüm’ü Hayri olmadan aramak garip olur diye aramadım. İki gündür evdeyim. Yağmur yağıyor. Babama yağmurda çıkmak istemedim dedim. Bunaldım. Yarın yeni biri başlayacak. İş öğretecekmişim. Bir de bu çıktı. Yazmak iyi gelmiyor ama belki de bu sefer farklı olur. Öyle her gün değil. Ara ara. Aklıma estikçe.


Çarşamba

Gündüz, dış. Otobüs. Yazıyorum. Yazabildiğime göre oturuyorum. Oturabildiğime göre ilk durağa kadar yürümüşüm. Demek ki yine arayacak kimseyi bulamamışım. Kimse de beni aramamış. Otuz beş dakika rahatım. Trafik daha çok olsa işime gelir. Delice. Dışarda mı yemeli yoksa eve mi söylemeli? Yemek yapmayı bilseydim bir saat de öyle geçerdi. Yeni kız başladı geçen gün. Erkek olsaydı ona abilik yapar gibi yemeğe çıkarırdım. Kız yanlış anlar hemen. Adı Havvaaaa. İsmini söylerken A’lar havvaaaada dağılıyor adeta. Güzel kız ama çok konuşuyor.


Cumartesi

Gündüz mü gece mi belli değil, bulutlar işgal kuvvetleri gibi gelmeye devam ediyor, dış, park. Üşüyorum. Evde dursam çıldıracaktım. Çünkü ev geniş, sıcak, düzenli. Bir de boş. Bir de sessiz. Bir de… Bir de… Yeni çamaşır makinesiyle kavga ettim. Çok sessiz diye. Rahmetli ablası öyle miydi hâlbuki? Homur homur da olsa bir şeyler söylerdi. Havanın nasıl olduğuna bakmadan çıktım dışarıya. Havanın. Hava. Havva. Havvaaaaa. Yeni olmasına rağmen bıcır bıcır. Her şeye koşuyor. Beni bile konuşturuyor. Bir tek kusuru var. Arada bilgisayar başında iş yaparken dalıveriyor. Ne dediğimi duymuyor. Bir de bir anda telefonla konuşmak için ortadan kayboluyor. Şey aramış da ondan, açmak zorunda kalmış. İki oldu. Olsun.


Salı

Akşam, iç. Ofis. Düştüğüm hale bak. Ben yaparım girişleri, dedim Havva’ya. Metin Bey şöyle bir baktı bana. Şöyle. Tam şöyle. “Oğlum sen geri zekâlı mısın? Yeni başlayan kıza yaptırsana girişleri,” der gibi. Demedi. Ona göre hava hoş. İşler yapılsın da… Bana göre de hoş. Yani Havva. Hoş. Ömrümde ilk defa birisi bana öyle bakıyor sanırım. Nesini sanırım? Eşşek gibi biliyorum işte bunu. Bana mı bakıyor? Sevda da öyle dedi. Bakıyor dedi. Ben de girişleri ben yaparım dedim. Yapacak bir işim yok zaten de dedim. Pek arkadaşım kalmadı demedim. İçimden geçirdim. Gözlerimden okunur diye gözümü yumdum. Oluyor bazen, bilmiyorum, garip bir tik dedim. Güldü, güzel güldü. Bir saatte bitecek iş iki saat oldu yarılanmadı. Kafam çok dağınık. Dördüncü defa yanlış yazdım adamların vergi numarasını.


Pazartesi

Gece, iç. Ev. Lanet olası federaller. Metin Bey tam çıkacakken çağırdı. Genel merkezden geleceklermiş. Bu yıl bizi seçmiş beyzadeler. Dijitalleşme projesiymiş asıl dertleri. Ne kadar dijitalleşmişiz ona bakacaklarmış. Git güzelce dinlen, dedi beyim. Pek düşer üstüme böyle zor zamanlarda. Bir hafta ev yüzü görmeyecekmişiz. Aktarılmayan ne kadar data varsa tek tek girecekmişiz. Girilmiş olanları da kontrol edecekmişiz. Bizim kaç kişi olduğumuzu söylemedi. Belki de sadece benimdir. Tam da Havva’yla muhabbetin ne güzel olduğunu düşünüyordum çıkmak üzereyken. Bugün amcasının taklidini bir yaptı, altıma yapacaktım gülmekten. Ailevi şeyler sonuçta herkese yapmıyordur herhalde, dedim. Pimpiriklidir Metin, korkar büyükbaşlardan. Şimdi kesin bir hafta yüzünü göremem Havvaaaacığımın.


Perşembe

Herhalde ikindi, dış. Lokanta. Yani restaurant. Res-ta-u-rant. On günde üstümüzden geçti Metin. Daha yazardım da arada Havva var. İyi ki de var. Ne güzel var. Onu da verdi yanımıza. Sevda gitti geldi, bu kızın sende gözü var dedi. Bak bak. Bak bak bak bak. Tavuk gibi gıdaklıyor ama olsun. Havva’nın bana nasıl baktığını gösterdi ya. Gerçekten bakıyor. Muhabbet desen on numara. Fahri katılmıyor Sevda’ya ama o halt etmiş. Kıskanıyor pezevenk. Yarın federallerden alnımızın akıyla sıyrılırsak güzel bir yere yemeğe götürecekmiş Metin Bey bizi. Bugün de erken bıraktı zaten. Kim bilir belki de yemekten sonra…


Cuma

Gece, için içinin içi. Yatak. Tavana bakıyorum öyle. Teftişi kazasız belasız atlattık. Çok dijital görmüşler bizi. Böyle önemli bir geçişi bu kadar kısa sürede başarabildiğimiz için tebrik ettiler. Federaller o kadar kötü insanlar değilmiş meğer. Ama o Havvaaaaa yok mu o Havvaaa! Kalpsiz. Yalancı. Oyunbaz. Düzenbaz. Metin Bey’le konuşurken gördüğümde çok önemsememiştim. Meğer akşamki yemeğe arkadaşını getirse problem olup olmayacağını soruyormuş. Arkadaşını. Erkek arkadaşını. Errrrrkek arkadaşını. Nişanlısını. On gündür görüşememişler de ondanmış. Allah Allah bize ondan bahsetmemiş olamazmış. Neyse işte tanıştıracakmış. Bu Erhan, bunlar da arkadaşlar. Erhan çok komik bir çocukmuş. Havvaaaa’nın bir önceki işyerinde tanışmışlar. Bunlar birlikte çalışıyorlarmış. Bu Erhan geri zekâlı – Havva öyle dedi – buna abayı yakmış. Ama nasıl? Ben yani o yani Havva öyle arada dalar dalar gidermiş. Öyle. Arada. Karşısında savaş olsa, futbol maçı yapılsa fark etmezmiş. Bu Erhan geri zekâlısının masası da tam onun bakış hizasında olunca hepten yanlış anlayıp çıkma teklif etmiş. Öyle eski usul. Bu da başta bir ne oluyoruz ya dese de sonradan neden olmasın sonuçta hoş çocuk demiş kendi kendine. Öyle değil miymiş? Hoş çocuk değil miymiş? Hahaha! On gün görüşemeyince özlemiş o da Metin abiden izin alıp yemeğe çağırmış. Yemek sonuna kadar bunları dinledim. Belki başka şeyler de konuşulmuştur ama kafamda sadece bunlar yankılandı. Yemekten sonra Fahri bıraktı beni eve. Ben arabadan inerken “Şu Erhan geri zekâlı,” dedi, “hoş çocuk değil mi?”


Hüseyin Kılıç

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page