İrice bir karasinek ve oğlu olduğu belli olan daha küçük bir tanesi camın önünde neşeyle kanat çırpıyorlardı. Güneşin insanların içini ısıttığı bu günde camın ait olduğu evdeki bütün pencereler açıktı. Ev ahalisi hafta sonu olmasının getirdiği rahatlıkla aheste aheste ve huzur içinde kahvaltılarını yapıyorlardı.
Küçük karasinek, babasının bahçedeki masanın üstündeki dün akşamdan kalma tatlı kalıntısında oyalanmasını fırsat bilerek evin içine girmeye çalıştıysa da başaramadı ve dengesini kurana değin bir saniye kadar yalpaladı. Ne olduğunu anlamadığı için bir kez daha hamle yapacağı sırada onu gören baba sinek güldü, “Ne uğraşıyorsun öyle, görmüyor musun sinekliği? Gel de karnını doyur!”
Babasının lafı üzerine hemen dönmek yerine bu kez yavaş yavaş yaklaştı babasının sineklik dediği görünmez düşmana. Yaklaştıkça belirginleşen küçük, küçücük kare deliklerden geçemeyeceğini kendi gözleriyle gördükten sonra süklüm püklüm aşağı indi. Babası görmüş geçirmiş olmanın verdiği rahatlıkla yemeye devam ediyordu. Geri dönen oğluna iştahla hüplettiği sütlacı gösterip, “Ye bak, güzel yapmışlar,” dediyse de küçük karasinek oralı olmayıp düşünceli düşünceli, bir oraya, bir buraya süzülmeye devam etti.
Bir süre babasının çevresinde ağır aheste uçtuktan sonra sütlaca özellikle dokunmamaya çalışarak masaya kondu ve “Ona niye sineklik deniyor?” diye sordu. Baba karasinek keyifle yediği sütlaç döküntüsünden ayağını zoraki çıkarıp kafasını kaşımaya başladı. Ne diyeceğine karar verince insanların hesabıyla onlarca yıl yaşamış, görmüş geçirmiş bir edayla acı acı güldü. Biraz da oğlunun saflığından kaygıya düşmüş bir vaziyette, “Elbette bizi içeri sokmamak için, isminden anlamadın mı?” diye esefle sordu. Beklediği gibi üzüntüye kapılan küçük karasinek, “Biz onlara ne yaptık ki?” diye sordu bu kez ve yeniden havalandı.
Bu noktada, bir sinekseniz ya da bir böcekseniz hızlı öğrenip hızlı yaşamanız ve en nihayetinde hızlı ölmeniz gerektiğini hatırlatmak isterim. İşte o yüzdendir ki insanoğlunun yeterince uzun olduğunu düşündüğü ömründe tekrar tekrar öğrenmek zorunda kaldığı bazı bilgiler onlarda kalıtsal olarak aktarılır. Birike birike çoğalan bu deneyimler de en nihayetinde on beş yirmi günlük bilge sinekler meydana getirir.
Zor bir sorgu sürecine gireceğini anlayan baba karasinek de havalanıp oğluyla birlikte yavaş yavaş süzülmeye başlamıştı. Oğlu soruyu sorduğu sırada kara betona dökülmüş suyun üstünde uçarken suda aksini gören baba sinek görüntüsünden tiksinerek yutkundu ve tekrar masaya kondu. “Bir şey yapmamız gerekmiyor ki, öyle öğrenmişler,” dedi. Küçük karasinek heyecanla, “Nasıl yani, bizim onlara zarardan başka bir şey vermediğimizi zannediyorlar? Aptallar!” diyerek karşı çıktı. Öfkeyle masadaki sütlacın bu kez tam üstüne inerek gürültülü bir fırt aldıktan sonra, “Daha yemek yemeyi bilmiyorlar!”
Baba karasinek bu öfke karşısında ne yapacağını bilemeyip, “Gel şöyle bir gezelim,” dedikten sonra evin etrafında salına salına uçmaya başladılar. Ne diyeceğini düşünürken zaman kazanmak için iki kez öksürdükten sonra sözüne, “Öfkelenmemelisin, hayatta kalmalısın,” diye başladıysa da küçük karasinek, “Arkadaş olamaz mıyız insanlarla?” diye araya girdi. O esnada üstlerinden hızla geçen sarı şeyin gölgesi üzerlerine düşünce ürkerek havada kenara çekildiler. Bal arısı olduğunu anlayınca rahatladı ikisi de.
Arının arkasında bıraktığı sarı izi hayranlıkla takip eden küçük karasinek kıskançlıkla sordu. “Hem arılar niye korkmuyor insanlardan? Hatta dün gördüğüm bir tanesinden insanın biri kaçıyordu…” Baba karasinek küçük karasineğin güçsüz vücudunun üstüne kondu birden. Hızla irtifa kaybeden küçük karasinek korkuyla çığlık atmaya başladı ama yere düşmeden hafiflediğini hissedip tekrar panikle yukarı doğru yükseldi.
“Baba delirdin mi sen?” diye tiz sesiyle çığlık attı küçük karasinek. Baba sinek ciddi bir şekilde, “Baba oğul olduğumuzu unut, düşerken unuttun zaten,” dedikten sonra kesik kesik güldü. “Ben senden niye korkmadım? Çünkü –uzatarak- aaa sana zarar verebilecek bir güce sahibim, beee yine de hayat tecrübemi aktararak sana faydalı olabilirim. İşte arılar iğneleriyle bu gücün farkında oldukları için korkmaz gibi görünürler insanlardan. İğneleriyle sokabilirler, ballarıyla besleyebilirler.”
Küçük karasinek merakla sordu. “Peki ya insanlar? Onlar niye korkmaz arılardan? Niye arılık değil de sineklik takarlar?” Baba oğlunun saflığından keyiflenerek, “E onlar da ballarını toplarlar, hem de dediğin gibi arılık takmasalar da gerekirse arılardan çok büyük olduklarını da bilirler. Bal verdiği sürece niye zarar versinler ki?”
Küçük karasinek anlamış gibi çırptı kanatlarını. “O zaman onlar hiç kavga etmezler mi?” diye sordu bu sefer merakla. Diğeri verdiği cevaptan başka bir şeyi düşündüğü belli bir şekilde, “Yoo, ne zaman bir arı yuvasına insan çomağını sokar, o zaman savaş başlar. Ne zaman bir arı bir insanı sokar, yine savaş başlar. Sokan ölse de diğer arılara karşı da bir nefret oluşur bir süre. Bu dediklerim barış zamanı için geçerlidir ama ikisi de her an tetiktedir,” diye cevap verdi. Sonra asıl aklından geçeni söyledi. “Ama bizim her zaman tetikte olmamız gerekir. Bizi sevdiğini söyleyenler bile kanatlarımızı koparır koparır sonra da uçup uçamayacağımıza bakarlar.”
Baba karasinek son cümlesini söyler söylemez hızla aşağı doğru süzülüp tekrar yukarı çıktı. Küçük karasinek tam kafasını kaşıyacakken babasını takip etmek zorunda hissedip nefes nefese babasının peşinden uçtu. Kendini zorlayarak, “Anladım sanırım babacığım, biraz dinlensek mi? Ne dersin?” diye sordu. Baba karasinek bir şeyin değişmeyeceğinin umutsuzluğu ve elindekini kaybetmemenin umuduyla, “İnşallah anlamışsındır evlat,” dedikten sonra ne zaman geldiklerini fark etmediği arka kapının çerçevesine kondu, oğlu da onu takip etti.
Tabii ki arka kapıda da bir sineklik vardı ama nasıl olmuşsa olmuş köşesinde küçücük bir delik peyda olmuştu. Bunu bizim sinekler biraz önceki bal arısının süzüle süzüle gelip bir anda kaybolmasıyla fark ettiler. Kapıdan nereye kaybolduğuna bakmak üzere havalanmalarıyla deliği görmeleri bir oldu. Baba karasinek oğlunu uyarmaya vakit bulamadan o çoktan delikten içeri süzülmüştü bile. Baba da mecbur onu takip etti. Hızla yanına gidip, “Deli misin sen? Ne yapıyorsun?” diyerek içerdeki insanların göremeyeceği bir yere çekti oğlunu. İkna etmezse geri dönmeyeceğini biliyordu.
Bal arısı tüm özgüveniyle bir o odaya bir bu odaya girip çıkıyor, sinekler uzaktan onu izliyorlardı. Küçük karasinek, “Baksana ne kadar rahat uçuyor, ben de evi gezmek istiyorum,” dedi. Oldukları noktadan gördüğü kadarıyla bile evin içi çok temizdi. Dışarda buldukları kırıntılar ya da artıklar burada hiç yok gibiydi. O esnada evin küçük oğlu arıyı görüp annesinin eteğine sokuldu. Anne insan şefkatle, “Korkma oğlum, bal arısı o. Onlar olmasa biz nasıl bal yeriz?” deyince çocuk, “O zaman onu besleyeyim de daha çok bal getirsin bize,” diye cevap verdi. Anne insan az önce baba karasineğin yaptığı gibi güldü. “Olur mu hiç öyle? Hadi kapıya doğru dışarı gönderelim de çiçeklere konup istediği kadar bal yapsın bize,” dedi.
Küçük karasinek bu mutlu aile tablosundan ve annenin yumuşak sesinden etkilenerek arı gibi özgürce uçmaya başladı. Baba sinek telaşla onu dışarı yönlendirmeye çalıştıysa da o sürekli diğer odalara girip çıkıyordu. Bu sırada ev sahipleri arıyı çoktan dışarı yollamışlardı bile. Geri döndüklerinde salondaki masanın üstünde çetin bir kovalamacadan sonra dinlenen iki karasineği gören çocuk insan sevinçle ellerini çırptı. “Peki onları besleyebilir miyim anne?” diye sordu. Anne bu sefer oğluna değilse de içeri sineklerin girmiş olmasına öfkelenip “Saçmalama” diye cevap verdi. Sonra kendi kendine söylendi. “Nerden geliyorlar, anlamıyorum.”
Annenin sesindeki değişimi küçük karasinek de anlamıştı. Babasıyla göz göze geldiler. Babasının, “Sana demedim mi?” demesine gerek bile yoktu. İkisi de çıkma vaktinin geldiği konusunda hemfikirdi artık. Masadan aynı anda havalandılar ama saniyenin onda biri gibi bir sürede gelen uğultuyla irkilip kendilerini kenara atmaya çalıştılarsa da baba karasinek annenin sıktığı sinek öldürücü spreyden kaçamadı. Küçük karasinek panik halinde arka kapıdaki küçük delikten kaçmaya çalışırken son gördüğü şey babasının süzüle süzüle aşağı düşmesiydi. Anne insan daha sonra birkaç fıs daha sıktıysa da onların sadece sesini duyu. Artık kurtulmuştu.
Panikle uçan küçük karasinek farkına varmadan evin önüne doğru, biraz önce babasıyla birlikte muhabbet ettiği yere gelmişti. Düşünmeden hala biraz duran sütlaca dalıp birkaç parça yedikten sonra babası gibi ayaklarının yapıştığını hissetti ve biraz zorlandıktan sonra kendini kurtarıp havalandı. Daha on dakika önce babasının aynı hareketi yaptığı aklına geldi ve hüzünlendi.
Olabildiğince uzun yaşaması gerekiyordu ama bunu nasıl yapacaktı? Kara betondaki suda kendi yansımasını gördü ve ilk defa kendisine uzun uzun baktı. Çirkin, küçük bir karasinekti işte en nihayetinde. Geri dönüp evin arka kapısındaki sinekliğin deliğinden içeri süzüldü ve doğruca gidip biraz önce babasını öldüren anne insanın tam burnunun üzerine kondu.
Hüseyin Kılıç
Comments