“Durun yahu! Durun diyorum size! Nereye götürüyorsunuz? Kızım! Sen söylesene oradaki herkesin ne dediğini!” Sebahat da Erol da biliyordu nereye götürdüklerini ama işte, son bir çaba…
Sebahat biraz önce babasının daha önce hiç görmediği bir şekilde katıla katıla güldüğünü duymuş ve ne düşüneceğini bilememişti. Şimdi ise daha önce hiç görmediği bir çaresizlikle haykırıyordu. Gerçi “biraz önce” ve “şimdi” neyi ifade ediyor ondan da pek emin değildi artık.
Kolay değil üç yıl boyunca hastane köşelerinde sürünmek. İşi bırakmak ve babasının üç kuruş emekli maaşıyla evin masraflarına yetişmek hiç kolay değil. Annesinin alışmış gözlerine bakıp kâh hastanede kâh evde onu güldürecek bir şey söylemek mümkün değil. Doktorların, hemşirelerin, hastabakıcıların, güvenlik görevlilerinin, dolmuş şoförlerinin, marketlerdeki kasiyerlerin, komşuların ve en kötüsü de akrabaların bir tane olsun iyi sözünü işitmemek... Buna ne deseniz kelimelere sığmıyor, kelimeler yetmiyor.
Bir evin bir kızı olarak tüm bunlarla uğraşmak gerçekten çok yormuştu Sebahat’i. Babası da doktorların, her şeyin ve herkesin inadına, tutunmuştu yaşama. Arada sırada kötü niyetinden olmasa da babası için “Ölse de kurtulsa.” diye düşünmüş sonra gece yarılarına kadar bunu onun için mi kendi için mi istediğini düşünerek kahrolmuştu. Kendisini kötü bir şey demediğine ikna edemese de acısını ve pişmanlığını sabah ışıklarıyla birlikte derinde bir yerlere gömüyor, daha sonra bunaldığı başka bir zaman hem yorgunluğu hem öfkesi hem çaresizliği daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkıyordu. Şimdi düşündüğünde bunu demesinin de hangi anlamda olursa olsun düşünmesinin de kötü bir şey olmadığı hissi ilk defa vücudunun her tarafını kaplamıştı.
Babasını götürdükleri için yalnız kalmıştı ama katıla katıla gülerek söyledikleri aklındaydı. Belli ki babasını o bilinmeyen “biraz” kadar önce getirmişlerdi oraya. Yanında Sebahat’i görünce o da irkilmişti, belli ki beklemiyordu ama bir arada olduklarına göre sorun olmadığını düşünerek eliyle tam karşıyı göstermişti. “Baksana şunlara! Duyuyor musun yavru ceylanım?” Ondan başka kimse Sebahat’i öyle çağırmadığı için, bu son bıraktığında solgunluğu çevresindekileri ürküten ama şimdi gayet sağlam görünen adamın babası olduğundan emindi. Gösterdiği yöne baktı.
Önce bir dizi adam gördü, hepsi koyu koyu giyinmiş. Arada birkaç tane renkli kazak giyen de var ama çok önemli değil, hepsinin yüzünde bir ciddiyet. Hava soğuk olduğundan iyice birbirlerine yanaşmışlar. Arka tarafta kadınlar var. Annesi bir sandalyeye oturmuş. Ciddiyetten ziyade hüzün var duruşunda, bakışında, gözbebeğinin içinde parladıkça derinleşen bir hüzün. Babası kahkahasını bastırıp konuşmaya başladı.
“Duydun mu ‘İyi bilirdik’ dediklerini? Hahaha. Ulan üçkağıtçılar orada olacaktım ki! Hahaha. Bak şu Metin beni hiç sevmezdi, bir iki işine de taş koymuştum hani, artık gizlimiz saklımız yok seninle. Tuncay’ı görüyor musun? Kulağıma gelmedi sanıyor ettiği küfürler, haksız da değildi hani onun alacağı ihaleyi sırf bana abi demiyor diye başkasına vermiştim. İyi bilirlermiş! Hahaha. Amcanı görüyor musun ceylanım. Arsaları sattım diye hastaneye bile gelmedi değil mi? Bak Melih’i görüyor musun? Kimse borç vermezken onu icradan kurtardım, onun dediğine güvenirim. Pervin Hanım’ı görüyor musun? Arkada, ona da çok yardımım dokundu, ayıp olmasın diye gelmiş bak… ”
Sıra annesine gelene kadar herkesi tek tek saydı babası. Kahkahası giderek azalmıştı. Annesine gelince kahkahalarından daha şiddetli bir ağlama krizine girdi bu sefer. “Bak, dedi, şu dünyada, yani o dünyada, ne kadar sevgim varsa annenle sana verdim ben. Ne yaptıysam sizi rahat ettirmek, sizi güldürmek için yaptım. Becerebildim mi? Beceremedim hatta giderayak iyice ayağınıza bağ oldum. En son seni de…” Hıçkırmaktan bir şey söyleyemedi. Bir süre sonra, “Bakma biraz önce güldüğüme, belki gerçekten affeden vardır aralarında. Ama benim için önemli olan beceriksizliğim, yaptıklarım, yapmadıklarım için annenin ve senin affetmeniz. Affet n’olur.” diyebildi.
Demesiyle birlikte bir anda gördüğü, hayal ettiği hiçbir şeye benzemeyen yaratıklar belirdi. Erol’un, “Durun yahu! Durun diyorum size! Nereye götürüyorsunuz? Kızım! Sen söylesene oradaki herkesin ne dediğini.” çığlıklarıyla Sebahat’ten, iyi bilirdik, dediklerini hatırlatmasını istemesi bir işe yaramadı. Sebahat bir anda yalnız kaldı.
Sebahat ne olduğunu anlamış olsa da tüm bunlara anlam veremiyordu. Babasının gösterdiği yere tekrar baktı. Onun için gelenleri tek tek aradı gözleri, baktıkça hissetti kime iyilik kime kötülük yaptığını. İmam, “Hatun kişi niyetine.” derken soluk soluğa gelen tanımadığı bir kadına üst komşuları Necla’nın, “Hastanede tamirat mı ne varmış, tam bunlar çıkarken yedinci kattan cam düşmüş üstlerine. Erol abi hemen ölmüş, Sebahat da birkaç saat sonra. Kız bari kurtulsaydı.” dediğini duydu. Annesinin gözünde parlayan boşlukta kendisini ve babasını gördü.
Babası ona içini dökmüş, öyle gitmişti. Etrafına bakındı, anlamadığı bir yerdeydi. O niye kimseye anlatamıyordu hissettiklerini? Anlayamayacağını ve beklemesi gerektiğini kabul edip etrafındaki sonsuzluğa bakınmaya başladı. Babasıyla tekrar karşılaşıp karşılaşmayacağını bilmiyordu. Babasının kahkahaları geldi aklına. Onlar gelene kadar kahkaha atabilirdi.
Kahkahası sonsuzlukta çınladı. Üç yıldır hiç gülmediği geldi aklına.
Hüseyin Kılıç
Comments